Develer düşleri iken, pireler dertleri iken...

Tuvalette vakit geçirmeyi seven bir tiptim oldum olası. Çocukluğumdan beri, saatlerce klozette oturup, bi’ taraflarıma ağrılar girene kadar benimle uzaktan yakından alakası olmayan magazin olaylarından, hayatımın içinden geçen aksiliklere ve psikolojik problemlerime kadar her şeyi düşünürdüm. Mesela o an aklıma takılan şey, kebapçılardaki garson abilerin “n” harfini bir tutam söylemesiydi. Ve iskenderin üstündeki o tuhaf minik et parçası neden konuyordu? Şu minik köfteye benzeyen…

Sanırım karnım acıktı. Tuvalette fazla uzun kalınca otomatik olarak acıkıyordum.

Sonra birden tamamen aykırı bir frekansta bulurdum kendimi. Gerçekten sevilmek, bunu hissedebilmek nasıl bir şeydi acaba? Ya da, bir gün, babamla aram düzelecek miydi? Beni takdir edip, sonunda onun kadar başarılı bir yazar olduğumu söyleyecek miydi? O malikanesinde takılırken, ben gururumdan üç kuruş paranın hesabını yapmak yerine sonunda parayı düşünmeden refah içinde yaşayabilecek miydim? Çoğu sorumun cevabı kendime bağlanıyordu. ‘Sorun bende ya!’ noktasına geldiğimdeyse işler büsbütün zorlaşıyordu. Neyse ki birkaç saniye sonra çektiğim sifonla, hem bağırsaklarımdaki, hem de kafamdaki bütün yüklerden kurtulmuş gibi hissederdim kendimi. Bu benim için en pratik meditasyon yöntemiydi. Tabii, eğer kırk beş dakika oyaladığınız tuvalet için kapıda bekleyen aile bireyleriniz ya da ev arkadaşlarınız yoksa... Üniversite zamanlarında bu kısım biraz sıkıntıydı fakat son üç yıldır, tek başıma yaşadığım minik, sevimli dairemde böyle bir problemim de yoktu. Artık sürekli avucunun içiyle kapıya vuran bir ev arkadaşı etkeni olmadığından bazen iki saate kadar abartırdım bu işi. Hatta klozetimin yanına minik bir kitaplık dahi koymuştum. Aklıma bir şeyler gelirse not alayım diye bir de not defteri ve kalem iliştirmiştim. Bunlar düne kadar, son birkaç aydır aklımda var olan tek şey olan romanım içindi. Ancak dün, tuhaf adamın benden çözmemi istediği bulmaca üzerine, hem kafamın içinde hem de evimin dekorasyonunda birkaç değişikliğe gidilmişti.

Ayak bileklerimde birikmiş kedili pijama altımın üstündeki kediler, buradan bakıldığında bir çeşit küresel salgın yüzünden mutasyon geçirmiş gibi görünüyordu, çıplak baldırımın üstüne yerleştirdiğim not defterim arada bir hareket ettirmezsem tenimi yakıyor, üstündeki metal kelebek arması çiğ beyaz tenimde izi çıkıyordu.

Açık olan sayfadaysa, tuhaf adamın bana gönderdiği kitap yaprağında yazan kesit ve benim çirkin el yazımla kenara köşeye attığım notlar vardı. Uyumadan, saatlerce yaptığım gibi tekrar tekrar o cümleleri sesli bir şekilde okudum.

"Dedektif, oturduğu tekli koltuğa sırtını rahatça yaslamış, ifadesiz suratıyla sağ çaprazında oturmakta olan yaşlı kadına bakıyor, kolunu öne doğru uzatmış parmağıyla doğrudan kadını işaret ediyordu. Gözleri yaşlı kadın, ayağa kalktı. Yüzündeki çaresiz, ürkek ifade yerini soğuk bir öfkeye bırakırken, sanki birkaç dakika önce hıçkıra hıçkıra ağlayan o değilmiş gibi, kollarını iki yana açarak "Evet bendim!" diye bağırdı. Sesinin o denli net ve yüksek çıkışıyla herkes irkildi bir anda. O, "Ancak siz zavallılar bunu neden yaptığımı asla ama asla öğrenemeyecek ve merak duygunuzun içinde boğulacaksınız!" derken, odada toplanan insanlar, hala kendilerine gelememişlerdi. Yalnızca kocaman gözlerle, onları, kurduğu her cümlede bir öncekinden daha çok şok eden kadına bakıyorlardı. "Siz..." dedi onu yakalayan dedektife. "Bu merak sizi de yiyip bitirecek..." Belindeki kemere sıkıştırdığı şişeyi çıkarıp, bir dikişte içti. İnsanlar panik halinde kadına engel olmaya çalışsalar da başaramadılar. Dedektif, olayın başından beri koruduğu sakinliğini, kadının yerle buluşması üzerine dahi bozmadı. Ağır çekim hareket ediyormuş gibi bir yavaşlıkla ayağa kalktı ve kapıda dikilen, başından beri olaylara hiç karışmayan polis memuruna döndü. "Lütfen, gidip..." dedi eliyle arkayı göstererek. "Sevgilinizin yaptığı sahte intihar sahnesini tamamlayın. Siz bu gösteriyi yaparken, gerçek bir polis memuru gelip ikinizi de götürecek." Gülümseyerek, şoktan ve korkudan ne yaptığını şaşıran insanlara döndü. "Siz de birkaç dakika içinde eski kör ve sağır hayatlarınıza geri dönebileceksiniz."

Minik yazı tahtama defalarca, farklı katiller ve maktuller yazıp çizmiştim. Defalarca kez olayın geçtiği hayali evi odama taşıyıp bir katil olmuştum bir polis, bir dedektif... Ama giriştiğim oyun öyle büyük bir okyanustu ki... Binlerce hikâye, binlerce katil ve binlerce maktul vardı ve hepsi o bir sayfalık yazıya cuk oturuyordu.

Elimdeki kalemi sayfaların arasına sıkıştırıp defterin kapağını sertçe kapattım ve solumdaki rafın üzerine, gelişigüzel fırlattım. Omuzlarım aşağı çöktü içimde bir yerlerde hissettiğim yenilgi hissiyle. Ellerimi, bacaklarımın arasına sıkıştırıp, "Babamı aramalıyım" diye mırıldandım. Fakat hemen sonra kolumdaki saate baktığımda ve neredeyse gece yarısı olduğunu gördüğümde, bunun da olasılık dışı olduğunu fark ettim. "Ama çoktan uyumuştur…" diyerek kendi kendimi yanıtladım, dudaklarım aşağı doğru bükülürken. Karalara bağlamış gibi bir ruh haliyle düşüncelere dalacağım sırada, sanki salonumdaki mor koltukta oturuyormuşçasına sırtımı geriye yaslamak üzereydim ki nerede olduğumu idrak ettim ve daha önce defalarca kez kırdığım klozet kapağım aklıma gelince ayağa fırladım panikle. "Eğer kendine yazar demek istiyorsan Yuşa..." dedim elimi sifonun üzerine yerleştirirken. Gözlerimi kısıp, klozetteki kirli suyu yok saymaya çalıştım. "Katili bu gece, bulacaksın!"

Sifonu bir kere daha tüm gücümle çekip, kötü kadın kahkahası atmak için ağzımı açtım. Üçüncü saniyede aynadaki yansımamı görüp, kendime acımasaydım gerçek ve tamamlanmış bir kahkaha olabilirdi ancak istop eden eski model bir arabanın çıkardığı gürültü kirliliğine benzeyen sesler çıktı ağzımdan yalnızca.

Ellerimi yıkarken, olabildiğince suratıma bakmamaya özen gösterdim. Yukarıdan topladığım kirli saçlarım, bir süredir almaya üşendiğim kaşlarımla birleşince aynaya bakmanın öz sevgime herhangi bir katkısı olmuyordu. Kaşlarımı almayınca halama benziyordum. Halama benzemek istemiyorum…

İnsan uzun süre evde kalınca onu kendi dahil hiç kimsenin görmesini istemeyeceği bir hale geliyordu. İşim bittiğinde, ellerimi kurulamak yerine, canım sıkkınken yaptığım gibi parmaklarımı bükmek suretiyle, suları aynaya doğru sıçrattım ve ayaklarımı sürüye sürüye oturma odasına döndüm.

Avucumu belime yaslayarak yazı tahtamın önünde durup, hazırladığım son tabloyu inceledim bir süre. Kafamdaki teori için yazı tahtasını iki bölüme ayırmıştım. Babam, bir kitabı okumadan kimin yazdığına bakıp ilk cümleyi ona göre anlamak gerektiğini söylerdi. Babamı dinlemem gerektiğini biliyordum. Kurmaca konusunda ondan daha bilgili biriyle tanışmamıştım henüz. Tanışsam da babamdan daha bilgili olma ihtimalini kabul etmezdim zaten…

Tuhaf adamın gönderdiği kâğıt, bir hayli eskiydi. Agatha Christie, Arthur Conan Doyle, PD James gibi bir yazara ait olduğu ortadaydı, eh saydığım bu isimler birçok kitabını okuduğum yazarlara ait olduğuna ve bu kesit daha önce okuduğum herhangi bir romana ait olmadığına göre aklıma gelen çoğu ihtimali elemem gerekmişti. Önümde uzun bir ihtimaller silsilesi olduğundan daha pratik bir çözüm bulmuş, yazarı düşünmektense nasıl bir yazar olduğunu düşünmeye karar vermiştim bir noktada. Yazı tahtamı ikiye böldüğüm nokta da tam olarak burasıydı.

Birincisi, yani (A) Sherlock Holmes'un deha yaratıcısı Sir Arthur Conan Doyle ve onun gibi sonda katilin kim olduğu öğrenilince şaşırtmaktan ziyade, dedektifin onu bulurken izlediği yola dikkat çeken yazarlardı. İkincisi yani (B) ise polisiyenin kraliçesi Agatha Christie ve onun gibi, hikaye ne olursa olsun sonunda şaşırtmaya oynayan yazarlardı. Teorilerimi, A ve B diye ikiye ayırıyordum ve her defasında olay bambaşka bir yere gidiyordu.

Tahta kalemini elime alıp, sımsıkı tuttum ve incelemelerime A sütunundan başladım bir kez daha. Omuzlarımı dikleştirip, "Babam olsaydı, kesinlikle doğru soruyu sor derdi. Soruyu bulamadan cevabı bulamazsın..." dedim gözlerim birkaç saniyeliğine kapanırken. Ardından parlayarak açıldı gözlerim, yüzüme kurnaz bir ifade yerleştirdiğime emin olduğumda ise, ayaklarım beni pencereye doğru yöneltti. "Söyle bakalım tuhaf adam... Bu kağıtta asıl soru sormam gereken yer," derken, perdeyi araladım. "Neresi-" Sorumu soramadan, perdeyi panikle geri kapattım. Çünkü tuhaf adam, balkondaydı ve gözleri tam olarak benim olduğum yere kilitlenmişti. Bu, kalbimin tekrar hızla atmasına sebep oldu. Bir yandan heyecanlanıyor diğer yandansa deli gibi korkuyordum. Nasıl oluyordu da beni aynı gün içinde birden fazla kez gafil avlayabiliyordu bu adam?

Biraz da olsa sakinleştikten sonra, beni görmemesini umarak, büyük bir dikkatle perdenin ucunu hafifçe kaldırdım ve ne yaptığına bakmaya çalıştım. O kocaman altın renkli tahta benzer sandalyesine kurulmuş karpuz yiyor ve hiç çekinmeden evimi dikizliyordu. Yalnızca kendimin duyacağı bir sesle, "Neden balkonumu izliyorsun? Yoksa..." dedim elimi ağzıma bastırarak. Gerçekten azılı sapık-katil benzeri bir şey misin sen tuhaf adam? Ve bu meydan okuma senin sadist oyunlarından biri mi? Kafamı iki yana salladım. Çünkü ben bu komplo teorisini kurarken, sol elindeki sineklik ile kendine rüzgar yapmaya başladı. Sinekliği yelpaze olarak kullanan biri azılı-sapık seri katil olamazdı değil mi? Uykusuzluğum, tuhaf adamın beni rutin olarak ürküttüğü ‘tuhaf’ hareketleriyle birleşince bünyemde paranoya yapmıştı yine. Gözlerimi devirip, perdenin ucunu yavaşça bıraktım. Hızla yazı tahtamın önüne gittim, sert bir tekme fırlatıp devirdim ve ellerimi yukarı kaldırıp, "KATİL VE MAKTUL! ULAN KİMSİNİZ SİZ?!" diye bağırdım. Üst kat komşularımın tavanım aracıyla ve oklava yardımıyla bana gönderdikleri sesli mesajdan anladığım kadarıyla sorumun cevabı onlarda yoktu. Umurlarında bile değildi. Elimi ağzımın kenarına siper edip, fısıltıyla konuştum. "Aman iyi be, sanki size katil dedik!"

Ben, üst kat komşularımla fısıldayarak kavga ederken, balkonumun camından gelen ani ‘tık’ sesiyle irkildim. Kafamı neredeyse kopacakmış gibi bir hızla çevirdim, "O neydi şimdi?" diye sordum kaşlarım istemsizce çatılırken. Birkaç adım ilerleyip, kafamı sesi daha iyi duyabilmek için, mahalle teyzeleri gibi öne uzattım. Ses tekrar etti. Sanki biri... Camıma bir şey fırlatıyormuş gibi. Birkaç adım daha atıp, iyice dikkat kesildim. Taş olamayacak kadar hafif, ama bir o kadar da etkili bir şeydi. Tuhaf adamın penceremi ne gibi bir maddeyle hedef alabileceğini düşündüm birkaç saniye. Molotof kokteyli atacak hali yoktu ya! Fakat her ne kadar ona karşı müthiş bir sempati beslesem de, hala yüzde bir ihtimalle azılı-sapık-seri katil olabilitesini değiştirmiyordu.

Aklıma o sevimli ev terliklerini ve geçen sabah balkonuna uçan kuşları ekmek kırıntılarıyla beslediği anı getirip, bütün cesaretimi topladım ve bir kez daha pencereye yöneldim. Perdeyi hafifçe araladığımda pencereme çarpan şeylerin karpuz çekirdeği olduğunu anladım direkt. Başımı sağa doğru çevirip gülmemi saklamaya çalışarak, "Karpuz çekirdeğiyle adam öldürülmez değil mi Yuşa?" diye sordum kendime. O sırada, beni fark etti ve rulo yaptığı kâğıdının içine bir karpuz çekirdeği daha koyup biraz daha yukarıya nişan aldı ve yüzüme doğru tükürdü. Ancak güçsüz, minik çekirdek pencereme çarpmayı başaramadan aşağı düştü. Ben tam, usulca sıvışacaktım ki, eliyle dışarı çıkmamı işaret etti tuhaf adam. Çekinerek, başımı hafifçe salladım.

İşte, hikayemi anlatma zamanı...

Yazı tahtamı, tahta kalemimi ve silgimi üstünkörü fırlattığım yerden hızlıca toparlayıp balkona taşıdım. Tuhaf adam, bir dilim karpuz daha almıştı eline. Onun oturduğu tarafa doğru bakmamaya özen göstererek, büyük bir profesyonellikle her şeyi hazırladım. Birazdan, tuhaf adama ufak bir ders verecektim. Tahtamı temizleyip, kalemimi elime aldım ve üzerimdeki hırkayı düzelttim. Onun duyamayacağı usul öksürükten sonra sesime daha bir güvenerek arkamı döndüm.

"Merhaba!" dedim gülümseyerek. Eğer doğru ses tonunu yakalarsak, balkonlarımız, birbirimizi duyabileceğimiz kadar yakındı. Fakat tuhaf adam selamıma karşın tepkisizdi. O an sesimi duymadığı için bana bakmadı herhalde diye düşünerek sesimi biraz daha yükseltip, tekrarladım. "Merhabalar!" Yine bakmadı. Bünyeme saliseler içinde yüklenen sinirle, sert bir şekilde "İyi geceler!" diye ısrar ettim. Asla bakmıyordu. İstifini bozmuyordu bile! Elimdeki kalemi, dişlerimle aynı orantıda sıkmaya başladığım esnada kafasını kaldırıp, “Bambu maymunlarına benziyorsun biraz" dedi. “İnternetten bak bi… Aynısısın.”

Yüz kaslarım istemsizce gevşediğinde, gözlerimi tuhaf adamdan kaçırdım. Bu cümlesi beni hem utandırmış, hem de kızdırmıştı. "Sensin bambu maymunu..." dedim dişlerimin arasından, sessizce. Ağzımdan çıkan tek kelimeyi anlamasın diye dudaklarımı öyle bir gerdim ki dudak kaslarım acıdı. Gözlüğümü parmağımın ucuyla hafifçe ittirip, derin bir nefes aldıktan sonra kafamı tekrar ona doğru çevirdim. "Sanırım bulmacayı biraz..." dedim bütün özgüvensizliğimle. "Çözmüş olabilirim." Eliyle, 'anlat görelim' der gibi bir hareket yaptı karpuzundan kocaman bir ısırık alırken. Benim inanılmaz derecede gergin ve heyecanlı ruh halimin yanında onun bu denli rahat ve sakin oluşu biraz sinir bozucuydu, ama umarsızlığını yok sayarak yalnızca kendime ve anlatacaklarıma odaklandım. Ses tonumu, gece yarısına az kaldığı için penceresi kapalı olan komşuların duyamayacağı, ama tuhaf adamın duyabileceği desibele çektim. "Şimdi... Verdiğin kağıtta yazanlara bakarak kafamda iki hayali yazar tipi oluşturdum. Birincisi Sir Arthur Conan Doyle gibi katilin kim olduğuna değil, katili bulma yolculuğuna değinen polisiye roman yazarları. İkincisi ise, Agatha Christie gibi finalde şaşırtmaya oynayanlar." Sesim biraz titrese de, küçük sunumum için yaptığım girişi sevmiştim. Yüzüme, olmayan özgüvenimi perdelemek için yarım bir gülümseme yerleştirip, boş yazı tahtasını ikiye ayırdım ve birine A, diğerine B yazdım. "Evet... Şimdi gelelim..." derken, belalı karşı komşum teyze, yine çıkıverdi. Önce önümdeki tahtaya sonra bana bakıp, tek kaşını havaya kaldırarak, "Kızım hayırdır?" diye sordu. Onu en hızlı şekilde başımdan savmak için saliseler içinde rahat bir tavır takındım ve el sallayıp, "Teyzeciğim... Ödev gibi bir şey..." diye geveledim. Elimle, onun göremeyeceği açıdaki karşı balkonu gösterip, "Arkadaşıma anlatıyordum da."

"Ama azıcık sessiz..." deyip, işaret parmağını dudaklarına bastırdı. Ben başımı sallayıp, onaylayınca, "Çabuk ol biraz da, tamam mı?" diye tembihleyip içeri girdi. Teyzenin, pencereyi kapattığına emin olduktan hemen sonra, az öncekinden daha sessiz bir şekilde anlatmaya devam ettim.

"Nerde kalmıştık... Evet. Şimdi asıl önemli olan şey, hikayeye doğru soruyu sorabilmekti." İşte her zamanki gibi, babamı taklit etmek bana inanılmaz bir özgüven veriyor, varlığıma tezat, epey havalı bir tipmişim gibi hissetmemi sağlıyordu. Onun cümleleri, onun düşünce yapısı, onun birkaç dağ yaratmış gibi dik duruşu... Eh duruş kısmından çok emin olamasam da küçük, sevimli (yersen) kamburuma değil işime odaklanarak anlatmaya devam ettim. "Soruyu şuraya sordum; İnsanlar, neden bu kadın ayağa kalkıp katil benim deyince bu kadar şaşırıyor?" Kendi sözümü keserek, dışarıya yansıtmadığıma inanmak istediğim paniğimle elimi iki yana salladım. "Hayır hayır... Katil olmasına değil, kadının konuşmasına şaşırıyor gibilerdi cümledeki vurguya göre..." Cebime sıkıştırdığım kağıdı çıkarıp, kesitteki o kısmı bir kez daha sesli bir şekilde okudum. “Sesinin o denli net ve yüksek çıkışıyla herkes bir anda irkildi.” Tuhaf adama dönüp, yeni ve lezzetli bir çikolatayı ilk kez denemiş bir çocukmuşum gibi iştahla anlattım, "Buradan anladığım kadarıyla katil olduğunu iddia eden bu kadın, A şemasına göre, ancak evin sessiz ve fedakar hanımı olabilirdi. Sesinin o derece yüksek çıkışı ve öfkesi insanları şaşırtıyor ve sonra bam!" Elimi dramatik bir tavırla iki yana açtım. "Aslında olan şey, kasabadan bir polis memuruyla kocasını aldatması ve ardından onu öldürmesi! Dedektifimiz kanıtları ince ince dokuyarak katili bulur." Tuhaf adamın boş bakışlarından hiçbir şey eksilmedi. Hatta elindeki karpuzun onu daha çok heyecanlandırdığına kalıbımı basardım o an... Bu bana teorimin ilk versiyonunun ne kadar yavan olduğunu hissettirdiği için panik oldum yeniden ve hiç es vermeden diğer teoriye geçtim.

"İki... Yani B'ye göre... Sonu şaşırtmaya dayalı bir hikaye ise bu..." dedim yazı tahtamdaki B bölümüne bir çizik atarak. Babamın duruşundan eser kalmadı üstümde, içten içe özgüvensiz moduma geri döndüğümü hissetmiş olsam da öyle değilmiş gibi davrandım. Kriz anlarımda yaptığım gibi kendimi kandırdım, taklit modumu açmak bana güvende hissettirecekti çünkü. Derin bir nefes alıp kalemin ucunu tahtaya vurduğumda yüzüme kendinden emin bir ifade kondurmayı başarmıştım. "Bu kadın kesinlikle hikayenin başında dilsiz ya da kekeme olduğu söylenen yetim bir hizmetçi! Muhtemelen henüz daha kitabın başında evin hanımı bu kızcağızın, evin beyini öldürdüğünü iddia edecek ve herkes 'kitabın başında katil çıkmaz, kesin masum vah vah' diyerek bu kızı katil olamaz diye eleyecekler. Hatta ve hatta görgü tanıkları evin beyinin öldüğü gece odasından kavga sesleri geldiğini söylediğinde herkes daha emin olacak bu kızın masum olduğuna ve sonunda... Aslında kız dilsiz veya kekeme değildir! Aşığı ile birlikte planlamıştır bunu. Eskiden bir kere birlikte olduğu evin beyine, aşığı ile rahatça evlenebilmek için şantaj yapmaya kalkmış ancak becerememiş ve kavga sırasında onu öldürmüştür!" Bu kez etkilenmesini bekleyerek, öne doğru bir adım çıkıp tuhaf adama üstten bir bakış attım. "Nasıl?"

"Soruma cevap aldığımı dahi göremiyorum sevgili bambu maymunu." Tuhaf adam istifini hiç bozmadan, ifadesiz ve sinir bozucu bakışlarını bana diktiği sırada gösterdiği tek mimik, iki kaşının ortasında oluşan incecik hayal kırıklığı çizgisiydi. Bu çizgide kibirli bir şeyler vardı ve sinirden başımın dönmesine sebep olmuştu küçücük şey.

"Nasıl yani?" dedim şaşkın bir ses tonuyla. "İki ihtimal geldi aklıma, ikisinden biri olduğunu düşünerek-" Kesik bir nefes alarak kendi sözümü kestim ve pes edip, elimi belime attım. "Tam olarak nasıl bir cevap istiyorsun?"

Ayağa kalkıp, karpuz diliminden son ısırığını aldı ve kabuğu yere bıraktı. Balkonun ucuna gelip, kendini biraz aşağı sarkıtarak, "Sana tam olarak, 'sence bu kitapta katil kim' diye sordum. Hikayeyi değil."

"Ama..." dedim gözlerim istemsizce irileşirken. "Katil zaten belli. O kadın ve..."

"Katil kim bambu maymunu?"

"Çok saçma. Söyledim. A'ya göre evin hanımı B'ye göre hizmetçi!" diye bağırdım kendime daha fazla hakim olamayınca. Üç buçuk saniye sonra, az önce dakikalarca ültimatom veren huysuz teyze yine çıktı cama. "Kızım ama artık yetti! Madem konuşmak istiyorsun biriyle," dedi tuhaf adamın balkonunu göstererek. "Git, konuş! Milleti rahatsız etmeye ne hakkın var? Yıllardır bu mahalledesin, bir günden bir güne sesini dahi duymadık. Ama son zamanlarda iyice çıldırdın! Bağırmalar, bilmem neler! Bir daha sesini duyayım yemin ederim polis çağırırım!" Pencereyi sertçe kapatıp, kornişlerin sesini kulağımızda çınlatarak çekti. Kadının bağırmaları yüzünden birkaç komşu aynı anda perdeyi aralayıp, sözleşmiş gibi bana dik bir bakış attıktan sonra geri içeri girdiler. Hepsinin yüzünde, aynı şaşırma ve memnuniyetsiz ifade vardı. O an, tuhaf adam sorusunu tekrar etti. "Katil kim?"

Anlamıştım.

Katil, bendim.

Evin sessiz ve fedakar hanımı da, dilsiz veya kekeme hizmetçi de... Sesi yükselince herkesi hayrete düşüren o kadın, bendim.

Burnumdan aşağı doğru kayan gözlüğümü bir kez daha yukarı ittirdim. Dudağımın kenarıyla gülümsedim tuhaf adama. Ve herkesi şok edecek yükseklikte bağırdım, bu kez bile isteye. "Katil benim!"

Tuhaf adam, bana boş boş bakmaya devam etse de yüzünde saydam, tuhaf bir ifade belirdi bir anlığına. Gözlerinden saliselik bir gölge geçti. Adeta bundan güç bularak, "Doğru değil mi?" dedim balkon demirlerine tutunup. Sonra birden allak bullak oldu yüzüm. Aklıma daha önemli bir soru gelmişti. Tuhaf adamı inceledim sessizce. "Peki ya... Sen?" diye sordum sonunda korkarak. "Sen... Kimsin?"

"Dedektif," dedi. "Katili yakalayan ve sesini herkese duyuran dedektif."

Sıcak havaya rağmen, sırtımdan geçen ürpertiyle irkildim. Tuhaf adam bana ve kendisine ait olan titri açıklarken o kadar ciddiydi ki aklımda tek bir soru yankılanıp duruyordu, ‘Ben nasıl bir şeyin içine düştüm böyle?’ Ellerim, balkon demirlerini ıslatacak kadar terledi, yalnızca birkaç saniye sonra. Nefes alamadım. Ben şoktan hareket edemez ve konuşamaz haldeyken o tekrar ağzını açtı ve, "Posta kutuna yeni bir not bıraktım. Kontrol etmeyi unutma." dedi, evine girmek için arkasını dönmeden önce. Henüz bir adım atmıştı ki az önce kendi eliyle balkon zeminine fırlattığı karpuz kabuğuna basıp yeri boyladı. Yerdeyken, elini yukarı kaldırıp salladı panikle, ölmediğine haber verir gibi. Ve ağır ağır emekleyerek kapıya ulaştı. Kolunu havaya kaldırıp kapının koluna ulaşmaya çalışırken çocuk gibiydi, saniyeler içinde ciddiyetini kaybetmişti yine. Sonunda serildiği yerden kapıyı açmayı başardı ve sessizce içeri girdi.

Elim, ayağım, zihnim ve bana ait her şey buz tutmuştu sanki. Birden, bir buçuk aydır gözetlediğim kişinin, beni gözetlediği hissine kapıldım ve bu beni inanılmaz ürküttü. Ayrıca bahsi geçen kişinin sağı solu belli olmayan, deli mi dahi mi kimsenin kolay kolay ayırdına varamayacağı bir tip olması olayı çok daha ürkütücü hale getiriyordu.

Titremekte olduğunu yeni fark ettiğim kollarımı sıkıca birbirine dolayıp, içeri girdim. Benim yaptığım şeyin aynısını tuhaf adam yapınca neden ürkütücü oluyordu ki? Çifte standart uygulamaya gerek yoktu, şahsi etiğime de uymuyordu zaten! Hem… Beni ciddi ciddi gözetlemiş olsaydı, onu kesinlikle yakalardım. Yani ayrıca sadece beni uzaktan gözetleyerek onu romanımda dedektif yaptığımı anlaması imkansızdı, değil mi? Belki de sadece tesadüftü, iki insan aynı anda aynı şeyi düşünmüş olamaz mıydı sanki?

Salonun ortasında, aklımın yarısını kaçırmış bir vaziyette kaç dakika dikilmiştim öylece, kaç tane teori üretmiştim hatırlamıyordum bile. Aniden çalan kapı ziliyle birlikte olduğum yerde korkuyla sıçradım. Gecenin bu saatinde kim gelmiş olabilirdi ki? Aklıma gelen ilk fikir paniklememe neden oldu, kafamı, yarısı açık olan pencereme doğru çevirip karşıya baktım. Tuhaf adam, tekrar balkona çıkmış bir şeyler yiyordu. Derin bir oh çekip kapıma dayananın o olmadığından emin olur olmaz, rahatlamış omuzlarımla kapıya doğru yürüdüm. Muhtemelen gürültü hakkında şikayete gelen yaşlı bir komşuydu. Yüzüme, olanlardan ne kadar rahatsız hissettiğim anlaşılsın diye, olabildiğince itici bir ifade kondurup kapıyı açtım. Ancak karşımda dikilen sinirli bir komşu değil, iri yarı bir polis memuruydu. "İyi geceler hanımefendi." dedi, genç memur. "Bir şikayet aldık."

"Ah... Şu yaşlı komşular değil mi? Gerçekten polis bey, sadece azıcık ses yaptım. Polis aranacak kadar..." diye, en sevimli tavrımı takınıp kendimi açıklarken, polisin yüzündeki ifadeden rahatsız olup kendi sözümü kestim. Konunun Zehra teyzeyle ya da İzzet amcayla ilgisi yoktu belli ki… Tam sırtımdan yeni bir ürperti daha geçmişti ki, "Yaşlı komşular mı?" diye sordu polis şaşırarak. "İhbarı karşı komşunuz olduğunu söyleyen ve sesi epey genç gelen bir beyefendi yaptı. Sanırım balkonunuzda katil benim diye bağırmışsınız, sizin birini öldürdüğünüzden şüphelenmiş. Bizi aradı. Sizi emniyete kadar almamız gerekiyor, ifade vermeniz için."

İşte, başlıyoruz…

Polis memuruna ne kadar dil döksem de, onunla birlikte karakola gitmem konusunda ısrar etti. Sebebini bir türlü anlayamasam da, bir noktada pes edip üzerime elime ne geçtiyse giydim ve onunla birlikte mavi beyaz arabaya binmek üzere evden çıktım. Defalarca kez ısrarla neden beni götürdüklerini sorsam da, her seferinde, durumu ancak emniyette öğrenebileceğimi söyledi.

Zemin kata indiğimizde, aklıma tuhaf adamın posta kutuma bıraktığı not geldi. Polis memurundan izin isteyip, çekingen hareketlerle kağıdı çekip aldım. Dış kapıdan çıkana kadar avcumun içinde sıkıca tutup, polis arabasının önüne gelince açtım içini. Notta yazanlar karşısında, birkaç dakika nefes bile almadan durmam ve sakinleşmem gerekti.

"İki mahalle ötede bir cinayet işlenmiş. Muhtemelen o yüzden götürüyorlar seni. Oraya git ve katilin sen olmadığına ikna et onları. Cinayet romanı yazdığını da mahalleden pek fazla kişiye söylemişsin, eksi puan sana. Eğer seni salarlarsa, bir karpuz al ve bana uğra. Detayları bizzat senden dinlemek istiyorum.

Not: Seni gözetlemedim.

Notun notu: Geçen ay bisikletini çalıp, boka batıran ve geri yerine bırakan bendim.

Notun notunun notu: Oyunu kazandığın için 1 puan verdim, aptallığın bir puan aldım.

Notun notunun notu notu: En kısa zamanda o çirkin saç kesiminden kurtulmalısın. Bir puan da saçından kırdım.

Puanın: -1"

Burnumdan kesik bir nefes verdiğim sırada, kâğıdı sinirle buruşturup, yere fırlattım ve kafamı yukarı kaldırdım bir hışım. İşte, oradaydı. Ben tam ağzımı açıp, bir şey söyleyecekken, "Memur bey, yere kağıt attı!" diye bağırdı, bu durumun onu ne kadar eğlendirdiğini açık eden ses tonuyla. Sinirden ellerim titremeye başlamıştı ki polis beni arabaya bindirmek için kolumdan tutarak arka kapıya doğru sürükledi.

Evet. Bir cinayet romanı yazarına, kendi zihninde yarattığı dedektifi oyun oynuyordu. Hem de, yazarın ruhu bile duymamıştı hiçbir şeyi, kendi kurgusuna sağır ve kördü adeta. Bu romanı, baştan yazması gerekecekti. SAÇMALIK!

Madem öyle kabul! diye geçirdim içimden, karga tulumba arabaya bindirilirken. Ben de bu romanı, baştan yazarım azılı-sadist-manyak tuhaf adam!

Yorumlar

Yorum yapmak için giriş yapın.

01.07.2025 19:46
AHAHSGHJKLJHKL
01.07.2025 19:40
Nasıl bir ego bu?? Gıcık oldum yaa
20.06.2025 13:44
HAHAHHAHA ben hahahhahahahhshsh
19.06.2025 17:50
Onların iletişimsizliği ve Tuhaf Adam'ın zorbalık... Yuşa ilk satırlardan itibaren o kadar komik bir karakter ki cümleleri çok gerçek hayattan, kahkahalarla okudum oraları ahahahah. Bu kurguyu daha önce okuma fırsatım olmamıştı buraya atılana kadar maalesef. Onlarla tanıştığın için aşırı mutluyum ve devamı için çok meraklıyım. Tuhaf Adam harbiden tuhaf anasını satayım her şey beklenir ondan ama çok kafa biri bayıldım özellikle Yuşa evine geldikten sonra olayları anlattığı yerler ve bezmişliği eheheheh seri şekilde yeni bölüm alalım hocam buraya!
19.06.2025 14:27
tuhaf adamın zihnine aşığım fwkdkqjeqj
19.06.2025 14:26
SNWNDWKOXWKRJWJ BI SG YA
19.06.2025 14:26
biraz daha bağır askm karşı mahalle duymadi
19.06.2025 14:26
SIRF BURASI ICIN GELDIM
18.06.2025 01:40
KATIL BENDIM 🤧🤧🤧
18.06.2025 01:39
okurken ilk yazdığın zamanlara gidip geldim