Duvarda

Güneş, en tepedeydi. Kavurucu sıcak sebebiyle, yüzünden terler boşalan Ayça sabahtan beri yaptığı gibi duvarlara kayıp ilanı yapıştırmaya devam ediyordu. Astığı ilanlarda, Ege'nin şu anki imajına oldukça ters hatta komik sayılabilecek bir fotoğrafı vardı ve üstünde, "Kayıp Aranıyor" yazıyordu, altında ise, "Ege Osman Karadağ"

Yoldan geçen insanlar ilanların fotoğraflarını çekiyor ve kendi aralarında, "Bu Ege, o Ege mi cidden?" diye konuşuyorlardı. Ayça, durumdan memnun bir şekilde yoldan geçenlerin eline de afişlerden tutuşturmaya başladı.

Sıcak havaya rağmen uzun palto giymiş uzun boylu bir adam gelip tam önünde durdu. Büyük gözlükleri ve gözüne kadar çektiği şapkasının altında gizlenmeye çalışan adamın Ege olduğunu anlaması uzun sürmedi. Gülerek, eline bir ilan verip, "Bir yerlerde görürseniz mutlaka haber verin," dedi. "Kendisini kaybedeli çok oldu." Ardından koşar adım uzaklaşmaya başladı.

Ege elindeki afişi katlayıp paltosunun içine koydu. Kamuflajının altında dikkat çekmeyeceğini düşünerek hızla Ayça'nın peşinden yürümeye başladı. Aralarında birkaç adım kalınca kısık bir sesle, "Ayça bekle," dedi ancak işe yaramadı. Aksine bu yalnızca kızın adımlarını hızlandırmasına sebep oldu.

Uzun bacaklarının da avantajını kullanarak birkaç adımda önüne geçmeyi başardı. Hiçbir şey söylemeden onu yanlarındaki tenha ara sokağa doğru çekiştirdi. İnsanların kendisini görmesini engellemek için caddeye arkasını dönüp, Ayça'yı karşısına aldı. Elindeki ilanı sallayarak, "Bu ne şimdi?" diye sordu. "Sabah bir uyanıyorum sosyal medya bunlarla dolu!"

Ayça, ilandaki fotoğrafa bakıp yüzüne çarpık bir gülümseme kondurdu. "Ne oldu? Eski fotoğrafından mı utandın?" diye sordu alaycı bir tavırla. "Yoksa göbek adından mı?"

Hesap sorar gibi yüzünü Ayça'nın yüzüne yaklaştırdı, hareketleri sanki birkaç saniye sonra küfür edecekmiş gibi olsa da onu çok iyi tanıyor ve söyleyeceği şeyi de çoktan biliyordu.

"Bilerek seçtin değil mi bunu?" dedi çocuksu bir öfkeyle. Elini ilandaki yüzüne çarpıp, "Ben bu fotoğrafı dünya üzerinden yok etmek için babaannemin aile albümünden bile çalmıştım," diye bağırdı. "Ama şimdi senin yüzünden herkes gördü!"

"Bu fotoğraftan cidden bu kadar mı nefret ediyorsun?" İnanamıyormuş gibi gözlerini kocaman açtı. "Nefret edebileceğin birçok şey daha gösterebilirim seninle alakalı," dedi sinirle. "İster misin?" Cevap almayı beklemeden göz teması kuramadığı Ege'nin yüzünün yarısını kaplayan gözlüğü çekip aldı.

Yüzü çıplak kalan Ege panikle, "Ver şunu," diyerek atıldı ve gözlüğünü geri almaya çalıştı. Ancak beceremedi. En sonunda Ayça'nın sımsıkı tuttuğu gözlüğün sapı, çekiştirilmeye dayanamayıp kırıldı. "Ya yönetmenin hediyesiydi o," dedi ağlamaklı. "Beğendin mi yaptığını!"

Ayça, elindeki kırık gözlüğe bakıp hiçbir şey söylemeden Ege'ye geri uzattı. Etraftan geçen insanların kendilerine bakmaya başladıklarını fark eden Ege birden panikledi. Gözlüğü yere atıp, Ayça'yı kolundan tutarak çekiştirmeye başladı.

"Ne yapıyorsun be?" diye çemkirdi Ayça. Kolunu bir hışımla çekti. "Bu saçma sapan tavırları dizilerden öğrendiysen, gerçek hayatta işe yaramaz söyleyeyim."

Ege, yüzünü kimse görmesin diye yere bakarak Ayça'nın arkasına geçip sırtından usul usul ittirdi. "Arabam ileride, yürü! Biri görecek, fotoğrafımızı çekecek. Sonra işin yoksa bir de onunla uğraş..."

Bir çocuğun annesini ittirdiği gibi kendisini iten eski sevgilisine şaşırmak ile hareket ettirilemeyecek kadar ağır olmasına bozulmak arasında gidip geldi Ayça. Sinirlerinin iyice bozulduğunu hissedip, Ege'nin dediğini yaptı ve arabaya kadar kendisini yönlendirdiğini düşünmesine izin vererek yürüdü.

Milyon liradan fazla ederi olan şık spor arabaya bindirilirken Ege'ye kızmak istedi ama bu emrivakiden çok iki yıl içinde böyle bir araba alacak kadar çok para kazanmasına sinirlenirken buldu kendini.

Ege kapıyı hızla kapatıp, şoför koltuğuna geçti. Arabayı çalıştırıp arka koltukta sinirden çatlayacak vaziyette oturan Ayça ile dikiz aynasından göz teması kurdu. "Evin nerede?"

"Seni gerçekten evime alacağımı mı düşünüyorsun?"

Ara sokaktan çıkıp kalabalık bir caddeye döndüklerinde, "Kafanı eğ," diye bağırdı Ege birden.

Ayça bir anlık refleksle kafasını eğdi ama iki saniye sonra geri kalktı. Sinirden kıpkırmızı olmuştu yüzü. "Sen kafayı yemişsin," diye bağırdı son gücüyle.

"Evine gelip sendeki bütün eski fotoğraflarımı yakmam lazım!"

"Tabii ya! Hepsini çıkarttım, evimin duvarına astım çünkü." Çenesini kaldırıp, kollarını göğsünde birleştirerek geriye yaslandı. "Eski bilgisayarımda kalmış işte birkaç tane," diye geveledi.

"O zaman bilgisayarını yakarım."

"Hadi be oradan..."

Hızla giden araba sağa sola savrulurken, Ege, "Bana sat bilgisayarı," diye bağırdı tekrar. Ayça, kafasını ön koltukların arasına doğru uzatıp boğazını acıtacak kadar büyük bir çığlıkla ikinci defa bağırdı. "Hadi be oradan!"

"Yirmi bin lira veririm!"

"Hadi be ora..." derken birden durdu. "Gerçekten mi?

Ara sokakların birinden girip diğerinden çıkıyordu sürekli, "Nereden gideceğim söylesene be," diye çemkirdi. "Dolaşıyorum deli gibi!"

Ayça parmağı ile gideceği yönü işaret etti. "Sağa dön şuradan!"


Birilerinin kendisini görmesinden o kadar endişe ediyordu ki Ege, kapı aralanır aralanmaz içeri dalıp arkasına sindi. Ayça anahtarı delikten hışımla çekip, kapıyı sertçe çarpınca rahatlamış gibi, derin bir oh çekti. "Çok sıcak," diye söylenerek hızlıca üstündeki uzun paltoyu ve şapkayı çıkardı.

Elindeki kayıp ilanlarını olduğu yere atıveren Ayça'nın aklına oturma odasındaki maket geldi, hızlıca içeri koşup maketi yüz üstü devirdi. Onun hemen peşinden odaya giren Ege, etrafa bakınıp, "Burada yaşıyorsun ha..." dedi usulca. Birkaç dakika önceki tansiyonu yüksek tartışmanın üstüne oldukça sakindi. Zaten sinirlenmeyi de, sinirli kalmayı da pek beceremezdi. Onun aksine Ayça hâlâ öfkeli görünüyordu. "Senin havalı malikânene benzemez ama..."

"Hazır güvenilir bir yerdeyken..." diyen Ege, kanepeye vurup, yanına oturmasını işaret etti. "Otur da biraz konuşalım."

Bu tavrı Ayça'yı daha da öfkelendirdi. Gözlerini kısıp, "Güvenilir yerden kastın, etrafta bizi yan yana görecek kimsenin olmaması mı?" diye sordu. Ege'nin sessiz kalması onu sinirden güldürdü. "Sette bu sebeple yüzüme bile bakmadın değil mi? Benden utandığın için?"

"Abartıyorsun yine..."

Gözlerini kısıp, "Abartıyor muyum?" diye sordu Ayça inanamayarak. "Senin valeye bahşiş diye verdiğin para için sabahın altısında kalkıp üç otobüs değiştirerek sete geldim ben! Beni gördün ama yüzüme bile bakmadın!" Öfkesi, hayal kırıklığına dönmüş gibiydi. Hemen arkasındaki minik televizyon ünitesine oturup gözlerini Ege'ye dikti. "İki yıl... İki yılımız birlikte geçti. Bana âşıktın. Ya da öyle olduğunu söylüyordun. Belki öyle olduğunu sanıyordun da..." Kafasını iki yana salladı hayal kırıklığı ile. "Ama sen kendinden başkasına âşık olamazsın ki... Senin hayatında set hep değişti. Bir bakıyorum senin başrolünüm, bir bakıyorum figüranın. Gerçek hayatında daha iyi bir oyuncusun."

"Özür dilerim..." dedi Ege usulca. "Seni sette öyle birden görünce ne diyeceğimi bilemedim."

"Utandın."

"Hayır..."

Ellerini televizyon ünitesine çarpıp, "Utandım de," diye bağırdı. İki yıldır beklediği yüzleşme anının sonunda geldiğini hissetti. "Beni terk etme sebebin de o değil miydi zaten?" dedi hesap sorar gibi. "Ünlü, yakışıklı, ülkenin yeni genç starı, herkesin âşık olduğu Ege Karadağ'ın sevgilisi olmaya layık bulmadı beni menajerin! Ve tek bir mesajla ayrıldın benden! Reddedildiğin her deneme çekiminde seni teselli eden, seninle birlikte hazırlandığın rollere çalışan sevgilinden!"

Ayça'nın üzerine gelmesine daha fazla dayanamayan Ege kendini tutamayıp, "Öyle değil işte," diye bağırdı. Kendini açıklamak ister gibi, oturduğu yerde sırtını dikleştirdi. Ayça'nın gözlerinin içine baktı, "O dizinin deneme çekimine birlikte hazırlanmıştık, doğru," dedi. "Ama sonra ben başrolü kaptım. Sen reddedildin. Ve sonrasında sanki düşmanınmışım gibi, her fırsatta laf sokmaya başladın." Onun gözlerine bakarak devam edemeyeceğini hissedip ayağa kalktı ve odanın içinde bir aşağı bir yukarı yürürken konuşmayı sürdürdü. "Sadece yakışıklı olduğum için seçildiğimi, senin benden daha yetenekli olduğunu ima edip durdun! Tek istediğim sahte de olsa beni tebrik etmen, başarımı kutlamandı! Ama sen bunu yapmadın. Benim için mutlu olmadın!" Ayça'ya doğru döndüğünde kendisine hayretle baktığını gördü. "Benim için bunu yapan tek kişi menajerimdi o ara..." dedi kısık bir sesle.

O kelimeyi duyar duymaz alaycı ve sinirli bir hal aldı Ayça'nın şaşkın yüzü. Zoraki ve öfke dolu bir gülümseme ile "Menajerin..." dedi kendi kendine.

"Hemen suçlama onu! O sadece işini yapıp bana olasılıkları saydı. Ve ben de seçimimi yaptım."

"Neymiş o olasılıklar Ege? Anlatsana, merak ettim!"

"Ya seninle yürümeyen ilişkimi devam ettirip hem sana hem kendime zarar verecektim ya da seni kendi başına yükselmek için serbest bırakacaktım." Ayça'nın yüzünden duygularının sürekli uç noktalarda gidip geldiğini fark ettiğinde kendini daha iyi açıklayabilmek için önünde diz çöküp gözlerine baktı. "Sana saldıracaklarını söyledi," dedi. "İnsanların sana, sırf benim sevgilimsin diye kötü şeyler söyleyeceğini... Eğer bir gün bir projede rol alırsan sırf benim sevgilim olduğun için kabul edildiğini yazacaklarını..."

"Egolarınız öyle büyük ki..." dedi Ayça başını hayal kırıklığı ile iki yana sallarken. "Her şey sizinle alakalı olmak zorunda zaten!"

"Başlama yine... İki dakika laf sokmadan, başkalarını suçlamadan dinle beni!" Ayça, kalbinin kırıldığını çaktırmamak için gözlerini kaçırdı. Ve her zamanki gibi kırgınlığını, öfke ile bastırmak için yüzüne ketum bir ifade kondurdu. Ege, birkaç saniye tekrar göz teması kurmak için beklese de, olmadı. En sonunda pes edip, "Bu yüzden mesajla ayrıldım senden," dedi. Ayağa kalkıp, sırtını duvara yasladı. Kollarını göğsünde birleştirip, "Çünkü artık iğneleyen cümlelerinden yorulmuştum," dedi ona bakmadan. Derin bir nefes alıp yüzüne daha ciddi bir ifade yerleştirdi. "Bir defa da ben düşündüklerimi filtresiz, aklımdan geçtiği gibi söyleyeyim mi?" diye sordu. "Tıpkı senin yaptığın gibi..."

Ayça sadece yüzüne bakmakla yetinince Ege, bunu evet olarak sayıp, ilk kez kendinden emin bir şekilde konuşmaya başladı. "Komplekslerin yüzünden kendi ışığının önünü kesiyorsun. Kendini sevmemenin suçunu başkalarına atıyorsun. Bu işler şans işi, bugün bana güldü, yarın sana gülecek... Ama sen gülmüyorsun, herkesi ağlatmak istiyorsun!" Ayça ağlamamak için dişlerini sıkarken göğsünün sıkıştığını hissetti.

"Ben senin neyini sevmiştim biliyor musun?" diye sordu Ege. Bu soru Ayça'nın burnunun direğinin sızlamasına sebep oldu. "İçinde sakladığın o duygusal tarafını," diye cevapladı kendi sorusunu. "Babam gibi... Çaktırmadan sevişini..." Sırtını yasladığı yerden çekip, tekrar odanın ortasında volta atmaya başladı. "Benim uyuduğumdan emin olduktan sonra başımı okşayan babam gibiydin! Bir süreliğine içinde yaşadığın, bir türlü dışarıya yansıtamadığın aşkın benim güvenilir bölgem oldu. Yanında hep iyi hissettim. Ama sen de tıpkı babam gibi kendinle ilgili problemlerin acısını benden çıkardın!"

Ege'nin kendinden emin tavrı sözleri ile birleştikçe, söyledikleri daha da ağır geliyordu. Artık susmasını istiyordu, ama o dönüp, "Seni üzmemek için hep sustum," dedi sanki aklını okumuş gibi. "İçini biliyorum diye, dışınla kavga etmedim. Ama bu senin haklı olduğun ve tüm suçu benim yükleneceğim anlamına gelmiyor. İki yıl olmuş, hâlâ hırsını alamamışsın!"

Ayça'nın donuk suratından ne hissettiğini çözememişti. "Sette niye yanına gelmedim hâlâ merak ediyor musun?" Ayça yutkundu. "Tam da bu sebepten işte... Korktum çünkü..." diye bağırdı. "Utanmadım, korktum! Orada yine çeneni tutamayıp geçmişin acısını benden çıkarmak için olay çıkarmandan korktum! Benim ağzım seninki kadar iyi laf yapmıyor. Biliyorum her kavgamızda sen haklı çıkacaksın. Ama insani ilişkilerde haklı haksız pek kolay seçilmez. Aslına bakarsan kimin haklı, kimin haksız olduğu umurumda da değil... Geçmiş, geçmişte kaldı. İkimiz de hatalar yaptık. İkimiz de kendimizce bedeller ödedik. Ve bitti. Artık aş bunları!"

Bir şeyler daha söylemek istiyordu, ancak o sesini çıkarmayınca söyleyeceklerinin gerisini yuttu. Kapıya doğru yürüyüp yere attığı paltosunu alarak üstüne geçirdi. Eline aldığı şapkayı sıkarak yüzünü kapıya döndü. Birkaç saniye öylece durdu. Geriye dönmeden, Ayça'ya bakmadan, "Bu arada bahsettiğin şan, şöhret, para bir boka yaramıyor," dedi sakin bir tonda. "Her ne kadar bir gün hepsine kavuşacağına senden daha çok inansam da, sakın bunlara sırtını dayama. Benim gibi aşağı düşersin."

Ayça birden zapt etmeye çalıştığı bütün duyguları ve hıçkırıkları saldı. İçindeki tüm kırgınlıklar, gözyaşı olarak yanaklarından süzülmeye, konuşamadığı her şey hıçkırık olarak dudaklarından dökülmeye başladı. Eli, kapının kolunda olan Ege tam çıkacakken onun ağladığını duyunca, dayanamayıp yanına gitti. Dizlerinin üstüne çöküp, Ayça'nın elini tuttu içtenlikle. Birkaç saniye önce yüzünde dolanan sert ifade yumuşamış ve yerini şefkate bırakmıştı. "Ayça," dedi usulca. "Çekindiğim o kadar çok şey var ki... Sorduğun tüm soruların tek cevabı var; korktum." Parmaklarıyla onun yanaklarını kurularken ekledi. "Ağlamanı görmekten korktuğum gibi..."

"Duygularımı saklamıyorum ben. Bunu biliyorsun..." dedi Ayça hıçkırarak ağlarken, "Sadece diğer insanlar gibi değilim." İçini çeke çeke, güçlükle konuşuyordu. "İçimde kocaman bir boşluk var... Duygularım orayı doldurana kadar dışarı çıkmıyor. Ama dışarı çıktığında biliyorsun... Çok büyümüş oluyorlar. Mutluluk, kızgınlık, küskünlük, heyecan, aşk... Hepsi... Hepsi!"

"Biliyorum. Seni sen yapan da bu... Güneşin ne kadar parlaksa, gök gürültün de öyle şiddetli..."

Ayça ağlarken, güldü. "Ağzım iyi laf yapmıyor diyene bak... Oynadığın dizilerden mi çaldın bu replikleri?"

"Birkaç cümlem çalıntı olabilir, ama geneli bana ait," dedi çocuksu bir tavırla.

"Çok rahatladım," dedi sakin bir ses tonuyla Ayça. Ağlama krizi geçmiş, minik bir gülümseme ile kendini halıya atmıştı. Ellerini iki yana açıp, "Uzun süredir böyle ağlamamıştım. Birden pamuk gibi oldum."

Ege, üzerindeki kalın paltoyla, yere Ayça'nın yanına oturdu. "Ben haftada bir ağlıyorum," dedi. "Güzel deşarj."

"Neden ağlıyorsun?"

"Diziler yüzünden. Ağlama sahnelerimde reyting artıyor diye sürekli ağlatıyorlar."

"Ağlaman gereken sahnelerde yine aynı taktiği mi kullanıyorsun?" Ege, gözlerini kaçırınca, Ayça kahkaha atıp, "Pikachu'nun öldüğü sahneyi düşünüyorsun," diye bağırdı keyifle.

Konuşmanın farklı bir yere kaymasının ve karşılıklı gülebilmelerinin verdiği rahatlıkla halıya iyice yayıldı Ege. Üzerindeki paltoyu çıkarırken, "Hakkımda her şeyi bilmenden nefret ediyorum," diye homurdandı. Halının üzerinde yattığı yerden ona bakan Ayça'ya döndü. "Düşünsene, dizide sevgilimle ayrıldığım sahnede deliler gibi ağlıyorum. İnsanlar diyor ki; aşkı nasıl yansıtmaktır bu? Nasıl böyle hissederek oynuyor? Ama sen benim o sahnede aklımda olan şeyin bir çizgi film sahnesi olduğunu biliyorsun."

Birkaç saniyelik bir bakışmanın ardından, Ayça yattığı yerde doğruldu. Mahcup bir tavırla, "Sana bir şey itiraf edeceğim... Çocukluğundan kalma çizgi film DVD'lerin vardı ya hani..." derken televizyon ünitesinin çekmesini açtı. "Onlar aslında bende kalmıştı. Yalan söyledim sana."

Ege heyecanla ve şaşkınlıkla çekmeceye doğru sürünüp gördüğü kutuyu çekip aldı. "Acımasız kadın," diye bağırdı ve DVD'leri karıştırmaya başladı.

"O kadar paran var, yenilerini almışsındır diye düşündüm."

"Anısı var onların, anısı!" Mutlulukla incelediği DVD'lerden birini kutudan çekip, çıkardı. "Hiii, Johnny Bravo da var!"

"Evet. Arada maket Osman ile izleyip gülüyoruz," dedi Ayça gülümseyerek

"Maket Osman mı?" diye sordu.

Nihayet ikisini tanıştırma vakti gelmişti. Ayça ayağa kalktı, yere devirdiği maketi kaldırıp, poz verir gibi kolunu omzuna attı. "Buyur, maket Osman!"

Kendi maketini görünce şaşkınlık ve sinirlenmek arasında kalmış olan Ege ayağa kalktı. Maketi, Ege'nin omzuna ancak geliyordu. "Seni sırf şunun için bile mahkemeye verebilirim," dedi sinirle. "Benden kısa bir kere!"

"Narsist manyak! Paramız bu boyuna yetti herhalde. Hem suratını yumruklamak daha kolay oluyor böyle," diyerek kartona yumruk atarak devirdi. Ege cevap vermek için dudaklarını araladığında onu susturan kapının zili oldu. Ayça panikle, "Eyvah," dedi. "Gürültü yüzünden şikâyete geldiler kesin!" O, koşa koşa kapıya doğru ilerlerken Ege de kendine kapıdan görünmeyeceği bir köşe bulup sindi.

Kapıyı açtığında, saçları bigudi ile sarılı, pijamalı orta yaşlı bir kadın olan üst komşusu Cemile'yi karşısında buldu Ayça. Tedirgin tavrını bastırmak için haddinden fazla gülümseyerek, "Buyurun," dedi kadına.

"Gece gece rahatsız ediyorum ama..." dedi komşu meraklı bir tavırla. "Apartmana ünlü biri girmiş diye duydum. Sen gördün mü, kimin evindeymiş." Ayça, kadının sorusuyla afalladı. Gözlerini kırpıştırıp, "Anlamadım?" diyerek zaman kazanmaya çalıştı.

Kadın, sesini alçalttı. "Ben alt kattaki Suzan'a gelmiştir diyorum. Ama kapısını çaldım çaldım açmadı kimse." Konuşurken, bir yandan da çaktırmadan içeriye bakmaya çalışıyordu. Ayça gövdesini kadına siper etti. "Suzan kim bilmiyorum," dedi ağzında geveleyerek. "Ayrıca kime ne canım? İsteyen istediğini çağırır evine!"

"Aaa, halka mâl olmuş kişileri apartmanda istemeyiz biz," dedi komşu. Üzerindeki el örgüsü yeleği çekiştirip, kollarını göğsünde birleştirdi. "Saçımı sardım, pijamamı giydim balkonda kahve keyfi yapıyordum," diye anlatmaya başladı. "Bir de ne göreyim? Aşağıdan birileri çat çat fotoğrafımı çekiyor! Ben sandım ki sapığın teki mahalledeki hanımlara musallat oldu, fotoğraflarımızı satacak oraya buraya... Korkarım öyle şeylerden, neme lazım... Terlikle koştum hemen aşağı olay çıkarmaya... Dediler; ablacım sizi değil, Ege Karadağ bu apartmana girmiş onu çekiyoruz biz."

Ayça'nın gözleri malum ismi duyar duymaz kocaman açıldı. Ege ile aynı anda, "Ne?" diye bağırdılar.

Cemile Hanım, içeriden gelen sesi duyunca heyecanla parmak uçlarında yükselip arkayı kolaçan ederek, "Biri mi var içeride?" diye sordu. Ayça, vücudunu kapının kenarına yaslayıp kadının manzarasını kapattı. "Yok, televizyon açık..." diye yalan uydurup, sahte bir tavırla, "E, sonra ne oldu?" diye sordu meraklanmış numarası yaparak.

"Neyse..." dedi kadın iştahla anlatmaya devam ederek. "Ben hemen buldum o çocuğu. Instagram'ından mesaj attım. Dedim, neredeysen çık, mahremimiz kalmadı! Ama hâlâ görmedi mesajımı. Götü kalkıyor hemen böylelerinin. Hayır, onun yüzünden çektiler beni de boy boy..."

Ayça kafasında küçük planlar yaparken, "Yanlış görmüşlerdir. Ben şimdi çıkar kızarım onlara," dedi. Ancak komşu şıpıdık terliklerini yere vurarak, "Ben kızdım ayol, gitmiyorlar!" diye çemkirdi birden.

"Siz en iyisi Suzan Hanım'ın dairesini tekrar kontrol edin. Bence de kesin onda," deyip kapıyı kapadı ve aceleyle içeri koştu Ayça.

İçeride, Ege'yi kendisinden yirmi santim kısa olan maketinin arkasında saklanırken buldu. "Sıçtım! Büyük sıçtım," diye bağırdı saklandığı yerden. "Buraya gelmek için menajerime yalan söyledim! Hatta fotoğraf çekimim vardı, bin türlü yalanla ertelettirdim!" Aklına birden imzaladığı reklam anlaşması gelince maketi ittirip, "Ah sözleşme..." diye bağırdı. Ortada dönerek, "Özel hayata dikkat maddesi... İki milyon ceza!" diye dövünmeye başladı. Ayça'nın omzundan tutup, "Kurtar beni ne olur," dedi korku dolu gözlerle.

Omuzlarındaki elleri sakince aşağı iten Ayça, "Sakin ol, halledeceğim ben," dedi. Ege'yi odanın ortasında bırakıp pencereye doğru gitti. Perdeyi aralayıp aşağı baktığında iki adamın ellerindeki fotoğraf makineleri ile apartmanı gözetlediğini gördü. "Oradalar cidden... Hayır, kim gördü de haber verdi bunlara?"

"GPS var kesin! Kesin bana çip taktı bunlar!"

Ayça perdeyi kapatıp sakince ne yapabileceklerini düşünmeye çalışırken, Ege'nin aniden kendi kendine konuşmaya başlaması dikkatini dağıttı.

"Sevgili fanlarım..." dedi basın açıklaması yapar gibi. "Yardıma muhtaç bir fanımla karşılaştım yolda. Yürüyemiyordu. Evine kadar bırakmak istedim... Yok, bu olmaz. Niye taksiye bindirmedin, derler." Birkaç saniye düşündü, gözleri parladı. "Tamam, şöyle yazarım..." diyerek Ayça'yı işaret etti. "Bu kadın beni zorla kaçırdı..."

"Ege! Panik atağını sonra da geçirebilirsin! Bir sakin ol, düşüneyim!"

Sanki aradığı şey buymuş gibi, "Panik atak geçirmiştim," diye devam etti. "Yoldan geçen kadının biri bana ilk müdahaleyi yaptı. Ben kendimden geçmişim... Evine götürmüş..."

"İlla diyorsun ki adam alıkoymaktan tutuklatayım seni!"

Ege kendini yere bırakıp çaresizce, "Ne yapacağız Ayça? Vallahi mahvolurum," dedi ağlamaklı bir sesle.

"Buldum," dedi Ayça neşeyle. Ege'nin yanına gelip, onu hafifçe ittirdi. "Perdeyi açtığımda görünme. Gerisini bana bırak."

Ege, dizlerinin üstünde emekleyerek odanın en köşesindeki kolonun yanına gitti ve yüzünü duvara döndü. Paniği giderek büyürken, Ayça'nın sesi odada yankılandı.

"Ne oluyor kardeşim? Niye insanların evini gözetliyorsunuz?"

Ayça'nın açıp dışarı sarktığı pencerenin altında duran magazin muhabirlerinden biri, "Seni niye gözetleyelim ablacım ya," dedi alay eder gibi. "Ege Karadağ bu apartmana girmiş, onu bekliyoruz."

"Ha, o mesele... Bekleyin, getiriyorum Ege Karadağ'ı," dedi Ayça gülerek. Kafasını pencereden çektiğinde Ege kolona sarılmış, "Beni verme onlara, ne istersen yaparım," diye yalvarıyordu. "Ne olursun... Bak, biliyorum benden intikamını böyle alacaksın ama bir dur düşün..."

Ayça ona cevap bile vermeden yanındaki maketi alıp pencereye çıkardı. Muhabirlere seslenip, "Alın size Ege Karadağ," dedi.

Maketi gördükleri an şok geçiren adamlar, "Bu ne ya?" dediler hayal kırıklığı ile.

"Kendisinin büyük fanıyım... Gerçek boy maketini yaptırdım. Eve getirirken bunu gördüler herhalde... Hadi yallah, yanlış alarm!"

Ege, sürünerek Ayça'nın ayaklarına kadar geldi ve pantolonunun paçalarını çekiştirdi. "Aynı boyda olmadığını da söyle... O en az yirmi santim daha uzun de..." diye uyardı. Ayça, ayağını bir iki kere silkeleyip aşağı baktı tekrar. Adamlar toparlanmışlar, söylenerek araçlarına doğru ilerliyorlardı.

"Allah'ın manyağı boşuna yordu bizi..." dedi arkadaşına muhabirlerden kısa olanı. Kafasını yukarı kaldırıp, "Sana karton sevgilinle iyi geceler," diye bağırdı.

"Kim bilir ne yapıyor maketle..."

"Yazık... Nasıl bir yokluktaysa..."

"Aynen! Maketle çok yakın bir ilişkim var," diye bağırdı Ayça komşuları umursamadan. "Hatta yakında kâğıt uçaklar doğuracağım!"

Muhabirlerden biri tam o an Ayça'nın bir fotoğrafını çekti. Dalga geçerek, "En azından bu olayın haberini yaparız," dedi arkadaşına. "Ege'nin sapık hayranı!"

"Altına da not düşün," diye bağırdı pencereden aşağı sarkarak. "Bu sapık hayranın fil hafızası vardır, karşısına tekrar çıkarsak bizi de kartona çevirene kadar ezer diye!"

"Keşke filin sadece hafızası olsa sende be ablacım," dedi adamlardan biri. Arkadaşına dönüp, "Cidden ezer bu he," diyerek kahkaha attı. Arabanın kapısını örtmeden önce de, "Az ye az," diye bağırdı.

Ayça derin bir nefes aldı. Pencereyi güm diye kapatıp perdeyi hışımla çektikten sonra yere çöktü. Maket yanlarına devrilirken, korkudan ölmek üzere gibi görünen Ege, "Gittiler mi?" diye sordu endişeyle.

"Gittiler... Sen iki milyon kaybetme diye, ben gururumu kaybettim." Yüzüne sahte bir gülümseme kondurdu. "Selam, ben medyanın ve kamuoyunun yeni alay konusu; karton adama dayayan kadın!"

"Gerçekten yapıyor musun öyle şeyler?"

"Bana bak..."

Ege, birden kendini tutamayıp sımsıkı sarıldı, "Teşekkür ederim!" diyerek. Ayça, kucaklaşmadan rahatsız olmuş gibi hemen kendini geri çekti hemen. "Seni zor duruma düşüren bendim," dedi. "Birkaç saat oyalan, sonra gizlice çıkarırım seni." Kalkıp, maketi kenara itti ayağı ile. Hâlâ yerde duran Ege'ye, "Aç mısın?" diye sordu.

"Biraz."

"Sevdiğin şekerli mısır gevreklerinden var. Getireyim mi?"

"Formuma dikkat etmem lazım, şeker yasak."

"Merak etme. O kadar çok panik atak geçirdin ki bir günde, bin kalori yakmışsındır."

"Panik atak kalori yaktırıyor muydu? Oha, o zaman spora gitmeme gerek yok. Günde en az iki defa geçiriyorum."

Hiç değişmemiş, der gibi kafasını iki yana sallayıp mutfağa gitti Ayça. Ağzına kadar dolu iki kâse mısır gevreği hazırlayarak geri geldi. Televizyona bağladığı eski bilgisayarına, Johnny Bravo DVD'sini taktı. İtiraf etmese de ondan özür dileme yöntemiydi bu.

Ege, iştahla elindeki dolu kâseden mısır gevreği yerken; Ayça da yanına oturup, bu keyifli halini izledi. Onu mutlu etmenin ne kadar kolay olduğunu hatırladı. Kaşığına sadece süt alıp, yavaşça içerken, "Aslında haklısın biliyor musun?" dedi birden. "Şu paparazzi olayı bile, iyi ki ayrılmışız, dedirtti. Sevgilin olsam kim bilir neler yapardı bu manyaklar bana."

Gözü hâlâ çizgi filmde olan Ege, "Ayça'ya yaparlar. Ama Ayça Sözüer olduğun an... Her şey değişir," dedi.

"Bakalım olabilecek miyim?" Buna inanmak istese de kendine güveni yoktu.

"Hazırlanıyor musun Şebnem rolüne?"

"Sen nereden biliyorsun hangi role hazırlandığımı?" Gözleri kocaman açıldı. "Sen! Yoksa?"

"Beni kötü adam olarak görmek senin motivasyonun, farkındayım..." Dolu bir kaşığı ağzına boca edip, henüz yarısını bile çiğnemeden, "Ama söylediklerimde ciddiyim," dedi. "Ben sana senden daha çok inanıyorum. Ve her fırsatta seni mutlaka deneme çekimi listelerine ekletiyorum."

Ege gözünü tekrar çizgi filme çevirdiğinde, Ayça sessizce, "Özür dilerim," dedi.

"Efendim?"

"Duymadıysan senin problemin..."

"İşte bak, yine yaptın! Babam gibisin aynı."

"Millet annesine benzettiği kadınlara âşık olur... Ben babaya benzetiliyorum..."

"Hiç anlamıyorum..." diye konuyu değiştirdi Ege. "Johnny Bravo hem sarışın, hem yakışıklı, hem kaslı... Neden bütün kadınlar onu reddediyor?"

"Narsist, salak ve çocuksu olduğu için..."

"Bana laf sokuyorsun yine, bak! Ama gerçek hayatta kadınlar bana bayılıyor n'aber?"

"Tekrar dizi repliklerinden çalarak konuşmaya dönsene ya... O halini daha çok sevdim."

Sahte bir ciddiyetle, "Geçmişin acısını..." diye rol yapmaya başladığı an Ayça eliyle susturdu onu. "Vazgeçtim!" İştahla şekerli gevrekleri yiyen Ege'ye karşı küçük bir karşı atağa geçmek ister gibi, "Ha bu arada, panik atak kalori yaktırmaz, yalan söyledim," deyince, Ege ağzına tıktığı gevrekleri kâseye geri tükürdü.

"İğrençsin."

"Niye yalan söyledin ki? Yarın sabah set var. Ya ödem tutarsam?"

"Sende ödem de durmaz, merak etme."

Suratını asıp, kollarını göğsünde birleştirdi. "Neyse, eve gidince idrar söktürücü içerim," dedi kendi kendine. "Gerçi öyle yapınca da gece boyu çişe kalkıyorum."

"Bu kadar detay vermene gerek yoktu ya..."

"Gece sporu yapar yatarım belki..." dedi kendi kendine, sonra vazgeçti. "O zaman da erken uyuyamam." Saatine bakıp, "Ufaktan kalksam iyi olur aslında... Ama kimseye görünmeden nasıl çıkacağım ben dışarı..."

Beş dakika kadar sonra, aynanın karşısında durmuş; yakası kürklü montu, çiçekli beresi ve pembe güneş gözlüğüyle, "Bu mu en iyi planın?" diye söyleniyordu. "Böyle daha çok dikkat çekiyorum!"

"E ne yapayım ben başka?" diye gürledi Ayça. "O kadar paranoyaksın ki, kimse yok sokakta diyorum dinlemiyorsun beni!"

Kafasındaki bereyi çıkarıp yere attı. "Boyum 1.90, farkındasın değil mi?" Üstündeki montu çekiştirerek, "Bari biraz daha uzun bir şey bul!"

Elindeki birkaç parça kıyafeti Ege'nin yüzüne fırlatıp tekrar dolabının başına geçti. Onu kamufle edebilecek bir şeyler ararken yarı zamanlı çalıştığı yerdeki palyaço kostümünü gördü. Yüzüne şeytani bir gülümseme yerleştirip, "Bu defa gerçekten buldum," dedi. "Bunu giyersen kimse senin sen olduğunu anlamaz... Ben hariç tabii! Hem, medya palyaçosu imajına bence cuk oturuyor."

"Dalga mı geçiyorsun benimle?"

"Evet, dalga geçiyorum," derken elindeki kıyafeti keyifle sallıyordu. "Ama bu, fikrimin kötü olduğu anlamına gelmiyor."

Ege bir aynadaki görüntüsüne bir palyaço kostümüne baktı. Ayça'nın kıyafetlerini giymekten daha makul bir seçenekti. "Tamam," dedi pes ederek. Hızla üstünü çıkarmaya başladı. Ayça, sanki daha önce görmediği bir şeyi görecekmiş gibi arkasını dönüp elindeki kostümü ona doğru fırlattı.

"Taksiyle gideyim ben en iyisi," dedi Ege giyinirken. "Arabayı iyi ki otoparka bırakmışım. Birini yollar aldırırım." Aynada kendisiyle göz göze geldi. "Arabama bu kılıkta binersem, yarınki gazetelerde senin sapık hayran haberinin yanına, manyak palyaço olarak basarlar beni." Kostümün fermuarını çekmeyi başardığı an, "Dönebilirsin," diye seslendi, "Giyindim."

Ayça, elinde tuttuğu kırmızı yuvarlak burnu ve beyaz yüz boyasını gösterdi. "Yüzünü de hallettik mi her şey tamam."


Kapı zili, alarmdan önce davranıp uyandırdı Ayça'yı. Uzun bir aradan sonra ilk kez o kadar derin bir uyku çektiği için, mahmurluğundan hemen kurtulamadı. Zil, birkaç kez daha çalınca kendini yataktan aşağı atmayı becerebildi ancak.

Kapıyı açtığında, oldukça çelimsiz bir kargo görevlisi, kendi boyundan büyük bir paket ile duruyordu karşısında. "Ayça Sözüer," dedi sertçe. Adının bu şekilde tonlanması, tek gözü hâlâ kapalı olan Ayça'yı hızlıca ayılttı. "Benim," dedi çekinerek. Adam, elindeki kâğıdı ve kalemi uzattı. "İmza."

Kâğıdı hızla imzalayıp, sinirli kargocuya geri uzattı. "Paketiniz bu," dedi adam iğneleyici bir tavırla. "Ben taşırken belimi incittim, siz içeri alırken dikkat edin," deyip hızlıca asansöre bindi.

"Ben ne yaptım sana ya," diye söylenirken gözü devasa pakete kaydı. "Kimden ki bu şimdi?" diyerek merakla paketi kucakladı ancak kaldıramadı. O an, kargocunun neden sinirlendiğini anladı. "Adam haklıymış," deyip, sımsıkı sarılmış siyah paketi orada açmaya başladı. Kısa tırnakları ile beceremeyeceğini anlayınca yere devirdi ve sürükleyerek içeri taşıdı.

Koridorda boylu boyunca yatan siyah kocaman şey gözüne birden korkunç göründü. Mutfağa bıçak almaya giderken, "Ceset gibi de bir şey," deyip kendi kendini daha da korkuttu. İçerisindeki her ne ise zarar vermemek için bıçağı özenle kullanarak birkaç yerinden deldi. Sonra merakına dayanamayıp deliklere parmaklarını geçirdi ve yırtarak açtı.

Ege'nin suratını görünce korkuyla kendini geriye attı. Gördüğü yüzün sadece bir fotoğraf baskısı olduğunu ancak birkaç saniye sonra idrak etti. Kendini toparlayıp, paketin tamamını yırttı.

Kocaman bir kum torbasıydı gelen. Üzerinde Ege'nin büyük boy fotoğrafı basılıydı. Gülerek paketten çıkan zarfı açtı. "Karton maket yerine bunu döversin. Daha kolay olur. Not: Hem bu benim boyumda," yazıyordu notta.

Duygulanmak ile gülmek arasında gidip geldi. Kastığı suratını serbest bırakıp kahkaha attı. Kum torbasındaki fotoğrafa küçük bir yumruk atacaktı ki vazgeçti. Düşmanı gibi gördüğü eski sevgilisi değil de tıpkı bir çocuk gibi görünen Ege'nin, kâğıttan yanağını okşadı.

Yorumlar

Yorum yapmak için giriş yapın.