"Kibir ve Tilki - Geçmişten Bir Anı"

13.02.2012

Otuz metrekarelik küçücük bir dükkanda, ışık ön cepheye gerilmiş beyaz çarşaftan sızan kış güneşinden ibaretti. Kenara atılmış minderlerde oturan iki genç, önlerindeki birkaç farklı pet şişeyi plastik bardaklarda karıştırıp içmeye başladıklarında Özgür, sırtını duvara yaslayıp etrafına bakındı kısaca.

“Kirası ne kadar buranın?” diye sordu bardağını alıp ayağa kalkan Bora’ya doğru.

“Kirayı ödemeden kaçacağım için aklımda bile tutmadım.” Bora, içkisini rafın kenarına koyup önündeki küçük valizi açarken güldü hafifçe. Dövme malzemelerini çıkarıp rafa yerleştirmeye başladığında gülüşü yerini ciddi ve düşünceli bir ifadeye bıraktı. “Benim bir noktada kemik bi’ müşteri kitlesi edinmem lazım. Böyle her ay başka dükkan kiralayıp kaça kaça olan müşterilerden de olacağım.”

Özgür sessizce onayladı onu, içmeye ara vermek istemiyormuş gibi bir hali vardı. Başını duvara yaslayıp gözlerini kapattığı sırada duyduğu tek ses Bora’nın malzemelerinin rafa yerleşirken çıkardığı ufak tefek tıkırtılardı. Biraz sonra öndeki beyaz çarşaf aralandığında kapalı gözlerine vuran güneşle başını kaldırdı ve elinde birkaç tane pet şişeyle içeri giren Anıl’ı gördü. Anıl, şişeleri minderin kenarına bırakıp Özgür’ün yanına attı zayıf bedenini. Bora, başını çevirip hoş geldin der gibi göz kırptı ona. Anıl ve Özgür minderlerin üstüne yayılmış, Bora ise bir yandan bomboş dükkanı adam etmeye çalıştığı için dikildiği yerde demlenirken küçük küçük sohbetler ediyor, ara sıra, her an birbirlerine girecekmiş kadar sert laflar atıyor, iki dakika sonra da kahkahalarla gülüyorlardı. Bütün kötülüklerden arınmış, kendi hayat yollarını çizmenin heyecanını taşıyor gibi görünse de gözleri, orada bir şey vardı hala, yerli yerinde duruyordu. Bulanık, yorgun, hüzünlü bir matlık, parlamak üzereymiş gibi duran gözlerine gölge düşürüyordu…

“Bugün doğum günüme özel dövme istiyorum.” dedi Özgür, sayısını kendisinin dahi hatırlamadığı içki dolu bardağı kafasına dikerken. Anıl’ın elindeki su şişesi, orada asılı kaldı birkaç saniye, Özgür’e dik dik baktı.

“İçme daha fazla o zaman. Kanın sulanacak salak herif.”

Özgür, sanki doğduğu an üstüne yapışmış gibi tanıdık olan umarsız tavrıyla Anıl’ı süzerken, “Eee?” diye sordu kısaca ve omuz silkti. Sarhoş olmaya başlamıştı fakat sorsan asla kabul etmezdi böyle bir şeyi. Her şartta ayık, aklı başında ve güçlü dururdu, tabiatında zaaflara yer yoktu. Fakat her şey gibi bu duruşun da vardı bir istisnası…

Saman sarısı saçlı, masum bir istisna…

Pınar çarşafı kenara çekerken şaşkın ve tedirgin bakışlarıyla dükkanın içine göz attı. Ta ki Özgür’ü görene dek… Bakışları birleşir birleşmez Pınar’ın gözlerindeki çekingen ifade silindi, yerini inkar edilemez bir güven duygusuna bıraktı. Özgür’ün varlığının hissedilebilir olduğu herhangi bir yer… Pınar için yeterliydi. Kendini mutlu, güvende ve huzurlu hissetmesinin yolu Özgür’den geçiyordu. Kalbindeki korkularla dolu kilidin tek anahtarı Özgür’dü.

Özgür onu görür görmez henüz yeni yaktığı sigarayı, önündeki bardağa atıp söndürdü. Ondan beklenmeyecek bir hızla kalkıp kapıya doğru yürüdü. Sakin ve ağır tabiatının da tek istisnası Pınar’a koşmaktı… Genç kızı belinden tutup kendine çekerken arkasında kalan Bora’ya havalandırmayı açmasını işaret etti eliyle. Sigara kokusunu hiç sevmezdi Pınar. Özgür ise onu rahatsız hissettirmeyi sevmezdi hiç. Başını hafifçe geri çekip Pınar’ı tuttu ve dövme koltuğuna yönlendirdiği sırada Anıl’a kapıyı işaret etti.

“Dışarı çıksanıza iki dakika.”

Anıl oflaya poflaya yerinden kalkarken Bora onun bu haline gülüp kolunu omzuna atmış, dışarıya çıkana dek kulağına birkaç teselli şakası fısıldamıştı. Çarşaf arkalarından kapanırken Anıl’ın kahkahasının uzaktan gelen sesi duyuldu. Özgür Pınar’ı dövme koltuğuna oturtup yanına sığıştı ve ayaklarını uzatırken başını Pınar’ın dizine yatırıp güzel yüzünü seyretmeye başladı. Zaten sarhoştu Özgür, alkole ihtiyaç duyması tuhaftı bir yandan… Zaten bu masum yüzü her gördüğünde… adını dahi unutacak kadar sarhoş oluyordu.

Pınar, ince parmaklarını işaret diliyle, ‘İyi ki doğdun.” Demek için hareket ettirdi usulca. Özgür, parmaklarını avcunun içine alıp öptü. Bu onlar için, konuşamayan sevgilisini dudağından öpmek gibi hoş bir anlam taşıyordu. “Sen iyi ki doğdun… Ben değil.” dedi Özgür, gözleri parlayarak. Pınar’ın bileğinin iç kısmını öptü bu kez de. “Sana bir şey aldım.”

‘Doğum günü olan sensin, ben mi hediye alıyorum?’ Pınar parmaklarıyla bu soruyu sorarken yüzünde oluşan şaşkın ifadeye içi gitti Özgür’ün. Dünyanın tüm masumiyet ihtiyacını tek başına karşılıyordu sanki bu küçük, tatlı kız… Özgür onu tanıdığından beri masumiyet kavramının varlığına inanıyordu.

“Doğmamın bir anlam ifade etmesini sağlayan tek şeysin. Sen olmasan doğum günümü kutlamazdım.” dedi, Pınar’ın dizinden yavaşça kalktığı sırada. Yüzlerini aynı seviyeye getirince ona olabildiğince yakın bir konumda durup, “Yaşamak istememin tek sebebi sensin.” diye devam etti sözlerine, tüm dürüstlüğüyle. Pınar’ın güzel gözleri doldu. Özgür’ün ona olan aşkı küçük kalbine ağır gelirdi böyle anlarda. Kendi gibi eksik birisi… Nasıl böylesine tam sevilebilirdi ki?

Özgür ceketinin iç cebinden hediyesini çıkarıp Pınar’ın bileğine taktı. Göz temaslarını bozmadan yaptı bunu. Oldukça pahalı görünen hoş bir bileklikti bu. Ucunda minicik bir çan vardı. Pınar kolunu hareket ettirdikçe sallanıyor, tatlı bir ses çıkarıyordu. Sesi olmayan sevgilisine, ses hediye etti… Her adımında usul usul ses çıkarsın diye… Çünkü yürürken bile sessizdi, adımları bile ses yapmazdı. Tıpkı rüzgar çıktığında birbirine çarparak ses çıkaran ziller gibi… Pınar’ın yürüyüşünün de bir sesi vardı artık.

Pınar bilekliği incelemek için kolunu havaya kaldırır kaldırmaz ağlamaya başladı. Özgür bir anlığına, acı çekiyormuş gibi yüzünü buruşturdu. Kendisini hızlıca toparlayıp uzandı ve bir öpücük kondurdu Pınar’ın şakaklarına. “Ağla diye yapmadım.” Ağlamasını görmekten nefret ederdi Özgür. Birçok konuda serinkanlıydı. Kolay kolay hiçbir şeyden midesi bulanmaz, içi sıkılmaz, rahatsız olmazdı. Kalın deriliydi yaşıtlarına göre. Belki çocukluğundan beri yaşadığı şeylerin ağırlığıyla birçoklarının dertleri ona küçük gelir, o yüzden empati yapmakla dahi uğraşmaz, etkilenmezdi. Bir keresinde sokakta kaldıkları dönem, bağımlı bir adam yüzündeki derileri soymuştu kriz anında. Bir tek Özgür sakin kalmış ve olaya rahatça müdahale edebilmişti. On dört yaşındaydı.

Küçücük ömrüne insanların duyduklarında midesine kramp gireceği yüzlerce berbat anı sığdırmıştı.

Ama hiçbiri, o güzel yüzlü başak renkli saçlı, melek gibi görünen kızın tek bir gözyaşını görünce hissettiği gibi berbat değildi.

Onu ağlarken görmektense, tüm dünyayı ağlatırdı.

Bazı erkekler aşık olduğunda her şeyi silmeye hazır olurdu. O ana kadar var ettiği her şeyi yakıp, küllerini aşık olduğu kadının ayaklarına toz ederdi.

Özgür ise, yanındaki genç kızın saçının tek bir teli için sadece var ettiği her şeyi değil, dünyayı yakmaya bile hazır gibi hissediyordu.

Sağlıksız bir aşk, tehlikeli bir sahipleniş ve belki ömrü boyunca göğsünün tam ortasından silinip atılmayacak bir sızı…

“Beni gömmeden sakın ölme…” diye fısıldadı Özgür, Pınar’ın şakaklarına doğru. “Sakın.” Kollarını incecik gövdesine sarıp genç kızı kendine doğru çekti nazikçe. “Şu dünyada her şeyi kaldırabilirim herhalde. Kimseden korkum yok. Ölmekten de… Yaşamaktan da… Hiçbir şey içimde en ufak bi’ korku yaratmıyor.” Pınar’ı kucağına kaldırıp rahat bir konumda yerleştirirken iç geçirdi. “Bir tek sen…” Onu kollarından tutup hafifçe kendine doğru çevirdi ve güzel gözlerine baktı bir kez daha Özgür, hiç olmadığı kadar yoğun bakışlarıyla. “Eğer benden önce ölürsen yaşayamam. O yüzden beni gömmeden ölme… Tamam mı?”

Birkaç gün evvel görmüştü o kelimeyi… Anlamı “beni göm” olan… O an çoktan karar vermişti. O kelimeyi dersine kazıyacaktı doğum gününde… O’nun için…

Pınar öylece Özgür’ü izledi uzun dakikalar boyunca. Ne kafa sallayarak onayladı onu, ne de itiraz etti sözlerine. Ama yüzünde… somut olarak görünmese de, yalnızca Özgür’ün anlayabileceği bir şey vardı. İçinde yaşadığı ızdırabı, dışa vurmak istemediği anlarda takındığı o çocuksu, buruk ifade…

‘Bencilce değil mi… Ben ölürsem sen ne yaparsın ki…’ diye düşündü Özgür o an. Derince bir iç çekti hayatı pahasına sevdiği güzel kızın göz kapaklarını öperken. Ondan önce ölme isteği bencilceydi belki ama diğer ihtimalde de yaşamayacaktı ki… Pınar’ın varlığıyla yaşama işine girişen ruhuna, daha derin bir mezar kazmak zorunda kalırdı…

‘Ona cennette bir ev inşa edeceğim… Herkesten uzakta… Kimse zarar veremeyecek… Pınar’ı o evde bekleyeceğim. Ölmüş olsam da koruyacağım onu her şeyden. Ve bana geri döndüğünde… İkinci bir cennet varmış diyeceğim, inanmıyordum pek, ama varmış. Sonsuzluğa karışacağız. Pınar hiç susmayacak, dünyadaki sessiz günlerinin acısını çıkarmak istercesine bir şeyler anlatıp duracak bana. Susma sırası bende olacak o zaman. Sonsuza dek Pınar’ı dinleyeceğim. Acaba cennette ağlamak diye bir kavram var mıdır? Dünya hayatımda bir kez bile gözyaşı dökmemiş ben, orada her gün ağlayacağım mutluluktan. Pınar ise hep gülecek, ruhumuz bedenimizin anti teziymiş gibi var olacak orada…’

Bora, dükkanı yerleştirme işine devam ederken Anıl boş rafların tozunu alarak ona yardımcı oluyordu. Özgür ve Pınar, rahat ve geniş dövme koltuğunda yan yana oturuyorlardı hala. Özgür, Pınar’ın bileğindeki küçük çanla oynuyor, Pınar, Özgür’ün omzuna yatmış gözlerini dinlendiriyordu. Bora işi biter bitmez Özgür’ün dövmesinin transferini alıp kesmeye başladı. Başını işinden kaldırmadan,

“Dövmeni yapacak mıyız artık?” diye sordu Özgür’e. Özgür başını arkaya doğru uzatıp,

“Yapacağız da sen yapmayacaksın.” dediğinde Bora kaşlarını çattı. ‘Nasıl yani?’ der gibi bir ifadeyle ona bakarken, Özgür ayağa kalktı, transfer kağıdını elinden alıp, aynanın karşısına geçerek ve boynuna özenle konumlayarak yapıştırdı. Koltuğa geri döndüğünde Pınar’ı kucağına çekti sahiplenici bir tavırla. Transfer kağıdını boynundan usulca çektiği sırada, tenine düşen mavi mürekkepte, “Ya Aburnee.” yazıyordu. Anıl koltuğa doğru yaklaştığında, Bora ile ikisi Özgür ve Pınar’ın başında dikilen iki tuhaf bakışlı yabancı gibi görünüyorlardı.

“Ne yazıyor?” diye sordu Anıl, gözlerini kısıp yabancı bir dile ait olduğu belli olan kelimeye bakarken.

“’Beni göm’ yazıyor.” Özgür Bora’ya uzanıp elinden dövme makinesini çekti ve Pınar’a uzattı. O an odadaki tek kişi Pınar’dı sanki onun için… Anıl gözlerini devirip minderine geri döndü.

“Sen yap dövmeyi…” dedi Özgür, Pınar’a, yüzündeki hoş tebessümle. Pınar panik olmuş gibi başını iki tarafa doğru sallarken, ‘Ben beceremem!’ der gibi işaretler yaptı parmaklarıyla. Özgür, başını sağa doğru eğerek, aşkından ölüp bittiğini açık eden bir ifadeyle konuştu. “Yanlış yapsan, doğrusunu senin hatana çeviririm. Dert etme.” Pınarın boynunu tutup dudaklarına kısa ama yoğun bir öpücük bıraktı. Özgür’ün kucağında, ona dönük bir şekilde oturan Pınar’ın, uçuş uçuş elbisesinin etekleri durgun bir deniz gibi yayılmıştı koltuğa. Özgür’ün gözleri Pınar’ın her noktasındaydı. Öyle bir kitlenmişti ki dünyada değil gibiydi o an. Özgür’ün şahsi dünyası… onun şahsi cenneti… geçmişte ve gelecekte sahip olup olabileceği, güzel olan her şeyi…

Bora, küçük mürekkep kutusunu koltuğun yanındaki masada, Pınar’a doğru ittirip, “Buna batır, sonra çalıştır şuradan…” dedi ve ardından elindeki makinede birkaç noktayı işaret ederek, kabaca dövme makinesinin nasıl çalıştırıldığını öğretti genç kıza. Anıl, bardakla uğraşmayı bırakmış doğrudan şişeden içiyordu içkisini.

“Anıl bana da.” dedi Özgür, gözlerini Pınar’dan ayırmadan. Pınar dikkatle onun boynunu inceliyor, bir yandan da makinenin ucunu kontrol ederek başlaması gereken noktayı belirliyordu. Anıl şişelerden birini kapıp ayağa kalktığı sırada Özgür’ün gözü Pınar’ın güzel yüzündeydi. Sanki ilk kez bir sanat eseri görmüş bir canlı gibi, ilk günkü hayranlığıyla izliyordu onu… Anıl gelip Özgür’e şişeyi uzatınca oyalanmadan kafasına dikti genç çocuk. Yeterince sarhoştu aslında, üstüne güzel sevgilisinin eşsizliği iyice bulandırmıştı kafasını. Belki de sırf bu yüzden ihtiyaç duydu biraz daha içmeye…

Pınar, çocuksu, acemi tavrıyla, hafifçe titreyen elini Özgür’e doğru kaldırıp çenesini tuttu ve başını sola doğru çevirdi azıcık. Dövmeyi yapmaya başlarken öyle dikkatli ve temkinli bir tavra sahipti ki Özgür’ün dudaklarından küçük bir kahkaha kaçtı. Daha ilk harfi yazmayı bitirmemişti ki, Özgür’ün boynu kanamaya başladı. Sabahtan beri durmadan tükettiği alkol kanını sulandırmış olmalıydı. Pınar, ürkek bakışlarıyla onu incelerken durdu. Özgür, ellerini Pınar’ın belinin aşağısına yerleştirip onu biraz daha kendine çekti, rahat tavrıyla.

“Kanasın, siktir et…” dedi, canı hiç yanmamış gibi rahat, halinden memnun bir gülümsemeyle. “Sen devam et.” Boynundaki sızıntıdan farksız görünmeyen kan usulca süzülürken, Pınar oldukça tedirgin görünse de devam etmeye çalıştı, sırf Özgür’ün o çok mutlu görünen yüzü için.

Anıl Pınar’a peçete uzatırken Özgür’ün aşktan salaklaşmış yüzünü ve içi gidiyormuş gibi bakan gözlerini fark etti. “Öl bi’ de istersen...” diye söylendi huysuz tavrıyla. Özgür, bakışlarını Pınar’dan çekemese de Anıl’ı duyabilmişti en azından. Burnundan soluyarak güldü. Kısık bir ses tonuyla konuşmaya başladığında, Pınar’ın dikkatini dağıtmak istemiyormuş gibi duruyordu. “Öl desin bir saniye düşünürsem orospu evladıyım.” Özgür öyle ciddiydi ki konuşurken Anıl, sanki şahsına küfredilmiş gibi alındı bir anlığına bu cümleye. İnsanın hayatında en değer verdiği kişi böyle şakalar yapınca pek hoş şeyler hissettirmiyordu bu durum, doğal olarak. Anıl Özgür’ün ayağına vurdu sertçe. “Her konuştuğunu duymuyor iyi ki.” dedi Pınar’ı kast ederek. Asabı gittikçe daha da çok bozuluyor gibiydi. “Bunları duysa korkardı senden anasını satayım. Ne aşkmış…” Homurtusu imrenmeydi aslında.

Aşkın bilimsel karşılığı hakkında babasının kitaplarında çok şey okumuştu Özgür. Hormonları bilirdi. Hangi hormonların insanlar tarafından aşk ile karıştırıldığını da… Ama söz konusu Pınar olunca, hislerini hiçbir beşeri bilgiyle açıklayamıyordu. Gördüğü en güzel şeydi yüzü. Bazen sabahlara kadar izler, kusur arar bulamazdı.

Anıl, dövme masasının kenarında tütün sarmaya başladığında Pınar çoktan yarısına gelmişti dövmenin. Oldukça özenli çalışıyordu. Eli de yatkın gibiydi bu tarz şeylere. Özgür hala sarhoş kafasıyla Pınar’ı izliyordu keyifle. Pınar arada bir utanıp Özgür’ün kafasını başka tarafa çeviriyor, o gözlerde gördüğü derin tutkunun üstündeki etkisinden korkuyordu deli gibi. Kolları titremeye başlardı önce. Özgür’ün boynunda sivri uçlu bir iğne tutarken böyle risklere girmek istemiyordu. Anıl iki sigara sardı, birini Özgür’e uzattı. Özgür elinden almaya bile yeltenmeyip,

“Pınar buradayken yakma.” diye uyardı Anıl’ı. “Çıkınca içeriz.” Burnundan soluyan Anıl, Özgür’e uzattığı sigarayı geri çekip kulak arkası yaptı. Diğerini dudaklarının arasına yerleştirmişti çoktan.

“Hay sikeyim seni de, aşkını da…” diye söylendi, sigarayı tuttuğu ağzıyla konuştuğundan, kelimeler dağınık çıkmıştı biraz. Sert adımlarla yürüyüp kendini dışarı attı. Arkasından, ‘sürekli aynı bok!’ der gibi bakan Bora sırıtarak başını iki yana doğru salladı ve Anıl’ın peşinden gitti sakin adımlarıyla.

Bir süre sonra Pınar, temiz bir peçete alıp Özgür’ün boynunu sildi. Kan ve mürekkep birbirine karışıp koyu kızıl bir renge dönüştü. Dövme bitmişti. Pınar başını eğip Özgür’ün boynunu inceledi uzun uzun. Ardından Özgür onu tutup, kucağından çekmeden ayağa kalktı, zayıf bedeniyle. Pınar bu ani hareket üzerine korkmuş olacak ki Özgür’ün omzuna vurdu gülerek. Özgür… çok sarhoştu ama dikkatliydi de. Konu Pınar olunca her şartta temkinli olurdu o. Sarsak adımlarında sağlam bir dikkat ve özveri vardı. Aynanın karşısına geçip, Pınar’ın başının kenarından kendi boynunu inceledi. Ardından gözleri Pınar ile bütünleşti bir kez daha. Pınar, yeniden kan sızmaya başlayan dövmeyi başparmağının ucuyla sildi. Özgür’ün içi gitti… Onun değdiği her yeri alev almış gibiydi o an. Bir noktada aşkından nefes alamayacakmış gibiydi Özgür…

“Beni göm yazıyor burada…” diye fısıldadı Özgür, dudaklarını Pınar’ın kulağına yaslarken. “Beni gömmeden ölme demiştim ya az önce… Artık söz verdin. Benden önce ölemezsin.” Boynuna eğilip kokladı önce, yoğun bir öpücük bıraktı ardından. Pınar’ın sırtı ürperdi, kolları titremeye başladı hafifçe. Özgür’ün çenesinden tutup başını kaldırdığında, işaret diliyle, ‘Sen de benden önce ölme. Ben de sensiz yaşayamam ki…’ dedi buruk ifadesiyle. Sonunda saatlerdir söylemek istediği şeyi çok yalın bir şekilde de olsa söylemişti. Özgür kollarını sıkılaştırıp başını bir kez daha boynuna gömdüğünde Pınar da onun boynuna doladı kollarını. Özgür öyle sımsıkı sarılıyordu ki Pınar’a… Sanki kendisini onun bir parçası yapmak istiyordu…

‘Sen ben olmasam bile huzurla yaşa diye sana bir ev inşaa edeceğim. Cennette… Söz sevgilim. Ne gerekiyorsa yapacağım bunun için.’

Pınar, dövmeyi yaparken yoğun bir efor sarf etmemiş olsa da gerginlikten ve tedirginlikten yorgun düşmüştü. Başını dövme koltuğuna yaslayıp kıvrıldı. Özgür onu, dinlenmesi için orada bırakıp dışarı çıkarken son kez saatlerdir attığı hayranlık dolu bakışlarını sabitledi üstünde.

Anıl ve Bora, Boranın dükkanın önüne attığı uzun bacaklı küçük masanın yanında dikilmiş sigara içiyordu. Özgür, Anıl’ın kulağının arkasındaki sarma sigarayı alıp dudaklarının arasına yerleştirirken iç cebinden çakmakla birlikte küçük bir şey daha çıkardı. Bir çip. Alelade bir şeymişçesine masaya fırlatırken bir yandan da sigarasını yakıyordu. Jeton masada döndü bir süre, yavaşlayıp tıngırdayarak durdu sonra. Bora başını öne doğru eğip ne olduğunu anlamaya çalışır gibi gözlerini kısarken Anıl da dönüp Özgür’ün yüzünü inceledi yandan bakışlarıyla. Özgür’ün dudakları, keyifle yukarı doğru kıvrılmıştı. Elini cebine sokup bir çip daha çıkardı ve ilkinin üstüne koydu, masaya vurur gibi.

“Ne bu şimdi?” diye sordu Anıl, kollarını göğsünde birleştirerek. Bora çiplerden birini eline alıp evirip çevirdi parmaklarının arasında. Dikkatli bakışlarıyla inceledi uzun bir süre boyunca.

“Kumar çipi mi lan bu?”

“Bu jeton dedikleri şeyin kumarhane dışında hiçbir boka yaradığı yok. Ama orada…” dedi Özgür, tehlikeli bir gülüşle. “Kumarhanede bunlar milyonlar demek.” Cebinden üçüncü bir çip çıkarıp öne doğru salladı. “Para bazen kağıt, bazen jeton… Bazen pirinç…”

“Ne kadar içtin lan?” diye sordu Anıl, kaşlarını çatarak.

“İstediğim kadar içeyim, kafam gitmez benim. Hala yerinde, merak etme.” Şakaklarına vurdu çipi usulca. “İyi para var bu işte, dinleyin beni.”

“Yani sahte çiple… Kumarhaneden para mı kazanacağız? Ne planın şimdi?" Bora, allak bullak olmuş tavrıyla Özgür’ü inceliyordu. Onun yüzündeki özgüvenli ifadede, kafa karışıklığını çözecek cevaplar arıyordu sanki.

“Hayır. Sahte çiple para kazanmayacağız… Sahte çiple gerçek çipi cebimize indireceğiz.” dedi Özgür ukala bir ses tonuyla. Az kalsın gülme krizine girecekti sanki. Öylesine keyifli hatta biraz da manik görünüyordu. Çipi avcunun içine koyup parmağının ucuyla döndürmeye başladı.

"Çapı 39 milimetre. Ağırlığı 10.4 gram. Rengi gece mavisi ama ışıkta griye çalıyor. Dokusu tırtıklı, ortasında kabartmalı harfler var. Bazı masalarda RFID var ama bizim gireceğimiz masalarda yok Yani… Fiziksel olarak bire birini yapabiliyoruz.” diye anlattı bir bir, tüm detayları. Bora kendi elinde tuttuğu çipi baş ve işaret parmağının arasına alıp havaya kaldırdı ve o açıdan inceledi bir kez de.

“3D yazıcıya girer bu…” dedi, Bora da keyiflenmeye başlamıştı ufaktan. Özgür başını öne doğru eğerek onayladı onu.

“Girer. Ben zaten modeli çıkardım. Kalıp da hazır. Sadece basıp boyayacağız. UV vernikle cila, etrafına iki çizik… O kadar.” Özgür konuşurken Anıl temkinli bakışlarıyla incelemeye devam ediyordu onu. Bit yeniği neydi peki? “Şimdi gelelim güzelliğe…” diye devam etti Özgür cümlesine, yüzü daha da keyiflenmişti sanki. Bora’ya doğru alttan alttan bakarak, “Bu jetonu masaya sürüyorsun. Kaybedersen sorun yok. Kazandığında sana gerçek çiple ödeme yapıyorlar. Kasa hiçbir zaman bizim çipimize ulaşmıyor. Jetonun sahte olduğunu asla fark etmiyorlar. Bizim jeton sadece masada kullanılıyor. Ve en önemlisi… Asla kasaya dönmüyor.” Özgür anlattıkça Bora heyecandan delirecekmiş gibi görünmeye başlamıştı. Anıl ise hala düşünceliydi. Kafasının içinden binlerce farklı olasılık akıyordu sanki.

“Peki nasıl içeri sokacağız?” diye sordu Bora, tek kaşını kaldırarak. Özgür burnundan soluyarak güldü.

“En kolayı o ya, hallederiz. Kör noktaları bulmak bi’ şey değil…” Özgür umarsız tavrıyla çöküp dükkanın kirişine oturdu ve bacak bacak üstüne attı. “İnsanları kandırmak ne kadar kolay bi’ bilseniz…” diye fısıldadı, yalnızca kendisinin duyabileceği bir sesle. Özgür, henüz on yedi yaşına o gün basmış, gencecik bir çocuk olmasına rağmen manipülasyon yeteneğini keşfetmeye başlamıştı ufaktan. Bu yeni keşif, ona inanılmaz yoğun bir güç zehirlenmesi yaşatmaya başlamıştı bile. Herkesi kandırabiliyordu, karşısındaki insan daha ne olduğunu anlayamadan Özgür tarafından ikna ediliyor, o ne derse kabul edecek kıvama geliyordu. Silah gibi bir güç, hem somut da değil. Kimsenin göremediği bir silah… Oldukça büyük ve tehlikeli bir hale dönüştürebilirdi insanı.

“İçeri nasıl gireceğiz peki zeki piç? Onu da düşündün mü? Reşit bile değiliz.” diye sordu Anıl huysuzlanarak. Kafasına yatmayan bir şeyler vardı. Özgür baymış gibi bir ifadeyle dudak bükerken başka bir cebinden üç sahte kimlik çıkarıp masaya fırlattı.

“Sana sahte kumar çipi üreteceğiz diyorum, sen ne diyorsun ya…” dedi Anıl’ın, onun açısından oldukça ufak tefek görünen endişelerini küçümseyerek. “Bana bırak her şeyi. Siz sadece dediğimi yapın.”

“Peki kaç çiple gireceğiz?” diye sordu Bora, heyecanla.

“Altı falan… Üç tanesi oynayacak, üç tanesi yedekte. Bir gece, üç masa. Her masadan 2-3 bin. Sabaha 10K bizde. Sonra yokuz. Çünkü sistemi döngüye sokmuyoruz. Tek sefer. Tek vurgun. Şık bir elveda.” Sigarasından son nefesi çekerken ağzı kulaklarına varana dek güldü. “Böyle böyle bir ay falan siksek birkaç kumarhaneyi, baya bi’ para kaldırırız.”

“Abi çok sarar bu arada… Sıkıldım kira derdinden. Göçebe gibi yaşıyorum…” Bora üçüncü sigarasını yakarken Özgür kadar olmasa da epey yükselmişti bu plana. “Yerleşik bir dükkan açmam lazım. Hem bizim işler için de iyi olur. Bir tane olsun belirli adresimiz olur.”

“Aynen…” Özgür öylesine bir tavırla, destekler gibi göründü Bora’yı. “Sana dükkan açarız… Kalanıyla Pınar’a ev yaparım.” Derin bir iç çekip arkasına yaslanırken düşünceli göründü ilk kez. “Biraz da bankaya para atmam lazım… Bana bi’ şey olursa ömrünün sonuna kadar ona yetecek parayı çıkarmam lazım.”

Anıl’ın yüzü sertleşip, cildinin rengi bile öfkeden değişirken Özgür’e doğru sert bir adım attı.

“Hasta mısın geri zekalı? Bu muydu derdin?” Sanki ona zarar vermek istemiyormuş gibi yanından teğet geçerken gözleri kararmaya başlamıştı Anıl’ın. Kenardaki teneke çöp kutusunu tekmeledi bir hışımla. “Ben de diyorum niye bulaştı bu mal durup dururken dolandırıcılık işlerine.” Bir tekme daha savurdu. Delinen tenekenin içindeki çöpler oraya buraya dağıldı. Anıl Özgür’e doğru dönüp aralarına açtığı mesafeyi koruyarak, “Zehir gibi aklın var, siktir git iyi bir okul kazan, oku, başını derde sokmayacak bi’ bok yap… Dur sevgilinin yanında.” diye bağırdı. Öfkeden aklını kaçırmak üzereymiş gibi bir hali vardı o an. “Böyle sikimsonik tehlikeli işlere bulaşıp, ‘aman ölürsem kıza para kalsın, dur birkaç adam daha tokatlayım para gelsin’ demezsin böylece!”

Özgür, Anıl’ınkine hiç benzemeyen sessiz sakin, fakat çok daha tehlikeli olan öfkesiyle ayağa kalktı. Anıl’ı sertçe tutup duvara yapıştırırken alkol yüzünden kızaran gözlerinde kıvılcımlar patlıyordu. Yüzünü, Anıl’ın yüzüne yaklaştırıp, kısık ve tok sesiyle,

“Seni de götüreceğim o eve… Kaçıp kurtulacağız herkesten.” dedi bakışları yavaş yavaş yumuşamaya başladığı sırada. Bazen… Anıl’a bakarken de içi giderdi Özgür’ün. Anıl başka biri değil gibiydi, bizzat Özgür’dü sanki. Öyle sahiplenmişti onu, kendini bildi bileli. Ses tonundaki sertliği de toparlayıp başını hafifçe sağa doğru eğdi. “Biz normal bi’ hayat yaşayamayız artık buralarda. Biliyorsun sen de…” Kolunda asılı kalan elini gevşetip omzunun üstüne yerleştirdi. Anıl’ı ikna etmek, o an her şeyden daha önemliydi Özgür için. “Hadi gel, birkaç ay aptal insanların hak etmedikleri paralarına çökelim. O parayla bizden çalınan geleceği kendimiz yaratalım…” Özgür o kadar sarhoştu ki, öne doğru yalpaladı birden. Yüzlerinin arasındaki mesafe milimetrelere kadar düştü. Anıl’ın kalbinin bozuk ritimli sesi ikisinin de kulağına ulaştığında, Özgür dudaklarını içe doğru katlayarak, saklamaya çalışır gibi güldü. Sarhoşluğunun bünyesine karıştırdığı cesaret ve biraz da ahmaklıkla dolu içgüdü, Özgür’ün kulağına, ‘Ona istediğini ver…’ diye fısıldıyordu sürekli. Bir an sonra toparladı zihnini, içeride uyuyan genç kız canlandı bakışlarının arkasında. Anıl’a, dostane bir tavır takınarak, “Var mısın?” diye sordu uysal bir ifadeyle. Yanakları önce öfkeden, ardından Özgür’ün yakınlığından kıpkırmızı olmuş, yaşadığı tüm uç duygulara rağmen hala sağduyusuyla düşünmeye çalışan Anıl, Özgür’e alttan bir bakış attı, tüm masumiyetiyle,

“Başına bir şey gelmeyecek ama dimi?” diye sordu sonra. Özgür, bir zafer kazanmış gibi gülerken fark ettiği detayla gözleri ışıldadı. Anıl… kendisine zarar gelip gelmeyeceğini umursamıyordu. Öfkesinin de asiliğinin de sebebi Özgür’e bir şey olacak korkusuydu… Özgür o an bir kez daha içe gider gibi baktı Anıl’a, başını sıkıca tutup göğsüne doğru çekti küçük olanı. Anıl, ince kollarını Özgür’ün sırtına sararken, Özgür güçlü duruşu ve güven verici sesiyle,

“Bana kimse bi’ bok yapamaz.” dedi. Kendinden o kadar emindi ki, Anıl inandı ona.

Çok gençti… Kanı hızlı akıyordu. Aklı o kadar çok çalışıyordu ki, dünyanın zirvesinde hissediyordu kendini.

Doğruydu da… Ona kimse bir şey yapamazdı belki.

Ama unuttuğu bir şey vardı… Boynundaki dövme… Karşısındaki insanların zeki olma ihtimallerini hiç hesaba katmamıştı Özgür. Onun hassas karnını bulup, Özgür’ü aşil topuğundan vurabileceklerini düşünmemişti. Zaten bu yüzden kendisinden sonrası için Pınar’a bir hayat kurmaya çalışıyordu. Sonuçta Pınar… Onu gömecekti… Değil mi?

Kibir, zekanın ve gücün en büyük düşmanıydı. Özgür bunu da çok sonraları öğrenecekti.

Ya da… belki de hiçbir zaman öğrenemeyecekti.

Yorumlar

Yorum yapmak için giriş yapın.

05.07.2025 20:57
1995teki doğum sahnesi Özgürmüş demek 🥲
27.06.2025 01:26
Alttaki kızı anlıyorum
27.06.2025 01:22
ALTTAKİ YOEUM DOĞRUYSA KAHRIMDAN ÖLÜRÜM
27.06.2025 01:21
Kahroluyorum
27.06.2025 01:19
Bası yani pınar ara ara dıyamıyor mu
27.06.2025 01:17
Ağlıyorım sadwce ağlıyorum
27.06.2025 01:15
Hüngür hümfür ağlıyorum
27.06.2025 01:13
Yosunu da ağlattı…
27.06.2025 01:09
Ağlıcam
27.06.2025 01:09
@_nadyy bunj ben de merak ediyorum
27.06.2025 01:08
Kalbim sılışıtor
27.06.2025 01:07
Ama yosuna aigara içirtmwsinş hiç unutöayacapym
27.06.2025 01:07
Abi bana bunu hapma yA
26.06.2025 23:52
Bazen keşke Pınar ölmeseydi ve Levent ile Yosun un güzel bir ilişkisi olsaydı diyorum keşke hiç tanışmasalardı Yosunla Özgür... En azından mutlu olurlardı
26.06.2025 23:50
Offf atlatmıştım ben bunları tekrar hatırlamak istemiyorum şuan
26.06.2025 23:49
Salak
26.06.2025 23:47
Öfff dinlesene ya Anıl ı
26.06.2025 23:43
Sanırım bu iş yüzünden başlarına geliyordu tüm olaylar
26.06.2025 23:19
Yaaa o dövmeeee
26.06.2025 23:15
Oha geçmiş zamanmış özür dilerim Özgür
26.06.2025 23:14
Ciddi misin ya sen
22.06.2025 19:52
Bazen kitapın sinraki bölümlerinde önceki bölümlerde karaktdrin dediğinin tam tersi oluyo o geldi aklıma
22.06.2025 19:41
Gözden öpmek ayrılık getirirmiş
22.06.2025 19:40
Ya'aburnee
22.06.2025 19:39
Yosun asla bötle sevilmedi
22.06.2025 19:38
Acaba pınar yaşasaydı yosun yinede özgürün peşine düşermiydi
22.06.2025 19:34
Kitap hangi yılda geçiyodu la
21.06.2025 23:04
🥹
20.06.2025 16:12
beni hiç bu kadar etkileyeceğini düşünmemiştim ve bu dövmenin yapildigi ana gitmek inanilmazdi
20.06.2025 16:08
bende bendeeee
20.06.2025 16:05
o kadar özel ki..
20.06.2025 16:03
aglamama son 3 saniye falan kaldı
19.06.2025 21:27
bu nasil bir bölümdür oturdu bir öküz göğsüme o sekilde okudum
19.06.2025 21:26
Anılım seni çok seviyorum
19.06.2025 21:22
boğazımda koca bir yumru
19.06.2025 21:20
ağlamak istiyorum ya sadece ağlamak istiyorum
19.06.2025 21:19
bu dövmenin yapılma anını okuyacağımızı asla tahmin edemezdim
19.06.2025 21:17
Ya'aburnee
19.06.2025 21:15
nasıl saf bir sevgi bu böyle
19.06.2025 21:14
😭😭😭😭😭😭😭😭
19.06.2025 21:13
Pınarın olduğu bir flashback mi😭😭😭
19.06.2025 21:10
zaman atlamaları yapmak hem korkutuyor beni hem de ilgimi çekiyor
19.06.2025 20:43
Abla ambulans var mi kapida abla bayilirsam😔
19.06.2025 20:40
YA ABI COK IYI
19.06.2025 17:17
Anıl diye hüngür hüngür ağlayabilirim tam şu an, Anıl'ı tekrar tekrar okumak, onun o saf duygularına eşlik etmek o kadar hoş ki... Büyüdüğünde de aynı hissi veriyor olması bence onun içinin hep aynı kaldığının göstergesi. Onun Özgür'e olan bağlılığı ve aralarındaki bağ beni çok duygulandırıyor ve Pınar'ımın da, Yosun'umun da, Anıl'ımın da ortak bağlarının Özgür olması, aslında Özgür'ün de ne kadar derin bir ruh olduğunun göstergesi. Bilmiyorum ben Anıl'a karşı çok anaç bir insanım, onun güvenilirliği beni kendine çekiyor hep ve sadakati. Bu son bölümlerde de mesela Yosun'a ayar da olsa o deniz kıyısına gelen tek kişi oydu, bir sığınak gibi omzu var ve bir kere sarılsam her şeyi unutturacakmış gibi geliyor. Yaşadıkları çok ağır elbette ama şu anki kişi olmasına katkı da sağlamış maalesef çok kötü bir şekilde de olsa... Onunla kendimi en benzettiğim nokta gerçekten hiç bitmeyen içindeki sevgisi ve sadıklığı, tabii sevdiklerine karşı. Yapılan şeyi unutmuyor iyi de olsa kötü de olsa ve kötü işlere bulaşırken bile hep en iyiye yoracak şekilde devam ediyor. Ani çıkışlarla ettiği küfürler beni bu evrende kahkaha attıran tek şey ve bu cehennemde olan en masum kişi bence... Onun mutluluğunu, kıskançlıklarını, küfürlerini okumak aşırı keyif verici. Umarım gerçekten en mutlu olacağı hayata erişir bu kitapta (Bay K. ile evlenmece) çünkü Pınar'ımdan sonra bir değerlimin daha gitmesini kaldıramam Yosun'un velet de gitti zaten pü. Anıl atağım burada sona ermiştir, teşekkürler. Not: Attığın AI'larda zihnime uymayan tek isim Anıl bu arada benimki çok daha farklı ve bana göre çok hoş söylemek istedim...
19.06.2025 12:25
:) ah Pınar
19.06.2025 12:24
o anda bağıramayan Pınar'ın artık hiç susmayacak tilkim.. sonsuzluğa karıştı.
19.06.2025 12:23
bu cümle kalbime işledi.
19.06.2025 12:22
şurda kıskanmadım değil.. keşke şu şekil kıyamasan Yosun'uma be Özgür (gerçi açıklamasını da bi sonraki bölümde yaptı ama olsundu 😔)
19.06.2025 03:25
gerçekten özgür etkisi diye bişey var
18.06.2025 17:57
O tilkilerin yaşı yok bence
17.06.2025 20:35
taş çatlasın 17 yasindayimdir basladigimda bu kitaba ve lise okuyordum ne olucagim hakkında bir fikrim bile yoktu korkuyordum şimdi 25 e giriyorum temmuzda ve nisanlandim hala hicbirsey olmadım okuduğum anestezi bölümünü bile yapmıyorum hala korkunç hayat ama burası fazla safe ve evdeymis gibi benim için duygulandım 🥹💖
17.06.2025 19:50
Yıllar yılı önce başlamıştım bu kitaba. O an ruhumun ilacı olmuş hayatta yeniden bağlanmamı sağlamıştı ve şimdi onları tekrar okumak öyle iyi hissettiriyor ki büyüdüm ama onlarla beraber yeniden küçüğüm sanki...
17.06.2025 19:01
Şükür yorum yapma özelliği geldi de kendi kendime önceden söylediklerimi yazabiliyorum 😂
17.06.2025 19:00
Bu işin sonunun nereye varacağını önceki kitaplardan bilince insan içi daha buruk okuyor 🥲