"Çalıntı Cennet"

Özgür’ün kucağında, nereye gittiğimizi bilmeden ilerlerken ona söz vermeme rağmen birkaç saniyede bir gözlerimi minik aralıklarla açıp ona bakıyordum. Tekrar yok olmasından o kadar çok korkuyordum ki, diğer bütün korkularımı o an gölgede bırakıyordu bu. “Gözlerini kapa dedim” diye beni uyarırken, yere eğildi birden. Gözlerimi kapayamadım yine de. Küçük bir kapıdan, depo bozması bir yere girdik. Kapının hemen dibine çöktüğümüzde, beni hala sımsıkı kucağında tutuyordu. Göz ucuyla bana bakarken, “Sözümü dinle” diye uyardı tekrar. O sırada duyduğum bir ayak sesi, öyle çok korkuttu ki istemsizce gözüm kapının kenarındaki minik aralığa kaydı. Bir çift bacak görüş açıma girdiğinde parmaklarımı Özgür’ün göğsüne geçirdim panikle. Ameliyathanedeki adam mı gelen?

Özgür, sımsıkı tuttuğu bedenimi hiç gevşetmeden kendine çekti. Kapıdaki küçük aralıktan dışarıyı kontrol ederken; bedenimi, sesimi hatta nefesimi dahi kontrol edemediğimi bildiği için olsa gerek eli ile ağzımı kapattı. Dudaklarımla birlikte burnumu da kısmen kapatıyordu. Nefesimi kesen parmak boğumları kan kokuyordu. İstemsizce bir anlığına kapadığım gözlerimi aralayıp, dudaklarıma bastırılmış eli çektim. Gerçekten de, yağmurun seyrelttiği kan ince yollar yapmış ve parmaklarından aşağı akmıştı.

Birini mi yaraladın Özgür? Yoksa peşimizdeki adamı mı?

Özgür, elini hızlıca çekip tekrar ağzımı kapadı. Sanki nefes sesimin bile duyulmaması gerekiyordu. Diğer eliyle de söz verdiğim halde kapatmadığım açık gözlerimi perdeledi. Bütün duyularımı kapatıp, gerçek dünyada düştüğümüz kabustan beni uzak tutmaya ve zaten hali hazırda tam olarak yerine gelmeyen gerçeklik algımı iyice öldürmeye çalışıyordu. Ama hala kulaklarım açıktı ve dışarıdan gelen sesleri duyabiliyordum.

“Sen aşağı in çıkışı kapat” dedi boğuk sesli bir adam. “Engin’e söyle, diğerleri içeriyi arasın.” Adam sakin konuşuyordu ama bir sebepten kendine güvendiği belliydi. Sakin tavrı, tehditkarlığını örtemiyordu bile. “Sakın elinizden kaçırmayın, belanız olurum” dedi bastıra bastıra. Karşısındaki adam “Hiçbir yere kaçamazlar sen merak etme” diye cevap verdi. Özgür bu cümleyi duyar duymaz sadece benim hissedebileceğim şekilde güldü. Nedense, bu sessiz gülüş daha tehditkardı.

İki çift ayak oradan uzaklaşırken, boğuk sesli adamın olduğunu tahmin ettiğim bir homurdanma duydum. Adamın ayak sesleri, yağmur seslerine karışırken kendi etrafında döndüğü belliydi. Özgür, kulağıma “Sakın ses çıkarma” diye fısıldayıp yüzümdeki ellerini çekti. Boşlukta kalan başım, göğsüne düşerken gözlerimi belli belirsiz araladım. Cebinden çıkardığı telefona bir şeyler yapıp ayak ucuna bıraktı. Beni tekrar sımsıkı tutup, ses çıkarmamak için dikkatlice ayağa kalkarken “Sıkı tutun düşme” diye tembihleyip geri geri yürümeye başladı.

Ellerimi koluna geçirirken gelişigüzel sarılmış ve kanlar içindeki kolunu fark ettim. Bir an, Özgür’ün sessiz kalmam gerektiğini söylediğini hatırlayıp dilimin ucuna gelen çığlığımı içime yuttum.

Neşteri koluna geçirdiğim kötü adam… Özgür müymüş?

O an kimlerden kaçıyorduk, neyin içine düşmüştük… Özgür neden beni ameliyathanede öylece tutuyordu ve ne amaçlıyordu bilmiyordum. Belki birazdan terastaki adam bizi yakalayacaktı. Belki Özgür beni tutamayıp düşürecek, her şey mahvolacaktı. Düşünebileceğim milyon tane korkutucu senaryo ve cevabı belirsiz soru varken, aklım Özgür’ün kanayan koluna takılmıştı. Yüzümü boynuna bastırdığımda, gözyaşlarımın göğüs kafesine doğru süzüldü. Derin bir nefes çektim içime bir nebze sakinleşebilmeyi umarak. Başarılı olamayınca gözlerimi usulca tekrar kapattım ve içine düştüğümüz kabustan beni kaçırmasına izin verdim.

Geri geri giderken, göremediğim ama hissettiğim bir açıklıktan gelen rüzgar enseme değdi. Tam o an, bir telefon sesi bulunduğumuz yerde çınladı. Korkuyla daha sıkı tutundum kollarına. Terastaki adamın bizi fark edeceği korkusuyla kalbim hızlandı. Gözümü açtığımda çalan telefonun uzaklaştığımız kapının hemen önünde olduğunu fark ettim. Özgür’ün telefonu neden orada ve sesi açık bir şekilde bıraktığını düşünürken kapı bir tekme ile açıldı. Koşar adım gelen adamın ayak sesleri içeride yankılandığı an, Özgür de koşmaya başladı. O kadar hızlı koşuyordu ki, sarsıntıdan tekrar gözüm karardı.

Hata değildi… Bilerek dikkat dağıtmak için yapmış.

Özgür’ün kafasındaki tilkileri hafife aldığımı fark ettim o an. Bunun sebebi ise, Cehennem Evi’ndeki yıkılmış halinin hatırımdaki son hali oluşuydu. Kendime kızmaya bile zamanım yoktu. Beni kucağında sımsıkı tutarak dar bir merdivenden aşağıya koşarken, boğuk sesli adamın çığlıkları peşimizde yankılandı. “Hiçbir yere kaçamayacaksın, dur orada!” Bir el silah sesi patladı. Korkuyla daha da sindim tutunduğum kucağa. Özgür, tiz bir kahkaha atıp “Siktir oradan” dedi ve birden paldır küldür bir aracın arka kapısından içeri daldı.

Fırlatıldığım zeminde acıyla kıvranırken, araç son sürat hızla ilerlemeye başladı. Hiçbir yere tutunamadığım için geriye devrildim. Özgür, arka kapıyı iki eliyle kendine çekip kapatırken, siren sesi çığlık atar gibi yankılanmaya başladı.

Polis mi yoksa?

Aklıma, Cehennem Evi geldi. Siren sesi zihnimdeki o anıyı tekrar tekrar yaşatırken bana, buz gibi bedenim anılarımdaki o yangın ile yanıyordu sanki. Özgür, dizlerinin üstüne bana yaklaşıp, üstüme eğildi. Yüzümü tutup, sanki her şey normalmiş gibi “Canın çok acıdı mı” diye sordu. Gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırırken, ıslak bedenimin aksine kupkuru olan boğazımdan kelimeler güçlükle çıkabildi. “Siren…” diyebildim. “Sirenler…”

Yüzü hala yüzümün yakınındayken, elini başımın altına yerleştirip beni usulca kaldırdı. “Rahatsız mı ediyor” diye sordu rahat tavrını koruyarak. Doğrulduğum an gözüm sedyeye kaydı. Siren sesi, polislere ait değildi. Ambulanstaydık.

“Nasıl…” diyebildim kendi kendime. “Neden?”

Özgür, kafamın daha da karıştığının farkındaydı. “Düşünme” dedi sadece. “Kendine izin ver biraz.”

Siren sesleri acı acı bağırırken, ambulans o kadar hızlıydı gidiyordu ki, zihnim yetişemiyor gerisinde kalıyordu zamanın. Düşünmek istesem de, pek beceremiyordum zaten. Elimle, sedyeyi kavrayıp ayağa kalkmaya çalışırken Özgür belimden kavradı ve beni kolayca kaldırıp sedyenin üstüne bıraktı. “Biraz uzan…”

Dediğini yapıp kendimi sedyeye bıraktığı an, başımın ne kadar döndüğünü ancak fark edebildim. Sadece hızdan ya da siren sesinden değildi. Zihnim şimdiki zamana adapte olmak ve gerisinde kaldığı günleri yakalamak için daha hızlı koşuyordu. Midem bulandı. Elimi boş olduğu belli olan midemin üstüne bastırdım. Tuttuğum tüm gücüm, parmak uçlarımdan çıkıp giderken, ara ara siyaha düşen zihnim tamamen renksizliğe teslim oldu.

Birkaç dakika zihnimin düştüğü siyahlıkta debelenip, tekrar kendime geldiğimde ensemden tutup beni hafifçe kaldırmış olan Özgür bana su içiyordu. “Bir yudum daha…” Güçlükle birkaç yudum daha alıp, kendimi tekrar sedyeye bıraktım.

“Neden ambulanstayız” diye sordum. Fısıldamışım gibi çıktı sesim. Özgür, sedyenin yanına dizlerinin üstüne çöktü. Benim, sadece birkaç yudum içmeyi becerebildiğim için hala dolu görünen şişeyi dudaklarına götürüp büyük bir yudum aldı. “Kaçıyoruz” dedi alelade bir şey söyler gibi.

“Neden…” diye sordum cevabından deli gibi korksam da.

Gözlerini benden kaçırıp, baş parmağı ile alnımı okşamaya başladı. “Çünkü planımı bozdun” dedi usulca. “Kaçmaktan başka çaremiz yok şu an.” Alnımı okşadığı baş parmağını usulca kaydırıp, dudaklarıma indirdi. Sanki cevap vermemi istemiyormuş gibi parmağını dudaklarıma bastırdı. “Senin yüzünden bütün planım alt üst oldu.” Dudaklarımı aralayıp, bir şeyler söylemek daha doğrusu peş peşe sorular sormak istedim. Ama sadece, ince bir nefes çekebildim içime. Gözlerini tekrar gözlerime dikti. Alay eder gibi kıvırdığı dudaklarından düşen her kelime, anlamına ters düşecek kadar rahat çıkıyordu. “Her şeye baştan başlamamız ve tüm dünya ile baştan savaşmamız gerekecek” dedi. Eğilip, sigara kokusunun yer ettiği dudakları ile dudağıma minik bir buse kondururken ona karşılık veremedim. Alnını, koluma yasladı birden. Derin bir nefes çekti içine. Ne düşündüğünü çözmek istedim. Elimi saçlarına götürdüm usulca. Sanki o dokunuş gerçekten aklını okumamı sağlayabilmiş gibi sıçradı birden. Geri çekilip, sırtını arkasındaki panele yasladı. Cebinden, ezilmiş bir sigara paketi çıkarıp bir dal sigara yaktı. Ambulans sarsılarak ilerlerken, dudaklarından dışarı sızan duman dans eder gibi görünüyordu.

Kendi kendine gülümsedi birden. Konuşacak gücüm yoktu ama dinlemek için can atıyordum. Yattığım yerde doğrulup, sırtımı tıpkı onun gibi aracın paneline yasladım. Ayaklarımı aşağı sarkıtırken, üstüme giydirdiği ceketine sımsıkı sarıldım. Bana bakıp, her hareketimi incelerken, gülümsemesi biraz daha büyüdü. “Ama biliyor musun…” dedi usulca. “Yine de içimdeki şu dürtüye engel olamıyorum.” Sigarasından aldığı nefesi bana gelmemesi için dudağının kenarı ile diğer tarafa üflerken gözleri de dumanı takip ediyordu. “Her şeyi mahvetmen için tekrar tekrar dünyaya gelmek istiyorum.”

Ağlamak istedim. Hayatta hiçbir şeyi başaramadığımı, kendi hayatımı ellerimle mahvettiğimi düşündüğüm için sanırım; duyduğum cümle haddinden fazla romantik geldi. Gelmemeliydi. Gelmese iyiydi.

İçime, nefes yerine kapalı alanda sızacak bir yer bulamadığı için havada asılı kalan sigara dumanını çektim. İçim de, bedenim gibi titredi. Birkaç dakika sadece onu seyrettim. Zihnim hala parçalar halindeydi. Birleşmiyor, anlamsız bazı anıları önüme diziyordu. Yüzündeki ifadeden, başımıza gelenleri çözmeye çalıştım. Ama olmadı. Bir ambulansta, kulaklarımız siren sesleri ile parçalanırken o kadar rahat görünüyordu ki, şaşırmayı becerebilsem şaşıracaktım. Rahatlığını bozan tek şey, kolundaki yaraydı. Ara ara, rahatsız oluyor gibi omuzunu hareket ettiriyordu. Birden aklıma o yarayı benim açtığım geldi. “Özür dilerim…” dedim usulca.

Kaşlarını usulca çatıp, “Ne için” diye sordu.

“Kolun…”

Kafasını iki yana salladı. “Önemli bir şey değil” dedi. “Benim hatam.”

“Nasıl senin…“ Sözümü hızlıca kesip “Benim hatam” dedi bastıra bastıra. “Çünkü senin ne kadar güçlü olduğunu unutmuşum.” Güldü. “O ilacın senin kilonda birini günlerce uyutması gerekirdi. Ama sen yine ne yapıp edip ayağa kalktın.”

Başka bir soru daha… Gerçekten, neden beni uyutması gerekmişti ki? Neden ameliyathanede o halde yatıyordum? Zihnimde soru çok uzundu ama gücüm sadece “Neden yaptın” demeye yetti. O anlardı zaten. Anlamıştı da.

“Yapmam gerekti” diye cevap verdi usulca.

“Kimden kaçıyoruz?”

“Birçok kişiden.”

“Tehlikede miyiz?”

“Baya.”

“Teşekkür ederim.”

“Bu ne için peki?”

“Bu defa tek kaçmadığın için.”

Ayağa kalkıp, sedyede yanıma oturdu. Beni dikkatlice kendine çekti. İçine öyle derin bir nefes çekti ki, hala düzensiz nefes aldığım için neredeyse kıskanacaktım. “Bundan sonra bize tam olarak ne olacak bilmiyorum” dedi. “Ama seni korumak için bir kere yalnız bıraktım, işe yaramadı. O yüzden bu defa seni tek başına bırakmayacağım. Ne olursa olsun…”

“Ne olursa olsun mu?”

“Ne olursa olsun” dedi kendinden emin bir şekilde. Daha önce hiç böyle bir söz vermemişti bana. Şaşkınlığım, mutluluğum ve endişem birbirine geçti. “Keşke sana daha güzel sözler verebilseydim ama… Sana sunabileceğim tek şey, bu. Hastalıklı zihnimi iyiye kullanabileceğim, tek kişi sensin. O yüzden, bu defa bencillik edip yanında kalacağım.”

“Sana ne oldu Özgür? O geceden sonra…”

“Hatırladım” dedi usulca.

“Neyi?”

“Gerçek Özgür’ü.” Güldü yine. “Senden önceki Özgür’ü… Seninle olan Özgür’ü… Hepsini hatırladım. Senden sonraki Özgür’den ne kadar nefret ettiğimi daha iyi anladım.” Bakışlarını benden çekti sanki utanır gibi. “Gözüm öfkeden kör olmuştu. Hayattaki tek amacım, Pınar’ı incitenlerden intikam almaktı. Elimde bundan başka tutunacağım başka bir şey yoktu.” Elimi sımsıkı tutup, “Ama hatırladım” dedi tekrar. “Aslında tutanacak bir şeyim daha varmış.”

Elimi tutan parmaklarına tırnaklarımı geçirdim. Duygularım bir yumak gibi iç içe geçtiğinden ve onları ayrıştıracak gücüm olmadığından ne hissetmem gerektiğini tam olarak bilemedim. Zihnim her saniye daha da açılırken, en son hatırladığım anıda ona ne kadar öfkeli olduğum gerçeği yüzüme çarptığı için tozpembe hayaller kurup mutlu olamadım. Ama kötü de hissettirmedi. Cılız bir umut, zihnime hafifçe değmişti sadece. Çaresizce “Bana da hatırlat…” diyebildim. “Lütfen…”

“Hatırlattığımda, beni hala sevmeye devam edecek misin?”

“Ne zaman bırakmıştım ki?”

Kafasını geri atıp, gözlerini kapadı. Gülümsedi. “Asla bir araya gelmemeliydik” dedi kendi kendine. Beni saran kollarını iyice kenetledi. “O gün asla evine girmemeliydim.” Eğilip, saçlarıma bir öpücük kondururken, dudaklarını kulağıma dayadı. “Ama artık… Durdurulamayız” diye fısıldadı. Alnını, başıma yaslayıp tekrar öptü şakaklarımdan. “Durmak da istemiyorum gerçi…”

Neden içinde olduğumuzu anlamadığım ambulans, son sürat ilerlerken yalpalayan vücutlarımız giderek birbirine geçti. Zihnim tamamen uyandığında ve yaşadıklarımızı tam olarak algıladığımda ne hissedeceğimi bilmeden o anki sıcaklığın beni ele geçirmesine izin verdim. Her ne kadar o sıcaklığın, odunlarını ellerimizle taşıdığımız ve ateşini birlikte yaktığımız kişisel cehennemimizin bir yansıması olduğunu bilsem de…

Başım Özgür’ün omzunda, gözlerim boşluktaydı. Hiçbir şey konuşmadan öylece duruyorduk. Özgür ara ara sigara yakıyor, içeriyi iyice dumanla dolduruyordu. Siren sesine kulağım bir müddet sonra o kadar çok alışmıştı ki, ses kesilince birden sıçradım. Özgür, “Daha gelmedik” dedi yanlış anladığımı fark edip. O’na cevap vermeden, ağırlığı giderek artan kafamı tekrar omzuna yasladım.

Sessizdi. O kadar sessizdi ki, ıssız bir yoldan geçtiğimiz belliydi. Siren seslerinin o yüzden kesildiğini anladım. Nereye gittiğimizi sormak istedim ama cevap alamadığım onlarca sorudan sonra gereksiz geldi. Hoş, ambulansı kimin kullandığını ve onunla bizi neden ve nasıl kaçırdığını da merak etmeye başlamıştım ama… Onu da elbet araç durunca öğrenecektim.

Uzun bir yolculuğun ardından, zaman ve mekan algım giderek silindi. Bir anlığına içim geçmiş olacak ki, ambulansın arka kapısı gürültüyle açıldığında sıçrayarak uyandım. Gözlerim açık kapıyı bulduğu an gördüğüm ilk yüz Bay K’ninki oldu. Şaşkınlık ile kafamı Özgür’ün omzundan kaldırıp “Çınar…” dedim usulca. Dudaklarım istemsizce yukarı kıvrıldı. Özgür’ün yokluğunda yaslandığım kişiydi sonuçta. İçimde ona karşı hep anlamsız bir güven hissi vardı. Komiktir, yaşadığım bir çok şeyin sebebi de oydu ama…

Özgür, sanki Bay K’ye ismi ile hitap etmemden rahatsız olmuş gibi bana sardığı kollarını usulca sıktı. Bay K, belli belirsiz gülümseyip doğrudan bana bakarak “İyi misin” diye sorduğu an ben daha cevap veremeden, tanıdık ve ökeli bir ses “Eminim çok iyidir” diyerek benim yerine cevap verdi.

Anıl’dı.

Gözlerini devirip, parmaklarını uzun saçlarına geçirip geriye attı. İçini çekip, laf sokar gibi “İnmeyi düşünüyor musunuz” diye sordu. Bir adım daha yaklaşıp içeri kafasını soktuğunda Özgür’ün kanayan kolunu fark etmiş olacak ki kaşlarını çatıp, “Koluna ne oldu” diye bağırdı endişeyle.

O kadar bendi ki tepkisi, gülesim geldi. O anki durumumuzda Özgür’ün kanayan kolu için endişelenmek bir bana, bir de Anıl’a yakışırdı zaten.

Özgür, “Önemli bir şey değil” diyerek geçiştirip, beni kucakladı. Dikkatlice ayağa kalkarken, ambulansın kapısına omzunu yaslamış Bay K kendini çekip öne atıldı. “Ben taşırım, kolun iyi görünmüyor.”

Özgür Bay K’ye cevap bile vermeden beni sımsıkı tutarak ambulanstan aşağı indi. Gözüm hala Bay K’deydi. Kafamdaki onlarca cevapsız soruya, birkaç tane daha eklenmişti ama onun mimiksiz yüzünde de bir cevap bulamayacağım aşikardı.

Özgür, ağaçların arasına saklanmış, ıssız ve ürkütücü görünen kocaman bir evin kapısına doğru ilerlerken, omzunun üstünden gerimizde kalan Bay K ve Anıl’a baktım. Bay K, ambulansın arka kapısını örterken, gergin görünen Anıl “Ne yapacağız bunu” diye soruyordu.

Uzaklaştığımız için giderek azalan sesine rağmen oldukça sakin konuştuğunu duyabildiğim Bay K “Garaja saklayalım” dedi. Anıl, elindeki anahtarı Bay K’ye doğru fırlattı. “Sen hallet o zaman.” Cevap beklemeden ona sırtını dönüp bizim arkamızdan yürümeye başladı. Nedensizce, Anıl ile göz göze gelmek beni gerdiği için kafamı hemen geri Özgür’ün göğsüne gömdüm.

Kapının önüne geldiğimizde, Özgür beni yere bıraksın diye usulca kıpırdandım. “Yere bırakabilirsin beni, iyiyim” dedim yalan söyleyerek. Kafasını iki yana sallayıp “Bırakmak istemiyorum” dedi. Gücünün azaldığı usulca titremesinden, kolunun kötüleştiği tek bir kuru yerin kalmadığı kanlı sargı bezinden belliydi. Sırtını yavaşça duvara yasladı güç almak için. Sesimi olabildiğince kısarak “Nereye geldik” diye sordum. Bana bakıp, gülümsedi. “İçeri girince öğreniriz.”

Anıl’ın homurdandığını duyduğum için bir soru daha soramadım. Bir süre kapının önünde öylece bekledikten sonra Bay K’nin her zaman aynı tonda işitilen ve beni rahatlatan sesi geldi. “Beklettim sizi… Daha önce hiç ambulans park etmemiştim de, zor oldu biraz.” Komik mazeretini sunarken benimle küçük ve kısa bir göz teması kurdu. Ardından anahtarı deliğe geçirip, içeri geçebilelim diye kapının kilidini açtı.

O an yine gecikmiş bir aydınlanma yaşadım.

Geldiğimiz o gösterişli ve ürkütücü ev, Bay K’ye aitti.


Kaç katlı olduğunu çözemediğim evin, giriş katındaydık. Karanlıktı ve göz gözü görmüyordu. Bay K, ışıkları açmak yerine, köşede duran abajuru ve birkaç mumu yaktı. İçerisi kısmen aydınlandığında, bulunduğumuz salonun ne denli büyük olduğunu ancak fark ettim. Özgür, beni tekli koltuğa bırakırken üstümde yalnızca ince bir ceketin olduğunu hatırlamışım gibi bacaklarımı birbirine kenetleyip ceketin uçlarını çekiştirdim istemsizce.

Bay K, mobilyaların üstündeki örtüleri kaldırırken; Özgür de sanki kafasında yeni bölgesinin haritasını çıkarıyormuş gibi dikkatlice etrafı tarıyordu. Yeni girdiği her yerde yaptığı gibi… Anıl ise… O’na bakmaya hala cesaretim yoktu.

Bay K, rahatsız oturuşumu fark etmiş olacak ki içeriye gidip elinde bir takım eşofman ile geri döndü. Önümde diz çöküp, kıyafetleri kucağıma bıraktı. “Bunları giy.”

Gülümsedim. “Teşekkür ederim…” dedim usulca.

Bay K, elini elimin üstüne yerleştirip kelimelere dökmeden “rica ederim” der gibi elimi sıktı. Pek gülmezdi. Gülse de bir anlamı olmadığını bilirdim. O yüzden dudaklarını hareket ettirme zahmetine girmedi.Tanıdık bir histi bu, hoşuma gitti. Yavaş yavaş normale dönerken, o tanıdık hisse tutunmak istedim. Fakat Özgür, sanki Bay K ile yan yana durmamdan rahatsız oluyormuş gibi, onunla bakışlarımızın arasına perde gibi indi tekrar. Elini uzatıp “Hadi gel, üstünü değiştirelim” dedi.

Bay K, hemen geri çekilip Özgür’ün beni yerimden kaldırmasına izin verdi. Bu defa, beni kucağına almak yerine elimi tutup bana dayanak oldu. Yürürken, Anıl’ın gözlerinin üstümde olduğunu hissedebiliyordum. Varlığım onu rahatsız ediyormuş gibiydi. Ama hatıralarım geriden geldiği için en son ne yapmıştım da onu bu denli kızdırmıştım bir türlü bulamıyordum. Belki de sadece Özgür’ün planlarını mahvettiğim için kızgındı.

Özgür’ün elini tutarak yürürken, bulunduğumuz katın koridoruna çıktık. Gözüm, koridorda asılı fotoğraflara kaydı. Oldukça gösterişli bir çerçevenin içinde duran iki yaşlı yüzden biri daha önce yüz yüze de tanışmış olduğum Bay K’nin annesine aitti. Diğeri ise, benim, Özgür’ün ve Anıl’ın hayatını karartan adama… Bay K’nin babasına aitti. Gözlerimi kaçırıp, Özgür’ün o yöne bakmamasını umdum. Bay K’ye olan öfkesini anlasam da, öfkesini ona yöneltmesini hiç istemiyordum.

Koridorda önümüze çıkan ilk odaya girdik. Küçük bir misafir odasıydı. Seksenli yıllardan kalma gibi görünseler de, oldukça pahalı oldukları belli olan mobilyalarla döşeli oda kırmızı ve altın rengi ağırlıklıydı. Bay K’nin ailesinin gösterişe ne kadar düşkün olduğunu bildiğim için ben şaşırmasam da, Özgür alay eder gibi güldü. “Bu herifin ailesi niye hep pavyon gibi döşüyor evlerini?”

Kadife bir örtünün serili olduğu yatağa oturduğum an, geç de olsa söylediği şeye takıldım. Panikle “Çınar’ın ailesinin evini daha öne görmüş müydün ki” diye sordum.

Özgür, elindeki eşofman altını lastik kısmından tutup açarken “Benim görmediğim hiçbir şey yok Yosun” dedi kendinden emin bir şekilde. “Hele ki daha önce sen de görmüşsen…”

Omuzlarımı düşürdüm. Neden ve ne amaçla gitmişti kim bilir… “Annesinin hiçbir şeyden haberi yok” dedim, saçma bir koruma iç güdüsü ile. Özgür önümde eğilip, eşofmanı bacaklarıma geçirmeme yardım ederken, histerik bir kahkaha attı. Özgür’ün o kadına zarar vermesi imkansızdı, farkındaydım. Ama onlarla kurduğum bağ yüzünden haddinden fazla hassas davranıyordum. “Neden gitmiştin peki oraya” diye sordum konuyu kapatmasına izin vermemek için. “Ve nasıl girdin içeri?”

Eşofmanı üst baldırıma kadar kaydırıp gerisini ben halledeyim diye geri çekildi. “Bay K’nin babasının sakladığı bazı belgeleri bulmaya gitmiştim” dedi dürüstçe. “İçeri kendim olarak girmedim, merak etme” diye ekledi. “Güvenlik şirketi çalışanı gibi girdim.”

Hemen ikna oldum. Özgür’ün o deney ekibini araştırdığını biliyordum. O eve girmemiş olması şaşırtıcı olurdu diye düşünüp konuyu kapatmasına izin verdim. Üstümdeki ceketi çıkarırken, sanki daha önce görmediği bir şeymiş gibi ellerimle göğüslerimi kapadım. Yüzüne bakmadım ama eminim bu da onu güldürdü. Üstüme bol, beyaz bir tişört geçirdi önce. Tişörtü kollarım içeride kalacak şekilde aşağı kaydırdı. İçinde kaybolan ince kollarımı, güçlükle bulduğum deliklerden dışarı çıkardım. Elindeki eşofman üstünü bana giydirirken artık daha fazla dayanamayıp “Neden bana böyle davranıyorsun” diye sordum.

“Nasıl davranıyorum?”

“Böyle…” deyip, neyi kastettiğimi uzun uzun anlatmadan onun anlamasını umdum. Anladı da. Yatakta yanıma oturup, çenemi tuttu. Yüzümü kendine doğru çevirip, “Üç gündür bilinçsizce yatıyorsun Yosun” dedi sakince. Bir sorumun cevabını daha gizlemişti cümlesine. Demek üç gündür bilinçsizdim. “Bedenin çok güçsüz. Ayrıca kanında hala bir sürü ilaç geziyor. O yüzden… Toparlanana kadar sana bakmama izin ver. Tamam mı? Sonra zaten sana bakacak zamanım pek olmayabilir. Tadını çıkar.”

Özgür başka bir cümle kuramadan, kapı tıklatıldı. O korktuğum ses “Bebek bakıcılığını kes de içeri gel” diye bağırdı. “Yaranı temizleyelim!”

“Anıl beni korkutuyor” diye fısıldadım. Bu, Özgür’ü güldürdü. “Sen burada dinlen istersen” deyip, ayağa kalktı. Bileğinden tutup, ondan aldığım güçle ben de ayaklandım. “Tek kalmak istemiyorum” dedim usulca. “Ben de içeri geleyim.”

Özgür hiçbir şey söylemeden, elimi tuttu ve kapıya doğru yürümeye başladı. Gerçekten de… Sözünü tutuyordu. Bu alışık olmadığım garip tavrı, bir yandan mutlu ediyor diğer yandan ürkütücü geliyordu.

Salona geri döndüğümüzde, ilk fark ettiğim şey yanan şömine oldu. Çıkardığım yangını anımsattığı için sanırım, ateşi gördüğüm an kalbim sıkıştı. Beni anlamakta benden daha hızlı olan Özgür Bay K’ye “Şömineyi söndür” dedi hızla. Tuttuğum elini sıkıp “Gerek yok” dedim. “Sorun değil…”

Bay K ona emir veren Özgür’e değil, bana baktı doğrudan. Kafamı usulca sallayıp “Gerçekten” dedim ona ikna etmek için. Kendimi tekrar tekli koltuğa bırakmak yerine, şömineyi görmeyeceğim bir köşede duran koyu yeşil büyük kanepeye attım. Özgür, bir süre benim hareketlerimi izledikten sonra bana bakacak şekilde salonu ikiye ayıran küçük yükseltiye oturdu.

Anıl, kaşını kaldırıp kolunu kastederek “Nasıl oldu bu” diye sordu merakla. Özgür, “Bilmem” diyerek soruyu geçiştirmeye çalışırken, günah çıkarmak ister gibi “Ben yaptım” dedim çekinerek. “Yanlışlıkla…”

Anıl bana bakıp, iğneleyici bir tonda “Bravo” dedi sadece. Anıl bana ne zaman böyle davransa araya giren Bay K, “Dikiş atmamız lazım” diyerek elindeki tıbbi malzemelerle Özgür’ün yanına çöktü.

Bay K’nin hangi malzemeleri getirdiğini kontrol eden Anıl endişeyle “Uyuşturmadan direkt dikmeyeceksin, değil mi” diye sordu.

Özgür’ün dudakları alaycı bir tavırla yukarı kıvrıldı. Ayak ucunda duran sigara paketinden bir dal sigara çıkarıp, kahkahasını bastırmak ister gibi dudaklarına yerleştirdi. Sigarasını tutuşturduğu an, omzunu hafifçe saldı. Bay K, onay aldığını anlayıp rahatça kolundaki kandan beyazlığı görünmeyen sargı bezini açmaya başladı. O, istemeden açtığım yarayı dikkatlice temizlerken, Anıl tam olarak neden olduğunu anlamadığım bir öfke ile ayaklanıp köşedeki içki sehpasında duran şişelerinden birini kaptı. Kristal şişenin kapağını çekip bir kenara fırlatırken, gözü Özgür ve Bay K’nin üzerindeydi. Şişeden bir yudum dahi almadan hızlıca geri döndü ve Özgür’e uzattı. “Şundan iç bari, daha az hissedersin.”

Özgür’ün gülmemek için sıktığı dişlerinin arasındaki sigaranın külleri ayakkabısının ucuna dökülüyordu. Dudakları iyice yukarıya doğru kıvrılırken, Özgür’ün bu tavrı Anıl’ı rahatsız etmiş gibi “Ne gülüyorsun orospu çocuğu” diye bağırdı. Ona alay eder gibi bakmaya devam eden Özgür’ün dudaklarındaki yarım sigarayı çekip aldı. Çaldığı sigarayı sıkıştırdığı parmakları ile Özgür’ün yanaklarının iki yanına bastırıp, az önce alaycı bir tavırla kıvrılan dudaklarının iyice açılmasını sağladı. Elindeki şişeyi bir hışımla döke saça açılan dudaklarından içeri döktü.

Özgür, hafifçe öksürüp gülerek şişeyi çekip aldı. Bay K, yarayı dikmek için hazırlanırken; Özgür “Peki peki” dedi umursamaz tavrını hiç bozmadan. “Aman, daha az acısın canım.” Şişeyi kendi isteği ile dudaklarına götürüp büyük bir yudum aldı. Elindeki ucu hala yanan sigara ile ona dik dik bakan Anıl’ı tatmin etmek ister gibi onun gözlerine bakarak, birkaç yudum daha alıp içki şişesini kenara bıraktı.

Anıl, elindeki emanet sigarayı geri vermek yerine, kendisi içmeye başladı. O an ellerinin titrediğini fark ettim.

Ben kendimde değilken… Nerede olduğumu dahi bilmezken… Neler olmuştu? Anıl da bir tuhaftı.

Bay K, iğneyi dikkatlice Özgür’ün derisine saplarken Anıl kaşlarını çatıp yere çöktü. Özgür, gözüyle ondan çalınan sigarasını işaret edince Anıl yerdeki paketten bir dal sigara çekip yaktı ve ona uzattı. Bir saniye bile ondan ayırmıyordu gözünü. Sanki hiç konuşmadan bir şeyler konuşuyorlardı. Özgür ile birbirimizi anlamak için bazen saatlerce konuşmamız gerektiği gerçeği yüzünden midir bilmem, o an ikisini öyle görmek içimde küçük bir kıskançlık hissetmeme sebep oldu. Belki de imrenmeydi… Bilmiyorum.

Anıl, elindeki sigarayı yerdeki parkede söndürürken bakmadan dahi ne olduğunu gören Bay K “Burayı da yakarsanız sizi saklayabileceğim bir yer kalmaz” dedi alay eder gibi. Anıl, gözlerini devirip “Benimle mecbur kalmadıkça konuşma demedim mi sana” diye çemkirdi. “İşine bak sen…”

“İşime baksaydım, her şeyi riske atıp sizi kaçırmazdım.”

“Gerçekten sen ve o orospunun evladı baban daha en başta işine baksaydı hiçbirimiz şu an bu durumda olmazdık.”

Anıl da öğrendi demek…

Bay K’ye olan öfkesinin altındaki sebep belli olmuştu. O deney gruplarının bir mağduruydu o da. Buna sebep olan adamın ayrıcalıklı bir hayat yaşarken bir de onlara hiçbir şey olmamış gibi yardım ediyor olması sinirlerine dokunmuş olsa gerekti. Ancak henüz bilmediği şey, Bay K’nin hiçbir şey hissedemediğiydi. O yüzden ne derse desin, Bay K rahatsız olmayacak ve her zamanki sakin tavrı ile cevap verip Anıl’ı daha da öfkelendirecekti.

“Eğer biraz olsun öfkeni kontrol altına almanı sağlayacaksa babam ve bana sabaha kadar sövebilirsin, benim için hiç sorun değil.” Tahmin ettiğim gibi, sesinde duygudan eser yoktu.

Anıl’ın gözleri öfkeyle parlıyordu. Yüzüne vuran şöminenin ateşi yüzünden, öfkeden adeta tutuşuyormuş gibi görünüyordu. “Öfkemi kontrol altına alabilmem için ölüp, cehennemde babanı bulup bir daha gebertmem gerekir” dedi tıslar gibi. “Hatta o zaman bile öfkemin dineceğini sanmıyorum.”

Bay K, Özgür’ün kolunu dikkatlice dikerken, Anıl’a laf yetiştirmeyi de ihmal etmiyordu. Yine duygudan yoksun olduğu için alaycı bir şekilde duyulan sesi ile “Dilersen yanımda sakinleştirici iğne var.” dedi. “Her ihtimale karşı tedbirliyimdir.”

Anıl dişlerini sıkarak “Al o iğneleri” derken, Özgür araya girdi. “Anıl…” Kafasıyla, kolunu işaret etti. “Kolumu dikmesi bitsin, sonra devam edin kavgaya.”

Özgür’ün tek lafı ile Anıl’ın yüzündeki ifade anında değişti. Belli belirsiz bir endişe ile “Canını mı acıttı” diye sordu usulca. Özgür hayır der gibi kafasını iki yana salladı. Bu defa alaycı görünmüyordu yüzü. Aksine, onu ikna etmek ister gibi gülümsüyordu.

Her şey o kadar saçmaydı ki, o üçünün tam olarak hangi noktada bir araya geldiğini merak etmeden duramadım. “Bana artık ne olduğunu anlatacak mısınız” diye sordum çekinerek.

Anıl sinirle bana dönüp, “Ne geldiyse başımıza senin merakın yüzünden geldi zaten. Sus iki dakika ya” diye bağırdı.

Bay K, “Sinirini ondan çıkarma” dedi usulca. Gülme zahmetine bile girdi şaka yaptığı belli olsun diye. “Ben ne güne duruyorum burada?”

Ancak bu Anıl’ı sakinleştirmek yerine daha da öfkelendirdi. Ayağa fırlayıp kolu dikilerken rahatça sigara içen Özgür’e, gücümü hala kazanamadığım için paniklemeye bile enerjimin olmadığı bana ve biraz daha sakin görünse öldüğünü düşüneceğimiz ruhsuz Bay K’ye baktı hayretle. “Nasıl bu kadar sakinsiniz ya siz?”

Özgür, sigarasını yere döktüğü içki birikintisinde söndürüp “Sakin ol” dedi usulca. “Paniklemek hiçbir işimize yaramaz şu an.”

Özgür’ün kolaymış gibi söylediği, ama normal şartlarda olsa benim de hayret edeceğim cümlesine Anıl verilmesi gerektiği gibi bir tepki verdi. Histerik bir kahkaha atıp, eliyle dizine vurdu.“Bilgisayar oyununda gibi ambulans çalıp adam kaçırdım lan az önce!” Yaptıkları şeyi cümleye dökünce daha da dehşete düştü. “Ambulansla adam kaçırdık” diye bağırdı tekrar. “Peşimizde hem polis, hem mafya var!”

“Sana bulaşma bu işe dedim” dedi Özgür, kendi kendine. Ona bakmıyordu bile.

Yine, kurulan cümleler beynime birkaç saniye sonra ulaşıyordu. Birden elimi kaldırıp, “Bir dakika” dedim. “Mafya mı?” Kafamı iki yana sallayıp “Polisler nasıl…” Kafamdaki karışıklığı kendi kendime çözüyormuşum gibi “Gerçi en son peşimizdelerdi…” diye mırıldandım. Ama yine de bütün bunlar kafamda bir türlü birleşmiyordu. “Ama nasıl…”

Anıl benim hala yavaş çalışan beynime tahammül edemiyormuş gibi ofladı. “Ne olur sus…” dedi yüzünü ekşitip. “Erkek arkadaşın sana her şeyi sonra detaylıca anlatır. Benim sana olayları baştan anlatacak kadar güçlü bir sinir sistemim yok şu an.”

Bay K’ye döndüm çaresizce. Bilinmezliğe olan tahammülsüzlüğüm giderek büyüyordu. “Çınar… Sen söyle bari. Çok mu vahim durum?”

“Çınar mı…” Anıl bir bana, bir Bay K’ye baktı. “Bay K ne, sahne adın mı?”

Anıl’ın alaycı tavrına, aynı şekilde karşılık verip “Sayılır” diye cevap verdi. Ardından Özgür’ün kolundaki iğneye bağlı ipi kesip, kenara çekildi. “Bitti.”

Anıl hemen Özgür’ün yanına oturup kolunu inceledi. Gördüğü şeyden rahatsız olmuş gibi “Düzgün dikmiştir umarım” dedi huysuzca.

“Tıp fakültesi terk olsa da dikişi beceriyordur herhalde” dedi Özgür. Bay K ile Anıl kadar uğraşmasa da bu alaycı cümlesi laf sokmaktan ziyade onun hakkındaki her şeyi bildiğini gösteren minik bir tehdit gibiydi. Bay K hafifçe güldü. Neyse ki onu incitmelerinden korkmama gerek yoktu. Nasılsa onu incitmeyi kimse beceremezdi.

Ondan nefret eden Özgür ve Anıl’ın takındığı tavrı, içine düştüğümüz durumun ne kadar tehlikeli ve korkutucu olduğunu düşündüğümde Bay K’nin neden kendini riske atıp bize yardım ettiğini düşünmeden edemedim. Gözüm, tıbbi malzemeleri kutusuna geri yerleştiren Bay K’ye takılı kaldı bunu düşünürken. Kutunun kapağını kapatıp, ayaklanırken göz göze geldik. Mimiksiz yüzünde belli belirsiz bir his yakaladım. Sanki, senin için, der gibiydi o an. Gülümsedim.

Ne tuhaftı Bay K ile ilişkimiz… Duyguları bir kaza ile yok olmuş, sonrasında o iyi olsun diye onlarca çocuk babasının ekibi tarafından kurban edilmişti. O’nun duyguları hiçbir zaman geri dönmemiş, o çocukların parçalanan duyguları bir yıkım topu gibi tüm dünyaya ızdırap olarak yayılmıştı. O da bunun peşine düşüp, beni bulmuştu. Tek kişilik bedeninde, yüz kişiye yetecek kadar duygu birikmiş ve bunun altında ezilen beni… Bir parçasını benden emanet alma umudu ile yıllardır beni takip ediyor ve benimle ilgileniyordu. Düşününce babasından bir farkı var mıydı ki?

İşin özünde, o da babası gibiydi. Ama tek fark, o bunu yaparken bana yardım ediyordu. İkimizin de kazançlı çıkmasını umuyor, bunun için çırpınıyordu. Babası ise, tam aksine… Tek derdi kendi oğlunu kurtarmaktı ve bunun için bana ve benim gibi çocuklara zarar vermeyi tek bir saniye bile umursamamıştı.

Bay K salondan çıkarken, gözüm o çocuklardan diğer ikisine kaydı. Yan yana oturmuş, kendi aralarında oluşturdukları bir dili konuşuyorlardı. Onlardan bedenen uzaklaşmam mümkün değildi. Ama ikisinin konuşmalarını izledikçe, kadraj büyüyor onlar ise giderek uzaklaşıyordu benden. Belki de tüm gerçekleri öğrendikten sonra ilk kez o ikisini yan yana gördüğüm içindi. Bağlarının kuvvetini idrak etmem öncesinde mümkün olmamış gibi, aralarında bir yerim yokmuş gibi hissettim.

“Burasının güvenli olduğuna eminsin değil mi?” Anıl, sessizce sordu. Bay K umurunda değildi ama sanki ben duymayayım istiyor gibiydi. Yanındaki içki şişesinden, öylesine alınmış küçük bir yudumu yavaşça yutan Özgür omzunu usulca silkip “Yaşayıp göreceğiz” dedi. Bu cümle o kadar ona ait değildi ki, Anıl da inanmamış gibi baktı ona. Çünkü Özgür birkaç adım öncesini düşünmeden, nefes dahi almazdı. Anıl’ın sessizliğinden onun ikna olmadığını anladı. Usulca gülüp, “Bu ev annesinin adına kayıtlı” dedi tahmin ettiğim gibi. “Benden Yosun’a, oradan Bay K’ye ulaşsalar bile burayı bulmaları zaman alır.” Anıl’a döndü. Elini, onun dizlerine vurdu usulca. “Merak etme. O zamana kadar her şey bitecek.”

Özgür sık sık yalan söylerdi. Ama genelde komik denebilecek kadar ciddiyetsiz konularda… İş, bu tip ciddi meselelere geldiğinde asla yalan söylemezdi. Her şey bitecek diyorsa, biterdi. İyi ya da kötü… Verdiği sözün arkasındaki ürpertici senaryoları düşünürken, ensemdeki kökler bile diken diken oldu. Ama ağzımı açıp, tek laf edemedim. Zaten ikisi de ben yokmuşum gibi, konuşmaya devam ediyorlardı. Özgür, o ana kadar kısmaya tenezzül etmediği sesini biraz alçaltarak “Telefonunu götürdün mü oraya” diye sordu.

Anıl da tıpkı onun gibi, neredeyse fısıldayarak “Götürdüm” diye cevapladı. Güç bela duydum. “Kimliğimi de…” diye ekledi ona sokulup.

“Kimse görmedi seni değil mi?”

“Görmedi, merak etme.”

Özgür, hiçbir şey söylemeden Anıl’a baktı. Ne düşündüğünü tahmin etme oyununa dönmüştü benim için durum. O kadar sık sessiz kalıp, konuşmadan konuşuyorlardı ki bu durum yorgun düşürdü beni. “Konuşun” diye bağırdım kendime hakim olamayıp. İkisi de şaşkınlıkla bana döndü. Üstümdeki bana üç beden büyük eşofmanın kollarını sıvayıp normale döndüğümü sansınlar ve bana ona göre davransınlar diye sırtımı dikleştirdim. “Lütfen” dedim yalvarır gibi. “Benimle de konuşun!”

“Su iç” dedi Özgür. Eliyle, yanımda duran sehpadaki sürahiyi işaret etti. “Su içersen, daha hızlı normale dönersin.” Aklımı okumasından hiçbir zaman nefret etmemiştim aslında. Ama o an, beceriksizliğime kızdığımdan sanırım, bir sinirle sürahideki suyu bardağa boşaltmadan döke saça kafama diktim. Suyun büyük bir kısmı boynumdan aşağı süzülüp, göğsüme kadar inerken; derin bir nefes alıp sürahiyi geri yerine bıraktım. “Oldu mu?”

Küçük bir öksürük sesi ile dikkatim salonun girişinde omzunu duvara yaslamış bizi izleyen Bay K’ye kaydı. Parmaklarını, burnunun ucuna düşmüş gözlüklerine götürüp geriye doğru iterken “Uyumak ister misin” diye sordu. Kafamı iki yana salladım hayır der gibi. “Uyanmak istiyorum” dedim. “Hala uyuyormuşum gibi geliyor.”

Özgür, ayağa kalkıp “Bahçeye çıkalım mı” diye sordu. “Temiz hava iyi gelir.” Vereceğim cevabı beklemeden, yanıma gelip dikkatlice bir eli ile belimi kavrayıp diğer eli ile elimi tuttu. Buz gibiydi. “Üstüne bir şey giy sen de” dedim fısıltıyla. O an, kendimden önce onu düşündüğüm için utanmış gibi diğer ikisi duysun istemedim söylediğimi. “Üşümüşsün.”

Özgür gülmemek için alt dudağını ısırdı. Beni kendine iyice yaklaştırıp, yürümeye başladı. Yavaşça dış kapıya doğru ilerlerken biz; Anıl’a bakıp, “Sen uyu biraz, iki gündür çok yoruldun” dedi. Anıl, bize bakmadan elindeki sönmüş izmarit ile oynuyordu. Ondan cevap gelmeyince üstelemeden Bay K’ye çevirdi kafasını. “Üstüme giyebileceğim bir şey var mı?”


Yağmurun yumuşattığı toprak attığımız her küçük adımda bizi içine çekecek kadar açtı. Hızlı adımlarına alıştığım Özgür, çıplak bedeninin üstüne geçirdiği emanet bir palto ile usulca yürüyordu. Dış kapıdan çıktığımız andan itibaren serbest bıraktığı ellerim, birkaç adımda bir onun ellerine çarpıyordu. Şiddeti azalmış, usulca çiseleyen yağmur aramızdaki sessizliği rüzgarla fısıldaşarak bozuyordu. İçime derin bir nefes çekerken çiğ toprağın, ağaçların odunsu kokusuna karışmış nefesini hissetmek istedim ciğerlerimde. Ama onun yerine beni anlamsız bir şekilde rahatsız eden o paltonun kokusu genzimi yaktı. “Garip kokmuyor mu” dedim. Özgür, kafasını bana doğru çevirip “Babasının çünkü” diye cevap verdi soruma. Doğru ya… Bay K’ye ait gibi görünmüyordu. Muhtemelen babasından kalma bir paltoydu. Kokuyu bastırmak istermiş gibi, pantolonunun cebinden sigarasını çıkardı ve hızlıca yaktı. Henüz bir duman almıştı ki, bana doğru bir adım atıp tam önümde durdu. “Daha iyi hissediyor musun?

Ellerimi, paçaları çamur olmuş eşofmanın ceplerine sokup usulca gülümsedim. Özgür sigarasından bir nefes daha alıp, bana gelmesin diye yana doğru üfledi dumanı. Soğuk hava yüzünden, hafifçe aralık ağzımdan dışarı sızan nefesim bir duman gibi süzülüyordu. Soğuk hava eski günleri yad etmemizi istiyor gibi geldi o an. Burnundan çektiğim sigarayla karışık havayı, bilerek ağzımdan geri üfledim sırf bunun için. Özgür yaptığım şeyi anlamış gibi güldü. “Özlemişim” dedi.

“Neyi?”

“Böyle yan yana durup, senin alakasız şeyleri bile bize yormanı…”

Söyleyeceğim hiçbir şey yeterli gelmeyecekti. Kelimeler beynimde duyulduğu gibi de çıkmayacaktı, emindim. O yüzden hiçbir şey söylemedim. Sadece güçsüz kollarımı uzatıp, yavaşça sarıldım ona. O’nsuz geçirdiğim yıllara, bir yabancıya dönüşmüş haliyle geçirdiğim birkaç hafta da eklenince özlediğim şeyleri birkaç kelimeye indirmem mümkün değildi de zaten. Dakikalarca, hiçbir şey söylemeden sadece sarıldık. Yarınımızın, bugünümüzden iyi olmayacağı gerçeğini birkaç dakikalığına unutarak… Korkularımızı, ayağımızın altındaki ıslak toprağa gömerek… Kendimize olan öfkemizi, Özgür’ün üstündeki ölü bir adamın çirkin kokusu sinmiş paltoya yükleyerek… Kalan günlerimizi düşünmek yerine, pek de iyi olmayan hatıralarımızdaki güzel anları ayıklayıp onlara tutunarak…

“Özgür… Zihnim ilaçların etkisinden tamamen arındığında sana hala kızgın olmaktan çok korkuyorum.”

“Bana kız zaten Yosun… Bana kızmaman için tek bir sebep bile yok.”

“Sana kızdığımda neler yapabileceğimi gördün… Korkmuyor musun?”

“Bana bir keresinde seni öyle çok seviyorum ki, söylesem korkarsın demiştin. Hatırlıyor musun?”

“Hatırlıyorum.”

“Peki ben ne cevap vermiştim?”

“Korkut beni.”

“Korkut beni Yosun. İster sevginle, ister öfkenle…” Kollarını daha sıkı doladı o an birçok sebepten titreyen bedenime. “Korkmak istiyorum. Korkayım ki, zihnimdeki şeytanlarla savaşabileyim.”

“Tilkilerin değil miydi onlar?”

“Öyle sanıyordum. Ama meğer şeytanlarımmış.”

“Onlar olmadan güçsüzdün hani. Onlara karşı kazanabilecek misin?”

“Onları ben yarattım. Ben gömeceğim.”

“Kendi yarattığın şeytanlarla savaşmak zor olsa gerek…”

“Zor. Ama daha da zor olan; hem kafamdaki hem de yeryüzündeki şeytanlarla aynı anda savaşmak zorunda olmam. İki savaşı birbirine karıştırmadan… Kendi şeytanlarımı, dışarıdaki şeytanlarla savaşırken yem olarak kullanarak… Onlar birbirlerini yiyip bitirirken, sağ kalmaya da çalışmam gerekecek tabi.” Saçlarıma bir öpücük kondurdu. “Tabi bir de seni ve Anıl’ı onlardan olabildiğince uzak tutup, kendime nasıl yakın tutacağımı da çözmem gerekecek.”

Ciddiye alırsam, ağlayacaktım. O yüzden şakayla karışık “Matematik sorusu gibi oldu” dedim.

“Doğru. Tam olarak matematik sorusu gibi. Sadece, X’i bulmak yerine kendimizi bulmamız gerekiyor.”

Kollarımız bir saniye bile birbirinden ayrılmadan, öylece sarılırken rüzgarın hafifçe kıpırdattığı saçlarımız ve kıyafetlerimiz yüzünden dans ediyor gibi görünüyorduk. Birden, hafifçe bir müzik sesi doldu kulaklarıma. Şaşırdım. “Bu şarkı kafamın içinde mi çalıyor şu an?”

Özgür, kafasını kaldırıp eve baktı bir saniyeliğine. “Çınar pencereyi açmış. Sanırım müziği duymamızı istiyor.”

“Ona ismi ile hitap ettin…”

“Sen de artık ismi ile hitap ediyorsun çünkü.”

“Bir ihtimal… Kıskanıyor musun?” Vereceği cevabı ve yüzünün alacağı şekli merak edip kafamı kaldırdım ve yüzüne bakmaya çalıştım. Ama izin vermedi. Elini, başımın arkasına yerleştirip, geri göğsüne bastırdı. “Biraz” dedi usulca. “O’nun yanında kendini güvende hissediyorsun. Bakışlarından bile belli oluyor.” Saçlarımı hafifçe okşarken, “Kıskanıyorum” diye itiraf etti ikinci defa. “Çünkü sana hiçbir zaman veremediğim tek his buydu.”

“Özür dilerim. İkimizin de bu halde olmasının sebebi o olmasına rağmen, onun yanında güvende hissettiğim için…” Yanlış anlamasından korkup, kendimi açıklamak ister gibi “Ama seninleyken de güvende değilmişim gibi hissetmiyorum” dedim. Belki cümlelerim yeterli olmaz diye, kendimi ondan çekip yüzünü görmek için bir adım geri attım. Elini tutup, usulca sıktım. "Sadece her hissi o kadar büyük yaşıyorum ki yanındayken, sakin kalmak ve huzurlu hissetmek kolay olmuyor.”

Cevap vermek için acele etmedi. Elimi bırakmadan, beni hafifçe çekiştirerek yürümeye başladı. “Söz…” dedi usulca. “Hayalinde kurduğun o sakin ve huzurlu hayatı sana vermek için elimden geleni yapacağım. Benimle ya da değil…”

Elimi hızlıca ellerinden çekip, korkuyla yüzüne baktım. “Ne demek benimle ya da değil? Hani hep yanımda olacaktın? Hani bu defa kaçmayacaktın?”

“Kaçacağım demedim ki… Eğer bir gün bensiz mutlu olacağını söylersen, usulca gideceğim diyorum sadece. İkisi başka şeyler Yosun.”

“Mümkün gelmiyor.”

“Ama mümkün.”

“Gitmeyeceğim de.”

“Söyledim ya… Sen git demeden gitmeyeceğim zaten.”

“Git desem de gitme.”

“Yosun…”

“Umurumda değil. İleride fikrim değişirse, o zaman konuşuruz. Ama şu an ne olursa olsun gitmeyeceğim demene ihtiyacım var. Yalan söyle…”

“Söyledim zaten.”

“Hangi söylediğin yalandı?”

“Usulca gideceğim kısmı… Ben hiçbir zaman senden giderken usulca gitmedim ki. Vazgeçip geri dönmemek için hep koşarak gittim. Ama sana geri dönerken de yavaşça yürüdüm karşılaşalım diye.”

Kelimelerinin bendeki etkisi, eskisi gibiydi. O an fark ettim. Kelime oyunlarıyla benimle alay ediyordu. Ama kendi gülmüyordu. Önce soğuğu ile üşütüp, sıcak nefesi ile buzlarımı çözüyordu. Sonra sıcağa alışamadan tekrar soğuk sulara itiyordu beni. Doğruları yalanlarına karışırken, bahsettiği o eksik olan güvende olma hissi benden uzaklaşıyor ama aynı zamanda evimde hissettiriyordu. Aynı anda dört mevsimdi. Tüm dünyanın tersine dönüyordu. Yağmuru yere değil, yukarıya yağıyordu. Güneşi ayazdı; kışı yakıyordu.

Alnımı, göğsüne yaslayıp “Hiçbir zaman sana karşı kazanamayacağım değil mi” diye sordum usulca.

“Daha önce de söyledim Yosun… Sana karşı kaybetmek, kazanmaya çalıştığım tek oyun.” Eli, saçlarımda nazikçe dolaşıyordu. “Beni yenebilecek tek kişi sensin. O yüzden lütfen… Sana karşı kaybetmeme yardım et.”

“Edeceğim.”

“Söz mü?”

“Söz.”

Kollarımı tekrar ona dolarken, gözlerimi kapadım. Özgür, ellerini bir anlığına benden çekti. “Siktir,” dedi usulca. “Şimdi sıçtık.” Yaşadığımız onca korkunç olaya rağmen sakin tavrını hiç bozmadığı halde, o an neye böyle tepki verdiğini düşününce göğsüm korkuyla sıkıştı. Kafamı kaldırıp, kocaman açtığım gözlerle ona baktım. Nefesimi tutup, dudaklarından düşecek felaketi beklerken, o, elindeki sigara paketini buruşturup yere attı.

“Sigaram bitmiş…”

Yorumlar

Yorum yapmak için giriş yapın.

02.07.2025 18:48
Anıl özgür prenses değil bi kendine gel ya
01.07.2025 23:25
gel vereyim bir dal.
01.07.2025 23:24
;))
28.06.2025 12:20
İkinci kitabı okumanın üzerinden iki seneden fazla zaman geçti ama Özgürün ruh hastası kişiliği öyle bir aklıma kazındj ki ben burayı okurken hiç panik yapmadım ya da şaşırmadım mesela..
28.06.2025 11:48
Koca bir neslin ikinci kadın travmasını tetikliyor resmen...
26.06.2025 19:55
Gerizekalı ya
26.06.2025 19:52
Uf o x var ya
26.06.2025 19:40
Anıl akraba evliliği misin
26.06.2025 19:20
He etcekk
26.06.2025 19:16
Yiaaaaa
26.06.2025 16:41
YAA ÖFF ödüm koptu
26.06.2025 16:21
Yaaaaaaaaaaa
26.06.2025 16:20
Bu saatten sonra nasıl toparlanacaklar çok merak ediyorum
26.06.2025 01:01
SALAK ÇOCUM
26.06.2025 01:01
Artık yosunun yalan olmasını istediği şeyleri yalanmış gibi kabullenmek yerine detay sorması ve kendini kandırmaması brni mzhvetti
26.06.2025 00:59
Sus knk
26.06.2025 00:56
Ağlarım
26.06.2025 00:56
Üst
26.06.2025 00:49
Anıl????
26.06.2025 00:48
Anılı ben alim mi maksat ortalık sakinlesin
26.06.2025 00:44
İçinde seni oynatmak için
26.06.2025 00:44
Hayatlarını mı kurtarmıştı ben sikmişti dihe hatırlıyorum
26.06.2025 00:43
Ben de hatırlamıyorum vallaha
26.06.2025 00:40
Bu herif fevi derecede garif ve sexi
26.06.2025 00:39
Çocummmm
26.06.2025 00:39
Ruhsuz herif
26.06.2025 00:37
Saol cnm ya sayende üçüncü kişi travmam var
26.06.2025 00:36
AĞAĞAĞAĞAĞAĞAAĞAĞAAĞĞAAĞĞAĞAĞA
26.06.2025 00:35
Sizi çok seviyorum
26.06.2025 00:27
Bizim yararsızlık zararlılık bu seviyede
26.06.2025 00:22
🩵
26.06.2025 00:20
🩵
20.06.2025 01:12
öldüm geberdimmmmmmm
19.06.2025 22:12
harika bi tepki snsksmsns
19.06.2025 19:50
Özgür Gencayın hayattaki sayılı sorunlarından yalnız biri 😇
19.06.2025 19:49
dur orda bakalım genç yok öyle bi sey
19.06.2025 19:45
ben de hem de nasilll
19.06.2025 19:35
askummmmm
19.06.2025 19:31
aglarimm
19.06.2025 19:27
yaaaaaaa özgürümmm
19.06.2025 14:10
Yosun seni sadece sevgisiyle korkutur sevgisi öfkesinin önüne geçiyor her zaman
19.06.2025 14:09
Şu satır arası hissettiklerimi yazmak için geri geldim okumaya
19.06.2025 11:47
Ben bir Bay K adamıyım hocam,sen sapık dersin demezsin beni ilgilendirmez.Bu adamın sapık olması imkansızzz.
19.06.2025 03:22
çok tuhaf hissettiriyo her seferinde bu ikili hem acıtıyo hem sevdiriyo kendilerini
18.06.2025 10:37
Bu ikisinin bu denli birbirine bağlı olması beni çok duygulandırıyor
18.06.2025 09:06
Özgür düzgün davran dedik diye abarttı, bu tepkiler halis mi
18.06.2025 02:33
Bu bölümün Özgür'ü... Gece gece okudum diye de ekstra duygusallaştım galiba ama... Bir başka geldi, her hareketini film gibi zihnimde canlandırabildim...
17.06.2025 22:39
bu ikiliyi okumayı o kadar özlemişim ki şuan sanki eski bir yakın arkadaşımla karşılaşmış gibi hissediyorum
17.06.2025 18:58
Of özgür ve tepkileri LOL