Uzak diyarların birinde, tuhaf bir adam yaşarmış.

Doğmadan önce ilahi bir güç, sana hayatını baştan sona, öleceğin güne kadar gösterdi ve sen bu hayatı yaşamayı seçtin. Muhtemelen yaşamaya değer bir şey gördün, derler.

Son beş dakikadır bunun doğruluğu üzerine düşünen beynim yanmak üzereydi çünkü eğer, doğmadan önce hayatımın bir noktasında böylesine boktan bir duruma düşeceğimi izletselerdi bana, hiç var olmamayı tercih ederdim…

Başımı yasladığım masa başta soğuktu fakat ben üstüne doğru hüngür hüngür ağladıkça, gagası ağaç kavuğuna mıhlanmış bir ağaçkakan gibi, hareketsiz bir şekilde durdukça ısınmış, metal tabela, saçlarımın dibinden enseme kadar yakmaya başlamıştı beni. Beynime verebildiğim tek komut, ağlarken ses çıkarmak istemediğim hakkındaydı çünkü için için ağlarken de yeterince küçük düşmüş hissediyordum… Gözlerimden ve burnumdan akan tüm sıvılar önümdeki cinayet mahalli fotoğrafına damlarken acaba bir noktada, o fotoğrafı tamamen yok edecek kadar çok sıvı üretebilir miyim diye düşündüm. Yeterince manik bir insandım, üstüne böyle saçma sapan bir olayın içine düşmek mantıklı yanımı tamamen sisin içinde bırakmıştı. Temiz hava alırsam az da olsa kendime gelirim diye düşünerek başımı yavaşça kaldırdım. Sakince soluklanmaya çalıştığım sırada karşımda oturan polisin gözlerini önümdeki fotoğrafa dikti. Sümükle kaplanmıştı ölü, yaşlı adam… Polis pis bir şeyin kokusunu almış gibi burun bükerken benden fazlasıyla iğrendiğini belli etmekten çekinmiyordu. Derince bir iç çekip gözyaşlarımın arasından konuşmaya başladığımda beynimdeki son kayış da kopmuştu.

"Yemin ederim ben yapmadım ya... Ben karıncayı bile incitmem." diye sızlandım burnumu çekerek. "Küçükken karınca yuvalarına ekmek sokuyordum. Somun ekmek... Ama valla öldürmek için değildi..." Dudaklarımın arasından akıp giden kelimelerin ucunu bucağını tutamaz haldeydim. Kendimi savunacağım derken adamların beni doğuştan psikopat sanmalarına neden olacaktım az kalsın. Öte yandan kendimi açıklamaya çalışırken iyice deliye vurmuş gibi göründüğümden emindim. Elim ayağım birbirine dolanmış, panik duygusu tüm zihnimi ele geçirmişti. Komiser abi söylediğim her cümlede daha da tuhaflaşan bakışlarıyla beni inceliyor, burnundan yılgın nefesler alıyordu. "Ben üzülüyordum küçük kırıntıları taşıyorlar yazık diye. Hani somun ekmek görürlerse şok olur sevinirler bin yıl yeter diye-"

Sonunda sabrının sınırına gelmiş olacak ki elini sertçe havaya kaldırıp susturdu beni. Başını hafifçe sağa doğru eğerken yorgun bir ifadeyle gözlerini kapattı iki saniyeliğine.

"Hanımefendi bana ne karıncadan ekmekten falan Allah aşkına ya!" Uzanıp parmağının ucuyla önümdeki fotoğrafı alırken yüzünü buruşturdu. Fotoğrafın ön yüzünü masaya sürtüp önüme fırlatır gibi koyarken o kadar gergin görünüyordu ki iyice paniğe kapıldım. "Size diyorum ki yazdığınız kitapta nasıl oluyor da bizim araştırdığımız seri katile dair bu kadar çok bilgi yer alıyor olabilir? Oraya gelin!"

Fotoğrafa bir kez daha bakmadım, ezberlemiştim her pikselini. Doğrudan polis memurunun gözlerinin içine bakarken olabildiğince kendimden emin ve yetişkin bir insanmış gibi görünmeye çalıştım fakat istemsizce, kalbimde atan paniği yansıtarak, tiz sesimle bağırmaya başladığım an o plan da yattı.

"Karşı komşum yaptı!" Oturduğum yerde ani bir manevrayla dikleşince tükürüğüm boğazıma kaçtı. Hafifçe öksürüp konuşmaya devam ettiğimde sesim pürüzlüydü. "O seri katil. Suçu da benim üstüme attı!"

Polis memuru sandalyesine geri otururken dilini yanağının içinde gezdirerek güldü gergince. Arkasına yaslanıp bana dik bir bakış atarken bezgin sesiyle,

"Karşı komşunuz kim hanımefendi?" diye sordu. Dudaklarım aşağı doğru bükülürken küçük bir çocuk gibi omuz silktim. Gözyaşlarım yanaklarımı ıslatmaya devam ediyordu ve musluğu kapatmanın yolunu bulamıyordum bir türlü.

"Adını bilmiyorum…” Konuşmaya devam edecektim ama ağzımdan kaçan hıçkırık buna engel oldu. Komiser yavaşça öne doğru eğilirken bana alttan bir bakış attı.

"Adını bilmiyorsunuz ama katil olduğunu biliyorsunuz?" diye sorduğunda çatık kaşları çok korkunç görünüyordu. Başımı şevkle sallarken kendimi bu durumdan kurtarmanın tek yolunu bulmuş gibi hissettim. Anahtar Tuhaf Adam’dı. Eğer polisleri, doğru kapıyı açmaları hakkında ikna edebilirsem gerçek suçlunun kim olduğu ortaya çıkacaktı.

"Ben gizlice izliyorum o manyağı. Neler neler yapıyor evinde bi’ görseniz! Manyak o, manyak!" diye bağırdım mağdur olduğumu açık eden bir çaresizlikle. Komiser bir kez daha gözlerini kapatıp parmaklarının ucuyla şakaklarına masaj yapmaya başladığında bu tepkisinin nedenini çözemedim. Söylediklerim kafasına yatmış mıydı yoksa?

"Yani hem seri cinayetle bağlantılısın, hem röntgenci, öyle mi?" diye sordu gözleri açılırken. "Çok iyi gidiyorsun devam et."

Şoke olmuş gözlerle ona bakarken tek umut ışığım da gözlerimin önünde sönüp gitmişti. Çırpındıkça daha derine batıyor, kendi ellerimle kendimi boğuyordum resmen!

"Ya ben seri röntgenci falan değilim yemin ederim ya!" diye bağırdım manik ruh halimle. Sızlana sızlana ağlamaya başladığımda artık sesimin çıkıp çıkmadığını umursayacak halde değildim. "Valla suçsuzum!" dedim burnumu çekerek yakınırken. “O yaptı… lütfen dinleyin beni bir kere!”

"Yemin ederim migrenim tuttu." diye söylenen adam bir kez daha şakaklarını ovdu. Tam yalvarmama kaldığım yerden devam edecektim ki içeri başka bir memur girdi dan diye. Kavanoz dibi gözlükleri küçük yüzünün tamamını kaplıyordu. Kısa kollarının arasında tuttuğu bir tomar kağıt, her an oraya buraya dağılabilecekmiş gibi emanet duruyordu. Kendi de bunun farkında olmalıydı ki masaya doğru yalpalar gibi koydu dağınık sayfaları. Ah… bunlar benim kitap taslağımın çıktılarıydı.

"Okudum amirim." derken esas duruşa geçecekti neredeyse genç memur. "Harbi cinayet sahneleri birebir aynı." dedi, büyük bir sır veriyormuş gibi kısık bir sesle. Ağlamaktan yanmaya başlayan burnumu bir kez daha çekerken gözlerimi kağıtların üstünden alamıyordum. Komiser, kağıtları tutup önüme fırlattığı sırada ağzını açmıştı ki,

"Babam…” dedim, gözlerimi boşluğa dikerek. Aklıma dolan düşünceler üzerine nutkum tutulmuştu. Nasıl daha önce düşünememiştim bunu, nasıl! "Babam..." Komiser şaşkın bir ifadeyle kaşlarını çatarken, kuşkulu ses tonuyla,

"Baban mı katil?" diye sordu. Başımı ağır ağır iki yana doğru salladım.

"Yok." Gerçek dünyaya yumuşak bir düşüş yapmış gibi, dalgın bir ifadeyle polis memuruna baktım. "Babamın arşivi..." Gözlerimi sıkıca kapatıp en büyük sırrımı patlatmak üzere olduğumun farkındalığıyla kendimle kavga etmeye başladım. "Babam duyarsa ağzıma sıçar."

İki polis de benzer kafa karışıklıklarıyla önce bana ardından birbirlerine baktılar. Sanki karşılarında normal, sıradan bir insan değil de, dilini örfünü bilmedikleri bir uzaylı vardı. Omuzlarım yaşadığım farkındalığın yorgunluğuyla çökerken kendimi açıklamaya çalıştım bir kez daha,

"Eşref Orhan Yılmazer..." Uzun zamandır babamın adını böyle sesli bir şekilde dile getirmediğimden midir nedir, kulağıma çok tuhaf bir laf etmişim gibi duyulmuştu. “Babam."

Kaşları hayretle havaya kalkan komiser, ilk kez heyecan tınladığını duyduğum sesiyle,

"Bildiğimiz Eşref Orhan Yılmazer?" diye sordu. Hemen ardından teyit etmek ister gibi, babamın en ünlü romanlarından birinin ismini söyledi; "Gece Üstümüze Düştü?" Yanındaki genç polis bir oyuna katılır gibi başka bir roman adı attı ortaya;

"Kan ve Tuz?"

"Çürük Düşler?"

"Kayıp Şehrin Kızları?"

Birbirleriyle yarışa girmiş, hangimiz daha Eşref Orhan Yılmazer fanıyız iddiasına tutuşmuş gibi ardı sıra isimler söylemenin sonu, genç polisin Kayıp Şehrin Kızları üzerine,

“Baya iyi kitaptı komiserim. Katilin o yaşlı kadın çıkmasına şok olmuştum!" diye yorum yapmasıyla son buldu.

"Aaa, katil o muydu?" diye sordum, şaşkınlıkla. Sesimdeki hayal kırıklığı beni bile şaşırtacak cinstendi. Komiser yüzüme anlamsız bakışlar atarken, bir kez daha çaresizce kendimi açıklamak zorunda kaldım. "Babam yarısına kadar okumama izin veriyor. Katili doğru tahmin edemezsem okutmuyor-"

"E al oku?" diyerek cümlemi yarıda kesti sert mizaçlı adam. Çenemi hafifçe kaldırıp kollarımı göğsümde çaprazlarken, burnundan kıl aldırmaz bir tavır takınmaya çalıştım.

"Olmaz, gurur yaparım." Komiser ‘şu an ne yaşıyoruz?’ der gibi bir ifadeyle bana bakarken yüzü allak bullak olmuştu. Sonunda mevzunun benim baba sorunlarıma doğru sert bir geçiş yaptığını fark etmiş olacak ki toparlanıp duruşunu dikleştirdi ve, ”Konumuza dönelim!" dedi, sinir bozucu tok sesiyle. "Babanla ne ilgisi var bu meselenin?"

"Babamın bi' arşivi var. Böyle gazeteye çıkan cinayet haberleri, suç dosyaları falan..." Cümleme devam etmek için iki saniyeliğine tereddüt ettim ama olan olmuştu artık, yüksek doz paylaşımın dibine vurmuştum. Bakışlarımı kaçırarak, "Hatta bazı arkadaşlardan duyduğu basına düşmeyen vakalar..." dedim sessizce. Aniden yükseldim sonra. "Ama tabii babam sadece kendi coğrafyasından gerçek suçları analiz etmek için başka amacı yok!" Kendimi babamı savunurken buldum. Bunu ben bile beklemezdim kendimden… Babamla uzun bir süredir iyi değildi aramız. Çocukluğum ve ergenliğimin büyük bir kısmı kendimi ona ispatlamaya çalışmakla geçmişti fakat bir noktada, bunun nafile bir çaba olduğunu anlamış, kendimi daha fazla yormamaya karar vermiştim. Babam, memnun edilmesi zor falan değil direkt imkansız olan adamlardan biriydi. Hayatım boyunca yetersizlik hissiyle boğuşmak… Ne miras ama! Bakışlarımı, konuşmaya devam etmemi bekleyen memura çevirdiğimde keyifsizce soluk aldım. "Ben de işte bazen gizlice gidip oradaki belgeleri okuyorum kendi kitabım için." Hafifçe omuz silkerken dudaklarım aşağı doğru büküldü, küçük masum bir çocuk gibi. "Ama valla hangisi basına düşen vakalar, hangisi düşmeyenler hiç bilmem. Babam el yazısı ile not alır."



Polis abinin ifadesi –daha fazlası mümkünmüş gibi- iyice ciddileşirken sertçe öne doğru eğildi.

"Suçlarına bir de fikir hırsızlığı eklendi." Tehditkar bir ifadeyle sırıttığında bütün tüylerim diken diken oldu. "Gasp suçu bile yazarım sana burdan ha..."

Hazır ol da bekleyen gözyaşlarım bir kez daha sicim gibi akmaya başladığında başımı önüme eğip hıçkırıklara boğulmadan yarım saniye önce ellerimle yüzümü kapattım.

"Ya komiserim niye böyle diyorsunuz..." diye inledim boğuk sesimle. Sakinleşmeye çalışarak ellerimi yüzümden çektim ve derin bir nefes aldım. Hıçkırıklarımın arasından, "N'olur bırakın gidiyim." diye yalvardım merhametsiz adama. Karşısında kalbim saniyeler içinde infilak edecekmişçesine ağlarken yüzünde mimik bile oynamıyordu. Ama birden, hiç beklemediğim iki kısa kelime döküldü dudaklarından,

"Tamam git."

Ne?

Yanlış duymuştum değil mi? Hayal duymak diye bir şey var mıydı ki? Az önce ondan olmuştu bana. Boş boş suratına bakmaktan başka hiçbir şey yapamıyordum. Algılarım bir daha açılmamak üzere kapanmış gibiydi. Sonunda sıkılmış olacak ki sözünü yineledi sabit bir tavırla,

"Git."

"Gideyim mi cidden?" diye bağırdım heyecanla. İnanmış mıydı bana sonunda? Söylediğim hiçbir şeyi mantıklı bulmuyormuş gibi bir hali vardı halbuki. "İşe yaradı mı harbi?"

Ben şoktan gidemedim. En son komiser sinirlenip gitti. Genç polisle baş başa kaldık.

"Ben biraz şey oldum da polis bey..." Masanın üstünde duran su şişesini alıp kapağını açarken ellerim titriyordu hala. Küçük bir yudum su içtiğim sırada gözlüklü polis karşımdaki sandalyeye yerleşti, yorgun bir tavırla. "Cidden gidebilir miyim?"

Memur Bey, başını sallayarak onayladı beni.

"Suçlu olmadığınızı biliyorduk zaten de, belki bi' şey biliyorsunuzdur diye ihbarı değerlendirdik." dedi rahat bir ifadeyle omuz silkerken. "E o bilgilere nasıl eriştiğiniz de ortaya çıktığına göre..."

Ah… bir de o mesele vardı dimi? Götümü kurtaracağım derken babamı kendime musallat edersem kafamı koparırdım cidden…

"Babama demezsiniz, değil mi?" diye sordum alttan bir bakış atarak. Az kalsın şovu abartıp dudaklarımı da titretecektim. Polis, abartılı mahzunluktaki yüzüme karşın güldü sessizce. Masadaki kağıt tomarını sessizce toplamaya başladığında, cevabının o gülüş olduğunu anladım. "Bu arada merak ettim, burada katil kim?" diye sordu, elindeki kağıtlara şöyle bir bakıp.

"Bilmiyorum ki…" dedim elimde tutmaya devam ettiğim sudan bir yudum daha içerken. Cidden bilmiyordum. Katil sürekli değişiyordu kurguda. Değişken ruh halim bu şekilde kalemime de yansıyordu belki de… "Kim olsa şaşırırdınız mesela?" diye sordum merakla.

"Dedektifin yardımcısı kız çıksa şaşırırdım." Hafiften heyecanlı görünen ifadesi benim de içimde, derinlerde kalmış bir noktayı harekete geçirdi. Kendimden ilhamla yarattığım karakterden bahsediyordu polis. Birden yine panik oldum. Beni mi suçluyordu yoksa hala? Harbi ben miydim elmalı katil? Ne ima ediliyor şu an? Sanki tedirginliğimi anlamış gibi gülerek sesini alçaltıp "Agatha Christie'nin bir kitabında öyleydi ya... Anlatıcı katil çıkıyordu." diyerek açıkladı kendini kibarca.

"Aaa! Evet, öyle bir kitabı vardı!" Rahat bir nefes verirken gerdiğim omuzlarımı serbest bıraktım, yavaşça aşağı doğru düştüler. "Ama çok tartışmalı bir kitap o ya... Eleştirmenler baya yanlış bulmuştu."

“Amaan." Omuz silkti. "Eleştirmenler umurumda değil valla. Ben şaşırdım mı? Şaşırdım. Yeterli." Yüzündeki gülümseme kafa karıştırıcıydı bir noktada. Az önceki polisin anti tezi gibiydi adam, nasıl davranmam gerektiğini şaşırmıştım. Neyse ki birkaç saniye sonra eliyle kapıyı gösterdi. Sorgu odasından çıkarken bana verdiği rahatlık ve samimiyet haddiyle konuşmaya devam ettim.

"Sizce polisiye kitaplarda en önemli şey o mu?" Genç polise yandan bir bakış attım. "Şaşırtmak mı?"

"Kişiye göre değişir tabii. Ama ben şaşırmadığım polisiye kitaplardan hoşlanmıyorum."

"Sizin mesleğinizi de düşününce zor olsa gere şaşırtmak..." dedim dudaklarımı içeri doğru katlayıp gülümseyerek.

"Babanız çok iyi beceriyor şaşırtmayı valla." Kulağına eğilip fısıldadı, büyük bir sır verir gibi. "Rica etsem bana babanızdan imzalı bir kitap alır mısınız?"

"Alırım tabii." Ama önce babamla barışmam lazım tabii... Söz verirken hiç düşünmem ki... Merdivenlere ulaştığımızda ona doğru dönüp uysal bir tavırla, "Bu arada ben böyle dümdüz çıkıyor muyum?" diye sordum.

"Çıkabilirsiniz." Hızlı hızlı başını salladı. "Size bir şey danıştık gibi düşünün."

"Çok teşekkür ederim."

"Ama yine de bir bilginiz ya da ne bileyim babanız sayesinde de olsa bir haberiniz olursa hemen bizi arayın." İşaret parmağını göğüs hizasında kaldırdı, beni uyarmak istercesine. "Bir de bu olayla ilgili ulu orta konuşmayın. Seri cinayet vakalarında basınla ve halkla paylaşılan bilgiler konusu çok hassas... O işi bize bırakın."

Birden kendimi açıklar gibi boynumu büktüm. "Valla bilmiyordum..." derken, beni susturur gibi kartını uzattı. "Bana buradan ulaşabilirsiniz."

Kartta Yiğit Özyıldız Komiser Yardımcısı yazıyordu. Alt satıra da telefon numarası eklenmişti.

"Bir ihbarım var!" dedim aniden, başımı karttan sertçe kaldırarak. Polis bariz şekilde irkildi. Az kalsın gülecektim kendimi tutamayıp.

"Senden iyi yazar olur…" Başını öne eğerek kesik bir nefes soludu. "Bak şaşırttın beni. Sen misin katil yoksa?"

"Hayır, Tuhaf Adam!" diye bağırdım heyecanla. "Yani karşı komşum!" Kafam karışmış gibi başımı sağa sola salladım. "Yani dedektif..." Söylemek üzere olduğum şey benim karıma mı zararıma mı olacaktı, tam emin değildim yine. "Kitaptaki..." Kafam karışırken kafa karıştırdım. Aklımda kayboldum. "Kitaptaki dedektifi karşı komşumdan ilhamla yazıyordum da..."

"Sizi ihbar eden kişiden mi bahsediyorsunuz?" diye sordu polis, mevzunun epey ilgisini çektiği belliydi.

Kafamı koparcasına salladım. "Evet o! Komiser beye de söyledim ama üstünde durmadı pek." Duruşumu dikleştirip kollarımı göğsümde kavuşturdum, ciddi bir tavırla. "Ama ben eminim, kesin katil o! Az kalsın suçu da üstüme atacaktı!”

Eğleniyormuş gibi bir hale bürünmüştü, sebebini çözemiyordum asla. Kafam çorba olmuştu iyice, bir noktada insanların duygu geçişlerini analiz etmeyi bırakmam gerekiyordu yoksa yanacaktı iyice beyin falan… Cebinden telefonunu çıkarıp galeriye girdi, ekranı bana doğru uzatıp,

"Bu kişiden bahsediyorsunuz değil mi?" diye sordu, gülmesini tutmaya çalışır gibi. Hassiktir! Fotoğrafta suratsız komiser, ortada tuhaf adam ve diğer yanında da Yiğit komiser vardı. Oldukça samimi görünüyorlardı hem de! Ben yine delirdiğimi düşünerek gözlerimi kırpıştırıp bir kez daha baktım ekrana. Fotoğraf yerli yerinde duruyordu.

"Evet ama..." Sesim bir tarafıma kaçmış gibi kısık ve pürüzlü çıktığında Komiser Yiğit anlayışlı bir ifadeyle başını öne doğru eğdi.

"Kendisi bizimle çalışan bir arkadaş... Gerekirse size durumun açıklamasını yapar zaten." dedi telefonunu cebine atarken. Sonra da hızlıca vedalaşıp ayrıldı yanımdan. Şoktan felç geçirmiş gibi kalakaldım bir süre, öylece. Ama sonra, aklıma gelen şeyle hızlıca merdivenlere doğru dönüp koşmaya başladım.



*



Karşı apartmanın merdivenleri ne kadar loş ve dardı! Asansörün bozuk olması pek şaşırtmamıştı çünkü bu sokakta genelde rastlanan bir durumdu bu. Nispeten ucuz kiralarla ve toplu taşımalara uzaklığıyla paralel ilerleyen parya kanunları tarzı bir şeyle ilgiliydi ama uzun hikaye… Bir ara anlatırım belki. Tuhaf adamın yaşadığı apartman normale göre daha can daraltıcıydı ama. Merdivenleri çıkarken dahi klostrofobisi tutabilirdi insanın.

Malum evin önüne ulaştığımda oyalanmadan yumruklamaya başladım kapıyı. Öfkeden çatlamak üzereydim. "Aç kapıyı!" diye bağırırken desibel konusunda cimrilik yapmadım hiç, sesimi apartmandaki herkesin duyduğundan emin oldum. O beni hiç acımadan rezil etmişti, her şeyin bir bedeli vardı. Kapı aniden açıldığında yumruklarımdan biri boşluğa düştü ve sendeledim, neredeyse yere kapaklanacaktım yüz üstü. Karşımda dikilen adam beni tutmaya yeltenmeyi bırak yerinden dahi kımıldamadı, gözlerini bile kırpmadı…

"Beş saat sürdü kendini serbest bıraktırman." dedi yalnızca, bir insandan çok taşa benzeyen sabit ifadesiyle. "Beş puan daha kırdım."

Aslında hiç olmadığım kadar sinirliydim, ama yüzünü görünce yine o saçma his kaplamıştı içimi. Merak, şaşkınlık, bir sonraki hareketini tahmin edemediğimden elimin kolumun birbirine dolaşması... Aslında bağırıp çağırmak, bana neden böyle bir şey yaptığını sormak, hatta küfretmek istiyordum. Ama tüm bu sonsuz olasılığın içinde, kedi gibi bir sesle,

"Ama niye yaptın ki şimdi böyle bir şey ya?" diye sordum dudaklarımı bükerek.

"Karpuz almamışsın." Tuhaf adam yüzü kadar duygusuz ses tonuyla konuştuğunda kendi salaklığıma ağlamak istedim… Saatlerce, günlerce belki?

"Beş saat içerde kalınca manavlar kapanmış!" diye cevabı yapıştırdığımda az da olsa iyi hissettim kendimi. Elimle kapıyı ittirip içeri geçmeye yeltendim fakat o, ayağını kapının arasına koyup kendine doğru çekti kapıyı.

"Karpuz almadan seni içeri almam." dedi, başını küçük aralıktan uzatırken. Sinir krizi geçirmemek içten bile değildi!

Aslında bu eve girmek benim için çok da hayati bir mesele değildi. Balkondan balkona da rahatsız edebilirdim onu, ardı arkası kesilmeyecek sorularımla darlar, sonunda birkaç tane olsa da cevap koparabilirdim belki. Ama içimdeki merak ve heyecana yenik düştüm. Ben ondan basit cevaplar almak istemiyordum sadece, kim olduğunu öğrenmek istiyordum. Neden tuhaf bir adam olduğunu, komiserlere hangi konuda yardım ettiğini, neden özellikle benim başımı yakmaya çalıştığını bilmek istiyordum. Merdivenlere doğru, nöbetçi manav aramak için koşmaya başladığımda ona bir açıklama yapmak zorunda hissetmedim kendimi. İnsan kendinden daha tuhaf biriyle karşılaştığında, böyle şeyler önemsizleşiyor, bir sebepten oldukça rahat hissediyordun kendini. Arkamdan bağırdı,

"Çekirdeksiz alma!"

Manyak herif... Çekirdeksiz karpuz daha nadir bir şey değil mi? Neden bunun uyarısını yapar ki biri?

Koşa koşa, civarda geceleri de açık olan tek manava giderken yol boyu mahallelinin sorgusuyla uğraştım. Polisler beni alıp götürünce hakkımda zibilyon tane şey söylenmiş, tahminlerde bulunulmuş, hatta bir tanesi benim Rus ajanı olduğum hakkında götten bir bilgi atmış ortaya, kara kaşıma kara gözüme bakmadan… (Hayır bari düz ajan de müşteri olalım. Ne ırk belirtiyorsun?) Bir komşunun sesten rahatsız olup şikayet ettiğine dair kısa bir masal yazıp atlattım onları. Manav on dakika koşma mesafesindeydi ama neyse ki çekirdekli karpuz mevcuttu ellerinde. Gecenin bir vakti, nefes nefese kalmış bir kız karpuz alışverişi yaptığı için manav abi şok geçirmiş gibi bakıyordu suratıma. Ben olsam ben de şaşırırdım abi, haklısın… Karpuzu özenle seçip koltuğumun altına aldıktan sonra koşa koşa geri döndüm tuhaf adamın evine.

Kapı açıktı. İçeriden yansıyan ışık beni bir günaha davet eder gibi kırmızıydı. Hafiften ürperdim. Ama "çekirdekli" karpuz almaya yollayıp bu sırada benim için kirli planlar yapmaz diye düşündüm içten içe. Karpuzla mı dövecekti beni? Çekirdeklerini suratıma tükürerek işkence mi edecekti? Kafama karpuzu sokup cadılar bayramı süslemesi mi yapacaktı benden?

"Ondan geriye sayıyorum. Beşe kadar içeri girmezsen kapıyı örterim." İçeriden gelen ses üzerine panikle ayakkabılarımı çıkarmaya koyuldum. "On..." Karpuz elimden kayıp duruyordu, adamın kapısının önünde küçük çaplı bir savaş veriyordum resmen ama o rahatça saymaya devam ediyordu. "Dokuz..."

"E o zaman beşe kadar saysana ne diye ondan geriye sayıyorsun?" diye sordum bir hışımla salona dalarken. Kafayı yedirtecekti bana! Yoksa… bu muydu büyük planı? Deli miydi deli taklidi mi yapıyordu? Katil miydi polis mi? İn mi cin mi ne bu adam, kim? Öğrenmezsem kafayı yiyecektim asıl!

"Sen böyle her şeyi sorgular mısın?” Orta sehpaya uzattığı bacaklarını toparlayıp ayağa kalkarken kendi kendine söylenir gibi konuştu.

"Her şeyi değil. Böyle gariplikleri." diye düzelttim sinir bozucu cümlesini. Aslında az buçuk haklıydı… her şeyi merak ediyordum. Ama o an konu her şey değil, tuhaf adamın tuhaf gariplikleriydi.

Hiçbir şey demden karpuzu elimden alıp odadan çıktı. Oturma odasının orta yerinde, öylece kalakaldım. Bir anda buranın gözetlediğim oda olduğuna ayıktım. Karmakarışık ev. Kocaman kütüphane. Masanın üstünde gökdelen gibi üst üste dizilmiş belgeler, sert kapaklı klasörler... Tam şöyle bir göz atacaktım ki içeriden seslendi tuhaf adam,

"Yakından daha kolay dimi?" Yerimden zıplayacak derecede irkildim. Elinde bıçakla kapının önünde belirdiğinde, "Kendi evinden zor oluyordur beni gözetlemek. Burada rahatça bak." dedi ifadesiz yüzü ve imalı ses tonuyla. Konuşurken bir yandan sağ kolunu hafifçe hareket ettirdiğinden bıçak da oraya buraya savruluyordu rastgele zikzak çizerek. Korktum, zaten oldum olası bıçaklardan da tuhaf adamdan da içten içe korkuyordum. Geriye doğru iki küçük adım atıp masaya yaslandım. Tuhaf adamın ifadesiz yüzündeki mimikler ilk kez gevşediğinde az kalsın gülümseyecekti. Bu, bir sebepten beni iyice korkuttu. Başını hafifçe sağa doğru eğerek, "Karpuz kesiyorum. Olay yeri incelemen bitince gelirsin." Ben utansam mı, sıkılsam mı, korksam mı ne yapsam bilemeden öylece dururken mutfağa doğru yürümeye başladığı sırada, "Karpuz sever misin?” diye sordu, seslenir gibi.

"N'oluyor ya?!"



*



Hemen koşa koşa gittim Tuhaf Adamın arkasından gittim. Utancımdan dosyaları kağıtları falan da inceleyemedim… Küçücük, yuvarlak mutfak masasına oturup karpuz yemeye başladım. Tuhaf adam da son dilimi de doğrayıp çaprazımdaki boş iskemleye yerleşti ve iştahla yemeye başladı. Tam da bu esnada üst kattan yüksek perdeden bir çığlık sesi duyuldu. Ardından iki insanın karşılıklı bağırtıları geldi. Sert bir karı koca kavgasıydı bu.

"Üst kat komşular çok ses yapıyor." dedi rahatça karpuzunu yemeye devam ederken.

O an onu aylardır gözetleyen komşusu olarak başka komşularını eleştirmeye yüzüm olmadığından öylesine bir yorum yaptım,

"Can sıkıcı bir durum."

"Yoo. Ben çok severim." dedi tuhaf adam, ağzı karpuzla doluyken gülerek. Ardından ayağa kalkıp çekmeceden bir oklava çıkardı ve tavana vurduğu sırada, "Sessiz evde deliririm ben." diye devam etti konuşmaya. Bu nasıl bir oksimoronluktu ya? Ne alaka? Hani seviyordun? Niye vurdun sopayla? Anlam veremiyordum hiçbir hareketine.

"Bu delirmemiş halin mi?” diye söylendim kendi kendime. Tuhaf adam yerine geri oturup arkasına yaslanırken kollarını göğsünde kavuşturdu.

"Sen deliliği ne sanıyorsun ya?" Üstten bakar gibi sorduğu soruyla bir kez daha öfkelendim. "Herkesin ağzında da bu..."

"E ama el insaf! Şu hareketlerin tavrın normal mi yani?" diye sordum elimdeki çatalı fırlatır gibi bırakırken.

"Neye göre kime göre?" İfadesiz suratına çakacaktım şimdi bir tane!

"Bu mu savunman?" diye bağırdım kaşlarım çatılırken.

"Yoo savunma değil ciddi soruyorum…" Masaya doğru eğilip karpuzdan bir ısırık daha aldı rahat tavrını sürdürerek. "Cidden neye göre kime göre? Açıklarsan ona göre değerlendirip cevap verebilirim." Yavaşça omuz silkti. "Üst kat komşuma göre anormalim." Parmağının ucuyla beni göstererek, "Sana göre normalim." dedi ve bir kez daha güldü. "Bir aydır beni izliyorsun yani... Çok normal bir hareket gibi değil."

Panik oldum. Sıçtığımı sıvar gibi deli taklidi yapmaya karar verdim içgüdüsel olarak. Deli deliyi görünce miydi neydi... Bastonunu mu saklıyordu… İç sesim bile karman çorman olmuştu artık!

"Kime göre neye göre?" diye sordum ona ayna olarak.

"Ay çok sıkıcısın…" Aniden yerinden kalkıp içeri geçti. Arkasından bakakaldım bir kez daha. Hayatımda türlü türlü hakaretler işitmiştim, üstüne her yaptığımı eleştiren bir babayla büyümüş, acımasız eleştirmen amcalarıma ablalarıma yazılarımı okutup ağlayana kadar yerden yere vurulmuştum. Ama hiç bu kadar yerin dibine geçmemiştim. Ay çok sıkıcısın mı?



*

Öfkeli adımlarımla oturma odasına girip bağırmaya başlayacaktım ki televizyonun karşısına, ayaklarını uzatarak oturmuş Müge Anlı tekrarı izleyen delimserek adam dikkatimi dağıttı bir anlığına. Kendimi hızlıca toparlayıp başımı sağa sola doğru salladıktan sonra,

"Bi' açıklama yapacak mısın bana artık? Kimsin sen? Ne iş yapıyorsun? Beni neden ihbar ettin? Polisle mi çalışıyorsun? Niye ve nasıl çalışıyorsun-"

Parmağını dudağına götürüp, "Şşş!" dedi bakışları tavana dönerken. Üst kat komşuları kavgaya devam ediyordu. Kadın ortalığı yıkmak istercesine, "Demek beni aldattığın o şırfıntıya gittin dün?!" diye bağırdı. "Söyleyeceksin kim o kadın?!" Tuhaf Adam eliyle ağzını kapatıp sessizce kıkırdadı ve bakışlarını bana çevirip,

"İki apartman yandaki kadınla kırıştırıyor!" dedi, önemli bir dedikodu verirken yaşadığım keyfe benzer yükseklikte bir keyifle. Afallatmıştı beni yine, beklenmedik hareketleriyle. Arkamdaki berjere oturup bacak bacak üstüne attım. "Aynı yerde çalışıyorlar. Ama markette falan karşılaştıklarında hiç konuşmuyorlar." diye anlatmaya devam etti oldukça eğlenerek. "Haftada iki gün nöbeti olurdu adamın, ama son günlerde üçe çıktı." Bir noktada beynim asıl konudan sapıp dikkatimi çok fena çeken dedikoduya odaklandı. Öne doğru eğilip elimle sağ tarafı gösterip,

"Şey mi o ya, şu sarışın abla..." diye merakla sordum. "Hastanede çalışan." Tuhaf adam başını sallayarak onayladı beni.

"Ama plot twist ne biliyor musun?" Dudaklarını büküp, iyice merak yaratmak ister gibi sessiz kaldı birkaç uzun saniye boyunca. Ardından parmağıyla, hala çığlık çığlığa kocasıyla kavga eden kadını gösterir gibi tavanı işaret etti. "Kadın da kocasını aldatıyor. Hem de o sarışın kadının kocasıyla."

Kendimi tutamayıp içinde çok fazla ‘a’ harfi barındıran bir hayret çığlığı attım.

"Ne?! Harbi mi?"

Sanki bir cinayet vakasının orta yerine düşmemiş, az önce onun yüzünden beş saat boyunca sorgulanmamış gibi mahalle dedikodusuna kaptırmıştım kendimi. Mevzu dedikodu olunca durduramıyordum kendimi, n’apayım yani…

"In the mood for love filmini izlemiş miydin?" diye sorduğunda kafamı hayır der gibi iki yana salladım. Tuhaf adam beyninde yanan bir ampul varmış gibi ışıldayan gözleriyle, "Onun daha yöresel hali gibi... Orada da bir kadının kocası onu aldatıyor tamam mı... Sonra kadınla, kocasının sevgilisinin karısı sevgili oluyor." Müge Anlı’da sürmekte olan metres kavgasını göstermek için televizyonu işaret ettiğinde ilk kez oradaki olaya odaklandım ben de birkaç saniyeliğine. "Ama o hikayeyi öyle bir çekmiş ki yönetmen... Başyapıt olmuş." dedi şahit olduğumuz programdaki hikayeyi küçümser gibi. "Eğer bu programa katılsalardı babaanneler nineler vay vay diyerek izlerdi."

Sanata bakış açısını böyle ifade etmesi bir anda yine heyecanlandırdı beni. Yazdığım hikayelerde hep konuya odaklanırdım. Konu ne kadar ilginç olursa, kitabım da o kadar ilginç olur sanırdım. Ama Tuhaf Adam olabildiğince basit bir şekilde hikayenin değil, hikayenin nasıl resmedildiğinin ve anlatıldığının daha önemli olduğunu anlatınca aydınlandım. Kafamdan birden yazdığım -ama bastırmadığım- tüm kurgularım film şeridi gibi geçti. Her şey bir sebepten olura inanmayı çoktan bırakmıştım. Ama o an sanki her şey ben iyi bir kitap yazayım diye oluyormuş gibiydi. Polis beyle sohbetim, Tuhaf Adam'ın söyledikleri... Hepsi. Ya da ilham perilerim mesaiye kalmış, ben onları duymadığımdan gerçek hayatta insanlar olarak hayatıma girmişlerdi. Belki de yine olayları kafamda büyütüp tonlarca anlam yükleyip kendime yontuyordum.

Ben kafamdaki düşüncelerin içinde kaybolmuşken, Tuhaf adam, bahsi geçen babaannelerden biriymiş gibi bir tutkuyla televizyondaki kavgaya odaklanmıştı.

"Bence katil kızın annesi." dedi birden. Programdaki kadın hüngür hüngür ağlıyor kızımın katilini bulun diye sunucuya yalvarıyordu. "Güya kızının çığlığını duyunca koşa koşa dışarı çıkmışmış bahçeye... Ama ayağında botla." Kaşları bir yay gibi gerilirken yüzünde çarpık bir gülümseme oluştu. "Anne olsan kızın can havliyle bağırsa bot giyip mi çıkarsın, çıplak ayak mı koşarsın?"

"Terlik varsa giyerim belki ama..." derken ciddi ciddi düşündüm sorusu üzerine. "Ayakkabı giymem ama o kesin."

Televizyonu kapattı. "Çok sıkıcı bi' gün ya..." derken gözlerini kapattı usulca. Halbuki benim için yaşadığım en maceralı gündü. Onun dünyasında sıkıcı bir gün böyle mi oluyordu? Nasıl bir hayat yaşıyordu?

Merakıma daha fazla engel olamadım, ayağa kalkıp dağınık klasörlerle, defterlerle, belgelerle dolu olan masaya doğru yürürken gerilmedim hiç. Nasıl olsa izin vermişti bana bakmam için. En üstte duran eski püskü defteri elime alıp kapağını açtım. Sayfalarca, küçük bir puntoyla yazılmış metinle karşılaştığımda hayrete düştüm yeniden. Bu, daha önce hiç görmediğim bir dilde ve çok tuhaf bir alfabeyle yazılmış olan Gılgamış Destanı kafamı bir kez daha allak bullak etti. Sanki… konuştuğu, yazdığı, okuduğu o dil… ölü bir dildi. Neden böyle hissetmiştim ki?

Başını koltuğun sırtına yaslamış, gözleri hala kapalı olan adam,"Babamla uydurduk." diye açıkladı aniden. "Babam biraz paranoyaktı. O yüzden dünya üstünde sadece benim okuyup anlayabileceğim bazı notlar bıraktı bana." Kesik bir nefes alırken kıpırtısızdı. "Çocukken şifreli konuşmak için uydurduğumuz bir alfabe ve dil..."

İçime doğan ve asılsız olduğunu sandığım hissin gerçekliğini öğrendiğimde göğsüm sıkıştı.

"Neden peki?" diye sordum usulca.

"Babam eski polis. Cinayet büro... Yakaladığı katillerin falan bize saracağını düşünürdü. Benim de polis olmamı istiyordu. Ama ben genel çalışmaya karşıyım. O yüzden istemedim..." Gözlerini açıp oturduğu yerde doğrulurken yavaşça omuz silkti. "O da kendimi koruyabilmem için bildiği her şeyi böyle notladı..." Orta sehpanın üstünde bir şey ararken alelade bir mevzudan bahsediyormuş gibi, ses tonundaki rahat ritmi bozmadan, "Her vakayı. Her katili. Her bilgisini..." dedi dalgınca. Bense heyecandan kafayı kırıyordum aynı esnada! Masanın üstünde en az bir düzine defter vardı! Yüzlerce vaka demek oluyordu bu! Sayfaların arasındaki çizimler o kadar gizemli, o kadar merak uyandırıcıydı ki kafamı yerlere vurarak ağlayacaktım heyecandan! Tuhaf adam sonunda bulduğu paketten bir dal sigara çıkarıp dudaklarının arasına yerleştirdi. Kalkıp yanıma geldi ve masaya otururken yaktı sigarasını. Bacaklarını kalabalık masaya boylu boyunca uzatıp arkasına yaslandı. "Bi' de sarı zarf katili var tabii bizim ailenin belalısı..." Yılgın bir ifadeyle masaya doğru baktı. "Ondan da korkuyordu."

"Sarı zarf katili mi?" O an hemen hatırladım. Babamın bir kitabına da ilham olan o vaka... Seri katil vakası. Seksenli yıllar. "Ama o daha sen bile doğmadan olan bi mesele değil mi?" diye sordum şaşkınlıkla.

"O vakayı biliyor musun?" diye sordu, sesinde gram heyecan yahut merak yoktu. Ama evet, biliyordum. Öldürdüğü kişilerin yakınlarına sarı zarf içinde yolladığı tuhaf notlarla bilinen bir seri katil vakasıydı. Ama katil yalnızca dördüncü cinayetinden sonra yakalanmıştı. O günden sonra da bitmişti vaka mevzusu da sarı zarflar da.

"Katili yakalanmıştı ama... Sonra da hiçbir olay olmadı. Baban neden korkuyordu ki? Hem o katil içerde öldürülmemiş miydi?"

Tuhaf adam yerinden kımıldamadan kütüphaneye doğru uzatıp altındaki çekmecelerden birini çekti. Bir tomar sarı zarf çıkarıp etrafa saçtı hepsini. Yüzlerce sarı sarf... İçleri dolu. Küçük dilimi yutacaktım neredeyse! Tuhaf adam ise hiç istifini bozmuyor, sanki bir çocuk masalı anlatır gibi devam ediyordu anlatmaya,

"Katil yakalandı içeride de öldü ama... Sonra sarı zarflarda garip mektuplar devam etti. Ama sadece bize yollanıyordu." Burnundan nefes vererek güldü. Bu içinde hiç neşe barındırmayan bir gülüştü. "Babam katilin bir de ortağı olduğunu, bizi suçladığını o yüzden ailesine zarar vereceğini düşünüyordu."

"Katili baban mı yakalamıştı?" diye sordum heyecandan delirdiğimi çaktırmamaya çalışarak. Çok başarılı olamadım gerçi…

"Yoo. Dedem." dedi bana göz ucuyla bakarak.

"Deden de mi polis?" Lan bu nasıl soyağacı!

"Yoo. Postacı." Ne?

"Nasıl yani?" diye sordum kafam çalışmayı bırakacak kadar karışmıştı.

"Ya benim dede biraz meraklı bi' adam. Başına ne geldiyse merakından geldi zaten." Kendi kendine güldü, bu kez mevzudan eğlenmeye başladığı açıktı. "Bence çok komik. Bu vakalar sırasında katil cinayetleri itiraf etiği bir mektup yazıyor birine. Dedem de dünyanın en meraklı adamı ya... Mektupları teslim etmeden genelde mum ateşinde zarfı açıp içlerini okuyup öyle götürürmüş." Kısa bir es verip sigarasını bitirdi ve sert klasör kapağında söndürdü. Karton kapak tutuşacaktı az kalsın ama hiç umurunda değilmiş gibi duruyordu. "Tesadüf o cinayet itirafını da okuyor... Sonra koşa koşa gidip polise ihbar ediyor. Öyle bulunuyor adam..." Yüksek perdeden bir kahkaha attığında onu ilk kez böyle görmek içimde beklemediğim bir şeyleri uyandırdı. "Kahraman postacı dedem işte. Babam da o olaydan sonra ailesine tehdit mektupları gelmeye başlayınca polis okuluna kayıt oluyor ne olur ne olmaz diye..." Bir kez daha güldü omuzları sarsılarak. "Beş sene önce gelen son mektupta delirip sikerim sarı zarfını da mektubunu da deyip emekli oldu, Bodrum'a yerleşti. Sebze yetiştiriyor." dedi yüzünü buruştururken. "Ama ne yapıyorsa çok fena ya sebzeleri... Tadı yok hiç. Beceremiyor pek..."

Onun alelade bir mevzuymuş gibi anlattığı aile hikayesi beni yok etmek üzereydi. Şoktan, heyecandan, meraktan eriyip gidecektim şimdi! Babamın arşivinin bin katı bir arşiv vardı şu an önümde. Hepsini yutsam nasıl olur acaba diye bile düşünmüştüm bir ara. Sonuçta okuyamadığım bir dilde yazılmışlardı. Belki yutarsam ilahi bir güçle ilham edilirdi bana? Kim bilir? Denemekten bir şey çıkmaz yani dimi?

"Peki ama... Senin polisle işin ne?" diye sordum birkaç dakika sonra, kaybettiğim beynimin bir kısmını bulur bulmaz.

"E bunları kimse okuyamıyor... Ben de mecburen fahri dedektif oldum babam yüzünden." dedi, klasörlerden birini tutup paçavra gibi itelerken. "Bir olay olunca geçmişle bağlantılı, bana geliyorlar... Ben de yardımcı oluyorum." Memnuniyetsiz bir ifadeyle dudaklarını büküp. "Mecburen dedektif oldum." dedi ve omuz silkti bir kez daha.

"Karşıma taşınman nasıl bir tesadüf peki ya..." Gözlerimi boş duvara dikip hayatın akışı hakkında derin düşüncelere dalmıştım. Tuhaf adam derin bir of çekti.

"Ne tesadüfü be?" dedi bir sigara daha yakarken. "Bu Elmalı cinayetleri araştırırken seni buldum, ortalıkta mal gibi anlatıp duruyormuşsun kurgunu. Seni soruşturmaya gelmiştim." Gözleriyle evini incelemeye başladı. "Sonra bi' baktım bu daire kiralık... Ben de kiralık ev arıyordum o ara, ev sahibim çık evden dedi." Huysuz bir tavırla kaşlarını bükerken başını hafifçe sağa sola doğru salladı. Çocuk gibi göründü gözüme o an. "Neymiş salonun ortasına küvet yaptıramazmışım, alt kata su basıyormuş..."

"Ne yani, sen baştan beri beni biliyor muydun? Benim yüzümden mi taşındın buraya?!" diye bağırdım mevzuya ayıkır ayıkmaz.

"Yoo. Senden bir bok çıkmayacağını biliyordum da... Tesadüf işte. Ev bulmuş oldum sayende." Umarsız tavrı karşısında ne yapacağımı şaşırmaya devam ediyordum. Yalnızca ağzından çıkan laflara odaklanmaya karar verdim, söyleyiş tarzına değil.

"E benden şüphelenmiyordun niye ihbar ettin beni?" diye sordum öfkeden kudurmamak için aldığım derin soluklara odaklanırken.

"Ne biliyorsan anlat diye." Sanki cevap ortadaydı da ben salak olduğum için anlamamışım gibi bir ifade takınmıştı.

"Gelip sorsaydın ya be?!" diye bağırdım öfkemi daha fazla içimde tutamayıp.

"Sıkıcı olurdu." dedi sırıtarak. "Bu mahalle çok sıkıcı… Eğlenmedin mi bugün?" Çenesini yavaşça yukarı kaldırıp meydan okur gibi sordu bu soruyu.

Eğlendim mi? Hım… Yaşarken korkunçtu. Doğru. Ama dürüst olmak gerekirse o an, benim gibi hayatı ilginç kurgular yaratmaya çalışarak geçen biri için inanılmaz heyecan vericiydi. Yazdığım dedektife ilham olan tuhaf adam gerçekten tuhaf bir dedektifti. Hem de elinde inanılmaz bir arşiv vardı. Yalnızca onun okuyabildiği devasa bir arşiv! Heyecandan tüylerim diken diken oldu.

Madem kitabımda yazdığım olayın ilhamını yanlışlıkla gerçek bir olaydan almıştım... Madem yanlışlıkla yarattığım dedektif karakter gerçek bir dedektif çıkmıştı... Geriye tek çare kalıyordu. Kitaptaki dedektifin yardımcısı kız... Kendimden ilhamla yarattığım... Onun da gerçek olma vakti gelmişti.

"Asistanın olabilir miyim?"

Yorumlar

Yorum yapmak için giriş yapın.

01.07.2025 20:14
AHAHFSGJHKJKLJKJHFG
01.07.2025 20:04
Ablaa pardon ama ne yapıyorsun sen şu an? Şaka mısın?
01.07.2025 19:59
AHAHASGJKLHJKFGFHFKL
28.06.2025 14:33
Yeni bölüm lütfen
20.06.2025 13:48
Bu cümleyi okuduğumda bi on dakka duvari izlemiştim, acaba ben ne gördüm de gelmek istedim dünyaya diye
19.06.2025 14:34
close enough welcome back sherlock & Watson 🤓
19.06.2025 14:33
ailecek manyak bunlar bak djwnziqjdjwaiqi
19.06.2025 14:32
ILK TERCIH OLARAK KIM CEKIRDEKSIZ ALIYO BE ADAM DSJSIQKSNWJXKQKQJWJ
19.06.2025 14:31
tuhaf adamın karpuz sevgisi benimkiyle yarışır
19.06.2025 14:30
DJWNRJWXOQKWJ
19.06.2025 14:30
bu hikayede en çok da neyi seviyorum biliyo musunuz bölümlerin başlıklarının bağlantılı bir hikayeyi anlatmasını 😭😭😭😭😭
19.06.2025 00:38
salonun ortasına küvet koymak mıı??? özgüür sen misiin ses ver
18.06.2025 02:03
assssiri merak ediyorummmm.
17.06.2025 21:13
Bendee
17.06.2025 21:12
Yıllar önce wettyde karşıma çıktığında okumuştum ve sonra bir anda kaldırıldığında o kadar üzülmüştüm ki şimdi bana tekrar kaybettiğim hazineyi bulmuşum gibi hissettiriyor
15.06.2025 01:27
o kadar merak ediyorum ki devamını
Profil Resmi rnur13 17.06.2025 21:13
Bendee
15.06.2025 01:26
o kadar merak ediyorum ki devamını
14.06.2025 12:59
Hosgeldinn
14.06.2025 12:58
BU KITAP ŞUAN FAVORİMMMM LÜTFEN BÖLÜM GELSİN🥹🥺🥹🥹
13.06.2025 22:31
Abii bu dedektif bence aşşırı iyi ya!! Sevdim ben bu adamı.
13.06.2025 18:41
MERHABA MEKANIMA GELDİM
Profil Resmi Venüss01 14.06.2025 12:59
Hosgeldinn