"02:12"

Güneşin benimle kişisel bir husumeti olduğunu düşündüğüm, sıcaktan kanımın bile kaynamaktan reçel kıvamına geldiği bir hafta sonuydu. Sargılı ayağım, Ali'nin annesi Gül teyzemin çiçekli yoga minderlerinin üstünde, hafifçe yukarıda duruyor, sırtıma destek olsun diye Ali'nin koyduğu pofuduk minderler ise beni tam olarak tahtında oturan bir sünnet çocuğu gibi gösteriyordu.

İç dünyamda bir sünnet çocuğu olabilirdim o an, ama Oğuz'un dünyasında gazinolar kralıydım. Ayağımı tekerlekli sandalyeyle ezdiği günden beri her dediğimi yapan ve adeta kölem haline gelen Oğuz elindeki meyve tabağıyla geldiğinde, günlerdir intikam için ona karşı rol kese kese adeta yeşilçamdaki ırz düşmanlarına dönüşmüştüm. "Alevli meyve tabağı istedim ben senden. Nerde lan bunun alevi" dedim. "Yakayım mı götünü şimdi?!"

"Ali izin vermedi ya!" diye bağırdı. Amerikan mutfağın köşesinde, bizim dağınıklıklarımızdan kendine bulduğu tek temiz köşede, mutfak masasında ders çalışan Ali'ye baktım. Kulağında kulaklık, pür dikkat ders çalışıyordu. Bir elinde uçlu kalemini fıldır fıldır çevirirken, diğer elinde avuç içinde iki tane çakmağı sıkı sıkıya tutuyordu. Ah zavallım... Evi yakmayalım diye çakmaklara sahip çıkıyor...

Ben Ali'ye iç çekerken tepemde tabakla dikilen Oğuz kıpırdandı. O kadar alışmıştı ki köleliğe, otur komutu vermeden oturmuyordu bile. Yana kayıp, yanıma uzanması için yer açtım. Hemen yanıma uzanıp, meyve tabağını göbeğine koydu ve elleriyle bana meyve yedirmeye başladı. Bi anda gözüme o kadar masum göründü ki o hali... Yavru köpek gibi görünen küçük tatlı suratına kanıp az kalsın ayağımın iki gün önce tamamen iyileştiğini, sargılarımın çıktığını söyleyecektim. Ama vazgeçtim. Ayağımı ezdiği için falan değil de... Kölem olmasına çok alışmıştım. Zaten tembellikten kin bile tutamazdım ben.

Oğuz, çatalın ucundaki çileği bana doğru uzatırken, acaba gerçekten bir yerimi falan mı kırsam diye geçirdim içimden. Beynim konudan konuya atlama konusunda uzmanlaştığı için, hızlıca sekme değiştirdi. Çocukken Ali yüzünden bacağımın kırılması geldi aklıma. Bacağım kırılınca beni sırtına alıp düşürüp diğer bacağımın da kırılmasına sebep olmuştu. Kendi kendine kıkırdadım Ali'ye bakarken. Oğuz kulağıma yaklaşıp "Gözünü manitandan çekemiyorsun bakıyorum kız" dedi anne fısırtısıyla. "Ama hakkın var, yakışıklı çocuk."

Çileği ağzıma atarken, "Güzel çocuk," diye onu onayladım aynı alçak sesle. "Ama daha da önemlisi," derken işaret parmağımızı havaya kaldırıp aynı anda tek beyin hücremizin hemfikir olduğu bir konuya parmak bastık. "Zeki çocuk." Parmak uçlarımız birbirine değdiği an gülüştük.

Ali, amip gibi kıpırdadığımızı görünce istemsizce bize baktı. Ona baktığımı fark edince tatlı tatlı sırıttı ve ‘naber?’ der gibi göz kırptı. Ben de ‘aynı işte’ der gibi omuz silkerken utangaç bir ifadeyle gülümsemesine karşılık verdim.

Ali tekrar derse dönünce, Oğuz da Ali'ye kitlendi. "Neye çalışıyor bu böyle? Hırsa bak. Sınavlara daha yok mu?"

"Önceden kendi çalışıyor ki, bize çalıştırmaya da vakti kalsın. Yazık ya çocuğa..." derken, tekrar ona baktım. Pürdikkat çözdüğü soruya odaklanmış, kaşları usulca çatılmıştı. Kafasını hafifçe yana eğdiği anda, otomatik olarak ben de aynısını yaptım. Yanlışlıkla Oğuz'la kafamız tokuştu.

“Yaprak… Sence ben geri zekalı mıyım?” diye sordu Oğuz birden. “Yok be oğlum…” dedim sırıtarak. Yüzünü avuçlayıp, hafifçe sıktım. “Sadece beynin yok. Olmayan bir şeyin ilerisi gerisi de olmaz bence.”

Oğuz yüzünü avucumdan kurtarıp, ağzına üzüm atarken, “Senin çok var sanki…” dedi. Beyinsizliğimi çoktan gururla kabullendiğim için rahatlıkla, “Ben var mı dedim?” dedim omuz silkerek. “Benim zaten yok.” Oğuz’un lülük kumral saçları, kafasının içinde olması gereken ama olmayan beyninin kıvrımları gibiydi. Parmağımı bir lülesine dolayıp oynarken, “Bunu kanıtlayabilir miyiz acaba lan?” diye sordum anlık bir hevesle. Oğuz, güneşin kamaştırdığı gözlerinden birini kısıp, bana baktı. Yüzünde tek kelime Türkçe bilmiyormuş gibi alık bir ifade vardı. Heyecandan yükselen ses tonumla, “Yani doktora gidip beynimizin olmadığına dair rapor alsak? Üniversite sınavı sonuçları açıklandığında elimizde rapor olması işimize gelir.” Yumruğumu, bir anlık coşkuyla dizlerime geçirip dramatik bir ses efekti yaptım. “Vururuz masaya, deriz bizlik bi’ durum yok… Teknik hata yüzünden beynimiz olmadan doğmuşuz. Garanti belgeniz duruyorsa yetkililere bi’ sorun… Bizi ilgilendirmiyor.”

Söylediklerimi baymış bir ifadeyle dinleyen Oğuz’un konu bir noktada epey dikkatini çekmiş olacak ki gözleri ışıldadı. “Oha, garanti belgemiz olsa süper olmaz mıydı?” Oturduğu yerde kıpırdanıp, ‘herhangi bir mantık düzlemine uymayan’ sohbetlerin bağımlısı olduğu için büyük bir ciddiyetle devam etti. “Mesela Zeliş Sultan beni bebekken kafa üstü düşürmüş… Altı aylıktım daha, garantim de dolmamıştır. Tak diye değiştirirlerdi beni yenisiyle. Süper olurdu.” Kafamı ‘yok’ der gibi geriye atıp, “O zaman da sen olmazdın ki be oğlum…” dedim. Oğuz da birkaç saniye düşünüp, bana hak vererek, “Doğru” dedi.

“Siz ne konuşuyorsunuz ya iki saattir…” Gökhan’ın sesi kendinden önce salona doldu. Bedenini boş bir çuval gibi yere atıp, “Belki arkamdan atarsınız da, ağzınıza sıçmaya bahanem olur diye gizli gizli sizi dinliyorum ama şahit olduğum sohbete bak…” Gözündeki güneş gözlüğünü çıkarıp, her giydiğinde dalga geçtiğimiz beyaz pezevenk gömleğine takarken; Oğuz’a dönüp “Android misin lan sen? Ne garanti belgesi?” diye sordu saçma bir gerginlikle. Gökkuşum’un buraya gelmeden önce bir şeye canı sıkılmıştı belli ki. “Yetkililer kim ayrıca oğlum?” derken; şakanın varış noktasını anlamış gibi birden kafasını gökyüzüne doğru kaldırıp, “Burada sanırım hoş olmayan bir şaka yapıldı. Kayıtlara geçmesini rica ediyorum.” dedi ciddiyetle.

Gökhan’a şaşkın şaşkın bakarken, “Lan sen bizi az önce Allah’a mı ispiyonladın bana mı öyle geldi” diye sordum. Birden panik olup, hayatsızlığım yüzünden doğru dürüst günah bile işleyemediğim hayatımda yanlışlıkla cehenneme gideceğim diye anlık bir korku yaşamıştım. Gökhan gibi kafamı gökyüzüne çevirip açıklama yapar gibi, “Ben bilim kurgu filmindeymişiz gibi düşünmüştüm. Yani hani biz robotmuşuz da-” Kendi sözümü kesip burnumdan soludum. “Sen niye böyle bir insan oldun ya?”

Gökhan’a dönüp baktığımda beyinsel olarak ortamdan tamamen uzaklaştığını fark ettim. Az önceki alaycı tavrından eser yoktu. Başını tekli koltuğun oturma kısmına yatırmış, gözlerini boşluğa dikmiş kara kara düşünüyordu. “Ben bu Naz’a nasıl ulaşacağım ya?” diyerek iç çekti. Oğuz oturduğu yerden ayaklanırken gözlerinde yeni, parlak bir fikrin ışıltıları vardı. Yandık! “Kanka aslında benim bir fikrim var.” Gökhan başını koltuktan çekip yeniden yeşeren umuduyla Oğuz’un gözlerinin içine baktı. Sanki Oğuz herhangi bir fikri mantık süzgecinden geçebilirmiş gibi… Gökhan bazen amcam tarafından on üç kez dolandırılan ama ona hala aşırı güvenen babaanneme benziyordu. Lülük saçlı olan, kendinden emin bir tavırla, “Ben Naz’ı çocuk şubeye şikayet edeyim. Daha reşit olmadığın için direkt ters kelepçe kız, ben sana söyleyeyim...”

Gökhan’ın umut dolu bakışları yerini bir boğa gibi soluyan burnuna ve öfkeden kararan gözlerine bıraktığında Oğuz’u uyarmak istedim ama o buna izin vermedi ve konuşmaya devam etti. “Polisler tak diye bulur yerini. Hapse girerse yeri yurdu da belli olur, ziyaretine-” Gökhan bacaklarını bükerek dizlerinden destek alırken Oğuz hiç oralı değilmiş gibi etrafına bakıyordu. Gökhan bacaklarına sarılıp onu yere düşürdüğünde bile konu kendiyle alakalı değilmiş gibi saçlarını düzeltti. Gökhan öfkeden deliye dönmüş, Oğuz’un üstüne çıkarken, “Seni öldürürüm Oğuz! Bir buçuk yaş var aramızda sadece!” Oğuz’un yakasına yapıştığı sırada boynundaki damar seğirmeye başlamıştı çoktan. Oğuz ise karakteriyle bütünleşen gevşekliğinden ödün vermiyordu hala. “Kanka senin o bir buçuk yaş dediğin şey, senin reşit olmaman sebebiyle üç seneden başlıyor!”

Gökhan bu kez Oğuz’un boynuna sarılıp onu hafifçe silkelemeye başladı. “Dur ben seni bi’ öldüreyim de orospu çocuğu arkadaşı öldürmek kaç seneden başlıyormuş öğrenelim!” Oğuz’un az önceki gevşek suratı yavaştan silikleştiğinde ve yüzünde ter damlacıkları oluşmaya başladığında öfleyerek yattığım yerden doğruldum. Oğuz ölmesin diye müdahale etmem gereken kısma gelmiştik artık. “Durun be oğlum…” Sargılı ayağımla Gökhan’ı dürttüm. Ali o kadar alışmıştı ki Gökhan'ın Oğuz'u öldürme girişimlerine, kulağında kulaklıkla yanlarından geçip lavaboya giderken neredeyse Oğuz'un ayağına basacaktı.

Gökhan geri çekilip sırtını yeniden tekli koltuğa yasladığında Oğuz da ayaklanıp yanıma geri oturdu ve, "Allah'ım sana şükürler olsun, kölelik yapmaktan pislik yapma yeteneğimi kaybettim sanmıştım. Dayak çok iyi geldi,” dedi sırıtarak. Fakat Gökhan hiç oralı olmamıştı. Yine boş bir noktaya kitlenmiş, harıl harıl bir şey düşünüyordu. Sonunda bir şeyden korkmuş gibi irkildi ve bana bakıp, gereksiz bir ciddiyetle, “Lan… Yoksa bu kız bu yüzden mi saldı beni cidden?” diye sordu, birkaç saniye dudaklarını kemirdikten sonra tekrar Oğuz’a bakıp kaşlarını çattı. “Kaç ay kaldı benim on sekiz olmama?” Parmaklarını havaya kaldırıp ayları ağzının içinde fısıldayarak saymaya başladı. Çaresiz gözlerle etrafına bakarken çenesi seğirdi. “O zaman döner mi sizce?”

“Yani…” O an manikatak yaşayan arkadaşıma söylenecek en doğru şeyin ne olduğunu düşünmek için zaman kazanmaya çalıştım ama söyledikleri kafamın içinde yankı yapıyordu resmen. Benim beynim gerçekten fiziksel olarak da yok muydu acaba?

Gökhan benden umudu çok hızlı kesip kendini sırt üstü yere bıraktı. "Ben niye aşkta dikiş tutturamıyorum ya..." dedi. "Merve'nin ahı mı acaba?" derken, sihirli kelimeyi söylemiş gibi birden gözlerinin rengi değişti. Merve'nin böyle bir etkisi vardı Gökhan'ın üzerinde... On iki yıldır tanıdığım, hayatımın yarısından fazlasını yanında geçirdiğim arkadaşımın gerçekten aşık olduğu ilk ve belki de tek kızdı. Naz'a karşı hissettiği müthiş hayranlığı aşkla karıştırıyor olması muhtemeldi. Aşka dair şeylerde hala amatör takımdaydım ve kafam basmıyordu. Ama arkadaşlarım konusunda süper ligdeydim. Aşkı bilmez ama onları bilirdim.

Birazdan Merve'yi stalklayacak... diye geçirdim içimden.

“Merve n’apıyor ki ya?” diye sordu kendi kendine. Bingo. Sığırımı bilirim ben… Gökhan cebinden telefonunu çıkarıp ekrana boş boş bakarken, “Ağız tadıyla stalk da yapamıyoruz, kız e-okul hariç her yerden engellemiş beni.”

“E-okuldaki engel tuşunu bulamamıştır, yoksa oradan da engellerdi” dedi Oğuz playstationa bir cd takarken. Gökhan yanındaki su bardağının dibinde kalan suyu Oğuz’a doğru savurdu. Oğuz kollarıyla playstationu saklarken, “Oh… bu sıcakta nasıl iyi geldi anlatamam.” dedi pişkin pişkin sırıtırken. Gökhan ona cevap verme gereğinde bulunmadan telefonuyla ilgilenmeye başlamıştı bile. “Notları da bayağı iyi ha… herhalde bu aralar canını çok sıkmıyor bana.” Kendi kendine konuşan Gökhan’a hayretler içinde bir bakış attım. “Lan cidden e-okulunu mu stalkluyorsun kızın manyak deli?” Gökhan gözlerini bana doğru kaldırıp ‘garip olan ne, anlamadım?’ der gibi bir bakış attı ve önündeki işe geri döndü hevesle. “Ama bak matematik notu düşmüş ikinci sınıfta… Tabii beni kudurtmanın matematiğiyle o kadar meşguldü ki temel matematiği boşlamış…”

“Ya da dünyadaki en problemli manitayı hayatından çıkarmakla o kadar uzun süre uğraştı ki normal problem çözmekten sıkılmış olabilir, onu da anlamak lazım.” dedi Oğuz kanırtarak. Gökhan dişlerinin arasından, “Seni öldürene kadar durmayacaksın dimi?” diye sorarken Oğuz hiç oralı olmadı. Gökhan uzanıp Oğuz’un telefonunu çekip alırken kafası Merve’yi stalklamakla fazla meşgul olduğu için onu bu seferlik dövmedi. “Bir de senin instagramdan bakayım belki engellememiştir seni. Yaprak sen de kendi hesabından baksana kankaların güzeli, belki kız dayanışması ayağına seni engellememiştir.”

“Engellemiş…” dedim kontrol eder etmez. “Oğuz’u da engellemiş, doğal olarak…”

“Bende duruyor hesabı, engellememiş, çıkarmamış da.” Duyduğum sesle kapıya baktığımda kulaklığını boynuna indirmiş olan Ali’yi gördüm. Telefonun ekranını çevirmiş bize doğru tutuyordu. Gökhan yattığı yerden fırlayıp Ali’ye koşarken istemsizce kaşlarım çatıldı. Neden beni bile çıkarmış olmasına rağmen Ali’yi tutuyordu ki hesabında? Ne alaka yani? Tamam içimizde tek aklı başında canlı Ali'ydi. Tamam belki Gökhan beni, Oğuz'u, Sinan'ı kandırıp bizim hesaplarımızdan Merve'ye göndermeli paylaşımlar yapıyordu. Tamam bizim telefonlarımızdan Merve'yi arayıp bizim sesimizi taklit ederek Gökhan hastaneye kaldırıldı, Merve'sizlik sendromundan komada diyordu falan... Siktir ya... Merve haklıydı. Ben de olsam bizi engeller bir tek Ali'yi engellemezdim.

Birden başımın üstünde hissettiğim soğuklukla irkildim. Ali elindeki soğuk kahve bardağının altını birkaç saniyeliğine başımın üstüne koyup beni serinletti. Sonra bardağı bana uzattı. “Ne düşünüyordun öyle kara kara? diye sordu yanıma oturarak. “Hiç!” Birdenbire paniklemiştim. Sanki Ali aklımı okuyormuş gibi... Gerçi aklımı okusa, benden korkabilirdi.

Kahveyi tek dikişte içip boş bardağı sehpanın üzerine bıraktım. “İyi yormuşum kafamı.” diye mırıldandı gözlerini usulca kapatırken. Ben de kendimi tutamadım ve uzanıp dağınık fakat çok güzel olan kaşlarıyla oynamaya başladım. Parmak uçlarımla hafifçe okşarken kıskançlık duygumun ne kadar boş olduğunu biliyordum. Konu başkası değildi ki, Ali’ydi. Onun ballı kalbi bin yıl önce bana tutulmuş, onca yıl boyunca yalnızca benim için atmıştı. Konu başkalarının ne yaptığı değil, Ali’nin onlara nasıl tepkiler vereceğiydi ki Gamzelim’i o kadar yakından tanıyordum ki böyle bir durumda her tepkisini beni düşünerek vereceğini biliyordum. Güven duygusu ne kadar sıcak, ne kadar huzurluydu… “Ara vererek çalış dedim kaç kere, seninki de kafa yani…” dedim bu kez de şakaklarına hafifçe masaj yaparken. “Bu itlere konuları en iyi nasıl zerk edebilirim diye bin farklı açıdan dinliyorum bütün dersleri.” Yattığı yerden doğrulup yüzlerimizi aynı hizaya getirdi. Bana o her baş başa kaldığımızda attığı yoğun bakışlarından birini attı. “Neyse ki sen dokununca geçti hemen.” Yanaklarım utanç duygusuyla ısınmaya başladığı an bakışlarımı Ali’den kaçırmak zorunda kaldım. Keşke dokunmak kelimesi tedavülden kaldırılsaydı o an… Ama başımı refleks olarak mutfağa doğru çevirince gördüğüm manzarayla utanç duygum dahil her şeyi unuttum. Tezgahın tepesinde oturmuş Ali’nin telefonunun ekranına bakan Gökhan kitlenip kalmıştı. Kaç dakikadır o pozisyonda, nefes dahi almadan duruyordu? Umarım Ali’nin telefonunu kaptığı andan beri değildir diye düşündüm. Yavaşça yerimden kalkarken hafif de olsa ağrıyan ayağıma dikkat ederek Gökhan’a doğru yürüdüm.

“Yürüyorsun Clara!” diye bağırdı Oğuz coşkuyla. “Bir sus lan! Gökhan’a baksanıza transa geçmiş…” Ali sesimdeki telaşı fark ettiği an ayaklanıp bana yetişti ve ikimiz bir heykel gibi kıpırtısız duran Gökhan’ı izlerken Oğuz her zamanki gamsız tavrını takındı. “Bir şey olmaz ya, Ali’nin galeride sizin öpüştüğünüz fotoyu falan görmüştür…” Ali Oğuz’un kafasına en kalın kitabıyla vurduğunda bile kımıldamadı Gökkuşum. “Doğru konuş lan.” dedi bakışları hala Gökhan’ın üzerindeyken. Sahte bir anne sitemiyle burnumdan soludum. “Şu çocuğun kafasına sert cisimle vurmayın dedim kaç kere, her darbede daha kötü oluyor, sonra biz uğraşıyoruz.”

“Gökhan… iyi misin oğlum?” Ali hafifçe Gökhan’ın omzuna vurdu ama çocuk kımıldamamaya yemin etmiş gibiydi. Gözünü bile kırpmıyordu. Hatta Oğuz elindeki telefonu çekip aldığında bile herhangi bir tepki göstermedi. Ellerinin arasındaki boşluğa bakmaya devam etti.

“Şimdi anlaşıldı…” dedi Oğuz yüksek bir kahkaha patlatmadan hemen önce. Telefonun ekranını bize çevirdi. “Merve yeni manita yapmış.” Kahkahasının arasından zar zor konuşuyor, söyledikleri yarım yamalak anlaşılıyordu. “Altıma sıçacağım şimdi… Sadece manita yapsa yine iyi… Kimi takmış koluna biliyor musunuz? Barış’ların takımdan Emir’i!” Oğuz gülmekten ağrıyan karnını tutmak için telefonu tezgahın üstüne bıraktı. Ben de boş bulunup, “Ay o çocuk Gökhan’ın aynısı!” diye bağırdım. Ali bana temkinli bakışlar attığında fark ettim yaptığım gafı. Toparlamak istercesine, “On beş santim uzunu…”

Ali avuç içini alnına vururken gözlerini kapattı. Gökhan ise hala öylece duruyordu ve ben bu haline karşı Oğuz gibi patlamamak için kendimi zor tutuyordum. Oğuz az da olsa sakinleşip konuşabilecek kıvama gelince, “Bizimle dalga geçiyordu bak… Meğer harbi androidmişiz. Merve başkan, Gökkuş’un bir üst sürümünü bulmuş.” dedi Gökhan’ın sırtına babacan bir tavırla pat pat yaparken. “Bizimki kaldı eski sürümde…” Gökhan ise sanki biri onu yere savuracak kadar sert vurmuş gibi yüz üstü yere düştü ve oturduğu şekil yere adapte olunca cenin pozisyonunda yatıyormuş gibi durdu. En azından şu anda daha normal duruyordu tepkisizliği…

Üçümüz başımızı aşağı doğru eğip Gökhan’ı izledik bir süre, daha önce keşfedilmemiş bir mikroorganizmayı inceleyen bilim insanları gibi. Ali, “Hayırlı olsun arkadaşlar. Gökhan’ın psikoloğu sayenizde yeni bir araba alabilecek.” Dediğinde Oğuz ciddi bir ifadeyle başını öne arkaya doğru salladı. “Bizi de kat hesaba…” Uzanıp elimi sıktı. Kurban pazarlığı yapar gibi sert sert sallarken ciddiyetini bozmamak için kahkahasını yutkunduğunu biliyordum. “İki ev, bir arabası garanti.”

Oğuz ve ben üç el playstation attık, Ali Geometri’den on beş yirmi tane test çözdü, bir noktada karnımız acıktı ve kırk beş dakika boyunca ne yiyeceğimize karar vermeye çalıştık, sonunda ikiye bir Oğuz’u alt edip hamburger söyledik, annesini çok sevdiğim kurye abi otuz derecelik havada ‘hava şartlarından dolayı’ gecikme yaşadı ve böylece bir saate yakın da siparişin gelmesini bekledik. Tüm bunlar yaşanırken Gökhan mutfak zemininde, düştüğü pozisyonda yatmaya devam etti. Artık evdeki objelerden birine dönüşmüştü. Öyle ki Ali, buzdolabından sos almak için mutfağa girerken Gökhan’ın kitlenip kalmışlığının üstünden atladı ve, “Burada tümsek var he, dikkat edin.” Uyarısında bulundu.

Şimdi Oğuz mutfağın iç tarafındaki, Ali ise dış tarafındaki taburede otururken, ben de tezgahın üstüne bağdaş kurmuşken ve rahat rahat tıkınırken Gökkuşumda hala tık yoktu. Aslında double cheeseburger kokusu konusunda çok ümitliydim, Gökhan’ın üzerinde her daim canlandırıcı bir etkisi olmuştu ama bugün o bile işe yaramamıştı.

Oğuz Gökhan’a doğru bir patates daha attığında Ali sesli bir nefes aldı. Çocuğun mutfağının ortasında depresyon sıçan koca bir herif ve kafasının etrafında patates parçaları olduğunu hesaba katarsak içinde ebeveynlerin bulunduğu küfürler etmemesini takdir etmek gerekirdi bana kalırsa. “Sky! Kap oğlum! Ödül maması!” diye bağırdı Oğuz son bir umut. “Sky ne alaka lan?” Kafam karışmış bir ifadeyle Oğuz’a baktığımda, her zamanki kibirli çokbilmişliğiyle, “Gök işte! Bu yaştan sonra İngilizce mi öğreteceğiz kızım sana?” dedi arkasına yaslanırken. Ali alttan alttan Oğuz’a baktı ama bu sert bakışı bir tek ben gördüm. “Paşama bak sanırsın C2 konuşuyor.” Ali’nin kendi kendine söylenmesini duymamış gibi yapan Oğuz hamburgerinden koca bir ısırık aldı. Ana dili gibi İngilizce bilen Ali'nin yanına A2 Türkçe, A0 İngilizce ile ama C2 seviye bir mallıkla ne yakışıyorduk... Evrenin denge politikası işte.

Kapının kilidi açıldığında kendisinde bu evin anahtarı olan ve şu anda aramızda olmayan tek kişinin geldiğini anlayıp bir heyecan bağırdım, “Sinan oğlum kaynanan sevecek yeminl- lan! N’oldu yüzüne?” Ayaklarını sürüyerek, çok bitkin bir şekilde mutfağa doğru yürüyen Sinan yaklaştıkça daha da siyah görünüyordu. Yüzü o kadar fena yanmıştı ki üstündeki laci kapüşonlusu olmasa tanıyamazdım belki. Sinan doğrudan mutfağa girip Gökhan’ın yanına oturdu ve sırtını mutfak dolabına yasladı. Yüzünde anlayamadığım bir ifade vardı çünkü mimikleri bile görünmüyordu şu an. Bunun ten rengi farklılığıyla falan ilgisi yoktu. Daha çok koca bir yağ kazanı yüzüne patlamış gibiydi. “Okul kampı için minik bir hazırlık yapayım, solaryuma gireyim dedim…” Omuzları haline üzüleceğim kadar büyük bir hızla çöktü. “Yanlışlıkla biraz uzun kalmışım.”

Gökhan, sanki saatlerdir aynı noktada yatmıyormuş gibi bir rahatlık ve çeviklikle dikeldi. Yere oturup bağdaş kurarken kahkaha atmaya başlamıştı bile. Sadece bir buçuk dakikadır kendini tutmayı başaran Oğuz da ilk kıvılcımı gördüğü an saldı kahkahasını. “Oğlum n’apmışlar lan suratına?” İşaret parmağını ona uzatarak ve sarsılarak gülen Gökhan, Ali ve beni epey şaşırtırken Oğuz ortama hızlıca ayak uydurmuştu. “Kanka yok, bu solaryum olamaz…” diyerek Gökhan’ın omzuna vurdu. “Olsa olsa helyumdur bu, bizim mal oğlu malı yemişler. Yüzünde helyum balonu patlatmışlar.” Gökhan’ın kahkaha volümü iyice yükseldiğinde Sinan da ölmek üzereymiş gibi görünmeye başlamıştı. “Ya… sikeyim böyle işi, o kadar kötü mü cidden?” diye sordu bir ümit. Tam Oğuz ağzını açıyordu ki elimdeki son hamburger lokmasını ağzına tıktım. Yüzüme hoşnut bir ifade oturtmaya çalışarak,

“Yok yok değil Sinankuşum. Hatta yakışmış ya bence…” Yalanımı desteklesin diye başımı hızlıca Ali’ye çevirdim ve dişlerimi sıkarak, “Dimi Ali?” diye sordum. Fakat Ali, Sinan’ı gördüğü andan itibaren saklayamadığı acı dolu ifadesiyle Sinan'ın suratını incelemeye devam ediyordu. Sinan son kalesinin de yıkılışına şahit olunca, ağlamaklı bir ses tonuyla, “Gözlerim doldu fark ettin mi Ali?” Konuşurken dudakları titriyordu. “Yüzündeki o ifade gözlerimi doldurdu!” dedi ve bedenini yere atıp az önce Gökhan’ın yattığı şekilde içe doğru kıvrıldı. Ali mahcup bir ifade takındığında her şey için çok geçti…

Gökhan, mutfağın balkonuna çıkıp yere çöktü. Bacaklarını içeri doğru uzatırken tamamen bize dönük oturuyordu. Bir sigara yaktı ve dertli dertli çekti ilk nefesini. “Bok bulursun bu tiple birini…” dedi çenesini Sinan’a doğru uzatarak. Ardından sigarayı tuttuğu eliyle kendisini, Oğuz’u ve Sinan’ı gösterdi. “Sonsuza kadar sap kalacağız bu üçlü olarak. Kabul edin.” Başını balkon sandalyesine yatırıp gökyüzünü izlerken sigarasından bir nefes daha çekti. “Lanetlendik resmen.” Birkaç saniye sessiz kaldığı sırada kendi kendisine kuruldu ve daha agresif bir ses tonuyla devam etti konuşmasına, “Kaderim kader olsaydı keşke anasını satayım! Benim hayatın senaryosunu kara mizahçılara mı yazdırlar n'aptılar?” Sigaranın izmaritini balkonun kenarında kalmış bulaşık bardaklardan, içinde yarım kahve kalmış olan pembe kupanın içine attı. Ben hızlıca aldığım şutu gole çevirdim. Kafamı yukarı kaldırıp "Tatsız şakalar kısmına Gökhan için de bir çizik istiyorum" dedim. Kendi şakama gülerken, Gökhan gülmüyordu. “Aşk niye bu kadar karmaşık ya… Görücü usulü evlilik gibi, görücü usulü sevgililik gelsin. Benim yerime annem karar versin, ben baş edemiyorum artık.” diyerek omuz silkti bıkkınlıkla.

“Onu da ben hallettim kardeşim, anneni yormaya gerek yok.” dedi Sinan gerine gerine. Az önceki berbat ruh halinden eser kalmamış, aniden çok heyecanlı ve kibirli bir ruh haline bürünmüştü. “Şu blog işi tahmin ettiğimden daha büyük yerlere gidecek gibi…" diye anlatmaya başladı. Geçen aylarda kendi ruh eşini bulmak için giriştiği ruh hayvanı testleri sırası yarattığı aşk doktoru Mr. P, yani nam-ı değer penguen, işi bir üst seviyeye çıkarmış milleti sitesinde hayvan testine göre eşleştiriyordu. "Millet ruh eşini bulsun diye çok güzel sorular ekledik siteye, uyumlu cevaplar verenler anında matchleşiyor ve konuşmaya başlıyorlar." diye anlatmaya devam ederken yüzündeki gururlu ifade büyüdü. Yanık ten renginden belli olmuyordu pek ama ben anladım... "Hatta daha iki üç gün önce Peri ve Bulbasaur adlı iki kullanıcı benim sayemde tanışıp buluşmuşlar, manita bile olmuşlar çoktan! Bugün birden Emir denen çocuk gelip bana teşekkür etti, nereden öğrendiyse Mr. P'nin ben olduğumu… Balbasaur Emir’miş, şaşırdım he! O çocuğun favori hayvanı nasıl Lemur olabilir? Kartal, at falan beklerdim şahsen…”

Sinan hız kesmeden anlatmaya devam ettiği için ortamda oluşan derin sessizliği ve bizim kızarıp bozaran yüzlerimizi bile fark etmemişti. Ali tam ağzını açıp Sinan’ı uyaracaktı ki, Gökhan kaşlarını sertçe yukarı kaldırdı ve Sinan’ın yüzünü göremeyeceği bir açıdan hepimizi tek tek sessiz kalmamız için uyardı bakışlarıyla. “Eee Sinan, kardeşim… devam et sonra ne oldu?” diye sordu dişlerini sıkarak ama bir yandan da sırıtarak.

“İşte geldi çocuk dedi Sinan dostum çok sağ ol ya, hayatımda tanıyıp tanıyabileceğim en tatlı kızı buldum sayende. Peri’nin başından bok gibi bir ilişki geçmiş, dangalak herif her kimse kıza hayatı zehir etmiş, psikolojisini bozmuş resmen. Ama Mr P belediyesi özel olarak çalışıyor artık çok şükür. Herkes kendine en uygun olan manitayı bulacak. Peri ve Balbasaur gibi… sonsuza dek mutlu yaşayacaklar.”

Gökhan dilini yanağının içinde çevirirken çok tehlikeli bir ifadeyle sırıtıyordu. Uzanıp kolundan falan tutmak istedim çünkü birazdan yaşanacak şeyleri görebiliyordum şimdiden. Ama ben bile korktum o an Gökhan’dan. “Ben de bu Mr P’nin anlamını düşünüyorum düşünüyorum bir türlü bulamıyorum…” diye söylendi kendi kendine. Hala sırıtıyordu fakat şimdi yanakları öfkeden kızarmaya başlamıştı. Sinan ise hala duruma aymamış, Gökhan’dan güzel bir şey duyacağını sanarak gevşek gevşek gülümsüyordu. “Bay Pezevenk! Tabii ya! Çok basit!” Gökhan öyle bir bağırdı ki Sinan oturduğu yerde zıpladı. “Ne diyorsun lan birden neye-“ Sinan şaşkınlıktan kırış kırış olmuş yüzüyle Gökhan’a bakarken o çoktan üstüne atlamak için kafasında hız ve kuvvet hesaplamaları yapmaya başlamıştı. “Oğlum Peri Merve lan Merve!” diye bağırarak Sinan’ın üstüne uçtuğunda Oğuz dudaklarını içe katlayarak sırıtıyordu. “Kaç yıllık yengene pezevenklik yaptın andavallı herif!” Sinan’ı bütün gücüyle silkelediği sırada hiçbirimiz müdahale etmedik çünkü bu kez gerçekten hak etmişti. “Abi ne bileyim ben?” diye bağırdı Sinan can havliyle, Gökhan’ın elinden kurtulmaya çalışarak. “Sitede herkes anonim takılıyor, n-nasıl tahmin edecektim böyle bir şeyi? Aaaaa bırak!”

Gökhan Sinan’ın boynundan tutarak günün ikinci cinnetini geçirirken, “Sakın yüzüme dokunma… sakın!” diye uyardı onu Sinan. Hayatının hatasını yapmıştı. Gökhan ellerini üstünden çekip başparmaklarını öne doğru itti ve parmak uçlarını Sinan’ın yanaklarına bastırdı. Sinan, “Hassiktir!” diye çığlığı bastığı sırada Ali kalkıp Gökhan’ı zavallı yanık çocuğun üstünden aldı. “Oğlum yeter bokunu çıkarma, çık bir sigara daha iç kendine gel.” dedi omzundan tutup onu balkona yönlendirdiği sırada. Ben de buzluktan buz almaya koşup Sinan’ın yüzüne bir kez daha kompres yaptım. Bu sırada olayları sessizce izleyen Oğuz hala piç piç sırıtıyordu.

Birkaç saat sonra ortalık durulmuş, herkes sessizce kenarına çekilmiş televizyonda açık olan animeyi izliyordu. Sonunda hayat normale dönmüş gibi hissettirdiğinden ve Gökhan on beş dakikada bir sigaraya çıkmak haricinde herhangi bir dayak girişiminde bulunmadığından rahatça uzanabilmiştim. Ne olaylı bir gündü bu! Neyse ki Sinan kendiliğinden kalkıp bakkala gitmiş ve Gökhan’a sigara almıştı. Sanırım sırf ona sigara yetiştirebilmek ve böylelikle stres yönetimini sağlamak için yanmış kavrulmuş suratıyla dışarı çıkınca Gökhan az da olsa yumuşamıştı.

Ama tabii ki bu huzur anım on dakikadan uzun sürmedi. Gökhan birdenbire anlamadığım bir sebepten bana kurulmuş gibi yüzüme bakmaya başladı. ‘Ne ayak?’ der gibi başımı salladığımda burnundan soluyarak, alaycı bir tavırla güldü. “Ben çözdüm sorunu. Neden üçümüzün de kısmetinin kapandığını anladım; bunların yüzünden.” dedi burnunu kırıştırarak. İşaret parmağıyla önce beni sonra da Ali’yi gösterdi. Sinsi ve çok akıllı bir dedektif edasıyla gözlerini kısmış bize bakıyordu. “Bak bunlar manita olduğu günden beri bizim aşk hayatı bok gibi…” Gökhan yattığı yerde doğrulup gözlerini boş duvara diktiğinde yine ciddi bir şeyler düşünme moduna geçmişti. “Acaba bizim gruba düşen mutlu çift kontenjanı bir mi…” diye sorguladığında az kalsın patlayacaktım gülmekten. Ama saniyeler içinde, zaten hali hazırda ateş hattında olduğumu fark edip tuttum kendimi. Gökhan başını ağır ağır sallarken kendi içinde evrenin sırlarından birini keşfetmiş gibi hissediyordu, alık bakışlarından dahi belliydi. “Bak dikkat edin, aynı anda iki mutlu çift çıkarabilmişliğimiz yok hiç.”

Bu saçma kanıya Oğuz balıklama atladı. Hatta o kadar heyecanlandı ki oturduğu koltuktan fırlayıp Ali’nin başında dikilmeden hemen önce, “Oha, doğru!” diye bağırdı hevesle. Ali’ye doğru eğilip sahip olduğu bütün ciddiyetle göz teması kurdu ve sesini kısık, otoriter bir tona indirerek sordu, “Ayrılmak için ne kadar para istiyorsunuz?" Ali Oğuz’a bıkkın bir tavırla baktı. “Salak salak konuşup delirtmeyin beni. Sen de otur yerine....” Oğuz bir anda bütün ciddiyetini yok edip kedi gibi hoplayıp zıplayarak kanepenin etrafından dolandı ve uysal bir ifadeyle tekli koltuğuna geri oturdu.

Hem fiziksel hem de ruhsal acısının hız kesmeden devam ettiği belli olan Sinan, çaresizliğini ortaya döken bir çözüm attı ortaya, “Bence nazar var üstümüzde, bi’ kurşun mu döktürsek?” Oğuz diliyle ‘cık’ sesi çıkarıp başını geriye doğru attı. “Kanka bizi kurşun döktürmek kesmez… Kurşunu eritip onunla duş almamız falan lazım.” Gökhan ve Sinan aynı anda başlarını salladıklarında içime doğru bir kahkaha daha attım.

On beş yirmi dakika sonra Ali, Sinan’ın yüzüne, alevini alsın diye biraz yanık kremi sürmüş, Gökhan sonunda karnını doyurmayı akıl etmiş, Oğuz da ben masayı toplarken sırf elti roleplayi yapabilmek için bana yardım etmişti. Bütün tayfa, eksiksiz bir şekilde yeniden salona yayıldığımızda Sinan aklına yeni bir şey gelmiş gibi oturduğu yerde sırtını dikleştirdi. “Bu arada benim uçak biletini kim alır?” İki eliyle de yüzünü gösterip cüzdanının katilini ifşa etti. “Annemlerin verdiği parayı solaryumda ezdim.”

O sırada Pes’te Oğuz’a karşı fena halde yenilen Gökhan ani bir yükselme anı yaşayıp, bir hışım Sinan’a doğru çevirdi başını. Aynı anda bir gol daha yedi Oğuz’dan. “Sana buradan bi’ koyarım, tekte İstanbul’a inersin.” Başını oyuna geri çevirdiğinde yediği gole kendi gözüyle şahit olunca oyun kolunu yere fırlattı. “Benim terapiler boşa gitti herhalde ya.” Bakışlarını bu kez de Oğuz’un üstüne dikerken, “Herkesle kavga edesim geri geldi.” dedi, balkona bugün kaçıncı olduğunu saymadığım sigarasını yakmaya giderken.

Hemen önümde, yerde oturan Sinan, dirseğiyle dizimi dürttü. “Yaprak… Yok mu sende para kız?” Tam ağzımı açıp cevap verecektim ki hemen yanımda bağdaş kurarak oturmakta olan Ali, kısaca, “Ben hallederim.” dedi böyle konulardaki rahatlatıcı tavrıyla. Sinan, kirpiklerini kırpıştırarak Ali’ye aşık olmuş gibi baktı. “Canım kardeşim. Seni ben Yaprak’a nasıl kaptırdım ya!” Ali o kalbimin içine sıcak bir şey dökülmüş gibi hissettiren çapkın bakışlarından birini attı ve göz kırptı Sinan’a. Şu an her anlamda acılar içinde kıvrandığı için keyfini yerine getirmeye çalıştığını biliyordum. Of! O kadar tatlıydı ki… Neden bu kadar tatlıydı ki?

Mutfakta su dolduran Gökhan başını barın kenarından salona doğru uzattı. “Bana da yemek ısmarlar mısın canım kardeşim?” diye sordu. İşaret parmağını Sinan’a doğrulturken yüzünü ekşitti, büyük bir acımasızlıkla. “Bundan yanık et kokusu geliyor, canım döner çekti…” Sinan karşıki dağları sarsacak kadar derin bir of çekti ve abartılı bir tavırla yüzünü göstererek, “Gözlerim yine doldu dikkatli bakarsanız.” dedi ve bir kez daha yere uzanıp cenin pozisyonuna geçti. “Ama ağlayamıyorum. Neden?” Dizlerine sardığı kollarından destek alarak manik bir halde öne arkaya doğru sallanmaya başladı. “Çünkü tuzlu gözyaşlarım yanmış tenime değince canım acıyor.”


“Oya teyze lütfen!” diye bağırdı Oğuz telefona doğru, son heceyi sahip olduğu bütün tatlılıkla uzatmıştı. “Hem zaten yarın sabah erkenden Ali Hoca’dan özel ders almak için bir daha buluşacağız, ne gerek var iki iki? Kalsın işte Yaprak da!” Annem burnundan soluduğunda gözlerimi kapatıp içimden dua etmeye başladım. Çünkü muhtemelen şimdi Oğuz’u kıramayıp kabul edecek ama eve dönünce ‘Sen niye arkadaşlarına öğretiyorsun? Niye emri vaki yapıyorsun?’ diye bana çemkirecekti. “Valla bu son Oya teyze, ben çok hastayım, Yaprak’ın bakımına ihtiyacım var…” Bu kez de Sinan atladı. Gözlerimi biraz daha sıktım. Aynı anda Ali refleks olarak sesli düşündü ve, “Hayır ya son falan değil!” diye tersledi Sinan’ı. Annem gergin bir tavırla, “Ne dedi o?” diye bağırınca kumandayı elime almak zorunda kaldım ve kimse benden önce konuşmasın diye telaşla lafa girdim. “Bir şey demiyor ya, zaten son, herhalde yani! Diyor. Dimi Ali?” Gözlerimi belerterek Ali’ye baktığımda çaresizce omuzlarını düşürüp. “Aynen…” dedi çocukluğundaki haline benzeyen bir gönülsüzlükle. “İyi tamam ya!” Aynı anda ana kraliçe pes edip izni fırlattı. “Ama sizin de söylediğiniz gibi, bu son!

Herkes uyumak için bir köşeye çekildiğinde benim henüz hiç uykum olmadığı için Ali salonda çocukların yataklarını ayarlarken ben onun odasına geçip yatağına uzandım ve telefonumu çıkarıp saçma sapan videolar izlemeye başladım. O üç deli için de başka başka sebeplerden zor bir gün olmuştu. Bu kadar kolay cortlamalarına şaşmamak lazımdı, üçü de kendilerini duygu roller coasterlarından korku tünellerine atmışlardı gün boyunca. Bense günlerdir sadece yatıyor ve yemek yiyordum. Oğuz’un başta kazık gibi görünen sakarlığı bana kısa bir süreliğine de olsa hayal ettiğim hayatı yaşatmıştı.

Ali, çoktan uyku moduna geçtiğini belli eden gri eşofmanı ve beyaz tişörtü ile odaya geldiğinde, refleksle duvara doğru kaydım. Duvarın soğuk olması işime gelmişti. Hala her baş başa kaldığımızda heyecandan eski model telefonlar gibi ısınıyordu kanım. Ali'nin bir gün benim için otomattan kazandığı tavşan pelüşü yanımdaydı. Onu kucağıma alıp, sarıldım. Heyecanlanınca elimi kolumu ayarsızca hareket ettirdiğimden bir şeylere sarılmak iyi geliyordu. Ali, tavşana sarılmış muhtemelen alık bir ifade ile ona baktığımı görünce gece lambasını açıp hafifçe tebessüm ederek yanıma uzandı.

Ali ile birlikte onun yatağında uzanırken biraz sessizleşmiştik. Ben hala içinde bulunduğumuz bu duruma alışmaya çalıştığımdan o ana adapte olana kadar kuş dili dahil bildiğim bütün dilleri unutuyordum. Ama Ali göbeğimde yatan tavşanın kulaklarıyla oynarken huzurlu görünüyordu. Baş başa olduğumuz anlarda huzurlu bir ruh haline geçince o, benim karnıma birkaç tane iri yarı abi tarafından tekme atılıyordu sanki. Öyle tuhaf tuhaf bir şeyler hissediyordum ama artık bunun neden kaynaklandığını ve iyi bir şey olduğunu biliyordum en azından.

“Ay! Gökhan uyumuş mudur ki?” Telaşla sorduğum bu soruyla birlikte Ali’ye doğru döndüm. “Hala senin odanda olduğumu görse, beni tuzlu kahve yapmaya yollar saniyesinde.” dedim. Aslında son üç buçuk dakikadır bu cümlenin bin beş yüz versiyonu kafamda dönüp duruyordu ama ağzımdan çıkması için en utanmayacağım versiyonu bulana kadar beklemiştim. Ali, saatlerdir konuşmamı bekliyormuş gibi bir hızla başını kaldırıp yüzüme baktı. Bense önüme bakıyorum bahanesiyle, tavşanın kulaklarıyla oynayan güzel elini inceliyordum şimdi. “Bana uyar.” Sesinden bile gamzelerinin ortaya çıktığı anlaşılıyordu. “Büfeye koşup iki teneke kola alır gelirim.”

Derin bir nefes alıp cesaretimi toparlamaya çalıştım ve başımı hafifçe Ali’ye doğru çevirirken gözlerinin içine baktım. Ardından aklıma gelen fikirle yanaklarıma sıcak basarken bir kez daha bakışlarımı kaçırmak zorunda kaldım. “Bunları konuşmak biraz utandırıyor ama…” Uzanıp Ali’nin çocukluktan kalma yara izine dokundum parmak uçlarımla. Yüzük parmağındaki ince çizgiyi sevdim çekinerek. Çocukken açma halkaları ile evlenmiş taklidi yaptığı o ince yara izini... “Eğer bi gün cidden evlenirsek, öyle mi yapsak?” Tekrar yüzüne bakarken kızardığımdan emindim ama istemsizce gülümsüyordum da. “Açma halkasından olsa yüzüklerimiz?”

“Abartma…” dedi Ali elinin üstündeki elimi tutup hafifçe yukarı kaldırırken. O kadar tatlı gülümsüyordu ki kalbime yine ne olduğunu bilmediğim sıcak bir sıvı döküldü kazara. “Bu parmakların sığacağı açma halkası yok zaten.” Parmaklarımın boğumlarına minik bir öpücük kondurdu. “Gel buraya…”

Elini yanağıma dokundurup başparmağı ile usulca yanağımı eşelerken, eşelenen benim yanağım olmasına rağmen çukur oluşan onun yanağı oldu. Yüzlerimiz giderek birbirine yaklaşırken, istemsizce nefesimi tuttum. Ali, hissetmiş gibi benim yerime derin bir nefes çekti içine. Ve usulca nefesi, benim dudaklarımdan üflemek ve tuttuğum nefesimin yerine doldurmak ister gibi dudaklarını dudaklarıma usulca bastırdı. Ali’den başka hiç kimse ile öpüşmemiştim. Hatta romantik bir an bile yaşamamıştım. O kadar tecrübesizdim ki, ne zaman birbirimize sokulsak yanlış bir şey yapmaktan korkuyordum. Ali ise, beni rahatsız hissettirmemek ister gibi benim hızıma ayak uyduruyor, her defasında ağır ağır öpüyordu beni. Gözüm kapalı, kalbim her zamanki gibi bir kuşun kanat çırpması gibi pır pırdı. Hala hafiften acıyan yaralı ayaklarım, onun bacaklarının arasındaydı. Elini, dudaklarını dudaklarımdan bir saniye ayırmadan yüzümden çekip saçlarımın arasına yerleştirdi. Diğer eli, belimi kavradı ve beni iyice yukarı doğru çekti. Dokunuşları, öyle yumuşak ve öyle nazikti ki tutkuyu ve şefkati aynı anda hissettiriyordu acınası derecede hızlı atan kalbime. Ne yapacağımı şaşırmış bir halde başımı sağa doğru eğerek dudaklarına daha fazla alan açarken Ali dudaklarımın arasına doğru derin bir nefes verdi. Eli belimden sırtıma oradan da boynuma doğru yavaş yavaş yükselirken göğüs kafesim alev alev yanıyor gibi hissettim. Geniş gövdesinin üzerindeki küçük gövdemi düşünmemeye çalışıyordum, içinde bulunduğumuz aşırı yakınlığı düşünmemeye çalışıyordum çünkü düşünürsem kalbimin atma işlevini kaybedecek kadar hızlanmasından korkuyordum. Dudaklarımın üzerinde kımıldayan dudakları işini o kadar iyi biliyordu ki bunun bir şekilde karşılığını vermem gerektiğini düşündüm. Ama işler umut ettiğim kadar yolunda gitmedi. İyi bir şey yapayım derken yanlışlıkla alt dudağını ısırdığımda panik olup kendimi geri çektim. Gözümü açtığım ve gerçek dünyaya döndüğüm an vücudumdaki tüm ısı çekilip yanaklarıma üşüştü. Vücudum buz keserken, yüzüm alev alev yanmaya başladı. Utançtan ellerimi yüzüme kapatıp, arkama döndüm. Ali, endişelenmiş gibi “Yanlış bir şey mi yaptım?” diye sordu saçlarıma dokunup. “İleri gittiysem özür dilerim-”

“Hayır” dedim ağlamaklı sesimle. Utançtan yerin dibine girilseydi keşke gerçekten. “Ben sadece…”

“Sen sadece ne güzelim…” diye sordu Ali yumuşacık sesiyle. Sonra beni kollarımdan tutup yavaşça kendine doğru çevirdi. Yeni iyileşmiş ayağıma ters bir şey olmasın diye ayağıyla onu sabit tuttu bedenimi çevirirken. Kalbim bir kez daha ters takla attı. Uzanıp alnıma düşen ve hafif terlediğim için tenime yapışan birkaç saç telini geriye iterken anlayışlı ve şefkatli ifadesiyle gülümsüyordu. Benden bir süre cevap alamayınca cesaretlendirmek ister gibi, “Hadi, söyle. Utanma benden.” dedi. Derin bir iç çektim. Gözünün içine bakmadan içimde dakikalardır birikip duran o soruyu sordum,

“Kaç kişiyle öpüştün şimdiye kadar?”

Ali hiç beklemediği yerden gelen soru üzerine kaşlarını çattı. Cevabı düşünmekten ziyade neden böyle bir şey sorduğumu anlamaya çalışır gibi duraksadı bir süre. Sonunda, “Bunları konuşmasak… Olur mu?” dediğinde gayet ciddiydi ve bu ciddiyeti tuhaf bir şekilde daha da çok utanmama neden olmuştu. Acil defansa çıkıp üstümdeki utangaçlığı atmış gibi davrandım ve masaya yumruğunu koyan Yaprak personamın açma düğmesine bastım. “Söyle.” dedim çenemi dikleştirerek. “En son bir kız vardı… Üst dönemlerden.” Dudaklarımı içeri doğru kıvırıp düşünürken Ali kaşlarını havaya kaldırmış, hayretle beni izliyordu. Ah… doğru ya… ben zorlamıştım o kızla randevuya çıkmaları için. “Nisan mıydı neydi adı…”

Ali kesik bir nefes alırken gözlerini kapattı. “Yaprak…” Dudaklarım hafifçe bükülürken masaya yumruğunu koyan Yaprak’a veda etmiştik bile… Duygusal bir ruh haline girmemek için elimden geleni yapsam da geçmiş hakkında düşünürken elimde olmadan girivermiştim yine. “O zamanlar hiç anlatmıyordun böyle şeyleri… Zorla ağzından laf almak için uğraşıyordum.” Başımı hafifçe sağa eğip Ali’ye farklı bir açıdan baktım. Uzanıp parmak uçlarımla hafifçe dağılmış kaşlarını düzeltirken, “Şimdi anlıyorum sebebini ama…” dedim anlayışlı bir ifade takınmaya çalışarak. “Bilmek istiyorum şimdi.”

Ali sessiz kalmaya karar vermişti sanki, kaşından şakaklarına kayan dokunuşumun tadını çıkarır gibi gözlerini yumdu. Düşünceli bakışlarımla göz kapaklarını incelerken aklıma yeni anılar doluştu ve ani bir hareketle yataktan zıplayıp işaret parmağımı çeneme yasladım. “Bengi vardı bir de! Merve’nin arkadaşı!” Başımı çevirip Ali’ye baktığımda yatakta ayaklarımı uzatarak oturur pozisyona geçmiştim az önceki heyecanımla. “Gökhan’ın zoruyla onunla da birkaç kere takılmıştınız!” Ali başını sağa doğru eğerken yorulmuş gibi bir nefes verdi burnundan. Uzanıp kolumdan tuttu. “Takılmak deme…” Beni bir kez daha kendine doğru çekerken daha dikkatli davranıyordu. Başımı göğsüne yatırırken, “Öyle şeyler değildi.” dedi net bir tavırla. Ama ben düşüncelerimi durduramıyordum bir türlü. Başımı kaldırıp çenemi Ali’nin göğsüne yaslarken ve gözlerinin içine bakarken istemsizce kaşlarım havaya kalktı. Zihnime yeni birkaç isim daha doluşmuştu.

“Ah!” Başımı öne arkaya doğru sallarken gözlerimi kıstım. “Doğru ya, sana aşırı aşık bir kız vardı. Böyle beş-altı sene falan peşinde koşmuştu!” Alt dudağımı çiğnerken gözlerimi biraz daha kısarak beyin kapasitemin sınırlarını zorladım. “Neydi adı… Kıvırcık saçlı, aşırı güzel bir kızdı… Geçen sene taşındı,” Gözlerimi sıkarak kapatıp üç beş saniye düşündükten sonra buldum adını. “Şevval!” Ali’nin göğsünde yuvarlanıp başımı karnına yaslarken avizeyi izlemeye başladım. “Ay bir de Çağla vardı, o da takıntı yapmıştı seni… Hatta benden nefret ediyordu.” dedim kötü anılar yüzünden istemsizce suratım düşerken. Ali uzanıp çenemi ve yanaklarımı severken keyifsiz ses tonuyla, “Kendimi bok gibi hissettim şu an.” dedi ve saçlarımı taradı parmaklarıyla. “Özür dilerim…”

Aniden neye sebep olduğumu fark edip başımı Ali’nin karnından kaldırdım ve öne doğru bir hamle yapıp tekrar ona doğru yaklaşırken başımı hızla sağa sola doğru salladım panik bir halde. “Hayır, saçmalama!” Başımı kendi yastığıma yaslarken umursamaz görünmek için elimden geleni yapıyordum. “Çoğuyla benim zorumla görüşmüştün zaten. Ben kendi elimle sen sevgili yap ve mutlu ol diye uğraştım.” Omuz bile silktim cümlenin sonunda. Ali böyle saçma bir şey için kendini kötü hissetmemeliydi. O onca yıl beni severken aşkın tabirini bile bilmeyen benim sorunumdu hepsi. Onu nasıl kendi ellerimle ittiğim geçmişiyle suçlayabilirdim ki? Ali başını ağır ağır sallarken,

“O yüzden denedim zaten… O kadar hevesliydin ki, belki cidden beceririm de seni mutlu ederim sandım.” dedi hafifçe gerilen ve bir çizgi halini alan dudaklarıyla. O an o dudakları bir daha ne zaman öperim ki acaba diye düşündüm bir saniyeliğine. Sonra bu düşünceye o kadar hayret ettim ki kendime içsel bir tokat atıp Ali’nin söylediklerine odaklandım hızlıca. Ali bakışlarını benden kaçırarak devam etti konuşmaya, dudaklarıysa iyice aşağı sarkmıştı. “Hem sana olan hislerim seni mutsuz edecekti… Yani öyle düşünüyordum. O yüzden…” Omuzlarım bir yenilgiye uğramışım gibi aşağı çökerken ortamın kasvetli havasını bozmak için çemkirme kartımı kullanmaya karar verdim.

“Ya tamam, drama kraliçeliği yapma!” diye bağırdım hafifçe omzuna vurarak. “Sana hesap sormuyorum. Sadece detayları öğrenmek istiyorum.” Gözlerimi kısıp yüzümü tehlikeli bir tavırla Ali’ye doğru yaklaştırdım. “Hangisiyle öpüştün? Hangisiyle oynaştın? Öt.” Ali gözlerini kapatıp sabır dilenir gibi, “Yaprak…” dedi sahte bir usanmışlıkla. Kaşlarımı çatarak sıfırcı bir öğretmen edasıyla parmağımı salladım ona doğru.

“Ali Bey, bu teknikler hiç de tecrübesiz birine ait durmuyor… Sevgilimin oynaşma geçmişini bilmem lazım. Yoksa ben kendimi beceriksiz sanıp üzüleceğim.” Ali küçük bir bebek gibi alt dudağını büzerken ve ellerini çenesinin altında yumruk yaparken alnını alnıma yasladı. “Ne olur anlattırma bana… Gerçekten kötü hissediyorum.” Anlık temas yüzünden panik olduğum ve bir yandan da konunun dağılmasını istemediğim için geri çekildim. Mesleğinde uzman bir dedektif edasıyla gözlerinin içine pürdikkat bakarak, “Herhangi birine bir şey hissettin mi?” diye sorduğumda Ali anında başını olumsuz anlamda geriye doğru attı.

“Hayır…” Uzanıp elimi avcunun içine alırken göz temasımızı bozmadı. “Her defasında nasıl onları kırmadan durumu açıklayabilirim diye kıvranıp durdum zaten.” Parmaklarını benimkilerin arasına geçirirken yüzünde mahcup bir ifade oluşmuştu. “Ama hepsine en başında söylüyordum bunu.” Bir saniyeliğine gözlerini boşluğa dikti düşünür gibi, sonra vakit kaybetmeden yoğun bakışlarını yeniden çevirdi bana. Kalbimde bir şey alaşağı olup göğüs kafesimden karnıma doğru döküldü. “Sözümü tutma konusunda takıntılı olduğumu biliyorsun. O yüzden kimseye söz vermedim. Yemin ederim.” dedi her zamanki netliğiyle. Yemin etmesine gerek yoktu. Bana böyle bir konuda asla yalan söylemeyeceğini bilecek kadar uzun zamandır tanıyordum onu. “Bitirirken de düzgünce açıkladım her şeyi.”

Oda hala çok kasvetliydi çünkü Ali benim yüzümden melankolik ruh haline geçiş yapmıştı. Ortamı toparlamak için aklıma gelen ilk saçma anıyı attım ortaya, “Ay Çağla evini basmıştı bir kere… Oğuz ile az kalsın saç baş yoluşacaklardı hatırladın mı?” dedim mahalledeki teyzeler gibi hayret ettiğim bir dedikodu üzerine elimi ağzımın üstüne kapatarak. “Düzgünce açıklamış halinle kızları bu hale getiriyorsan, çapkın biri olsan yanmıştık Ali Bey.” İmalı bakışlarımı Ali’ye diktiğimde ve ağzımı ’bilmem artık’ der gibi büktüğümde beyefendiyi güldürmeyi başarmıştım. Yattığı yerde dikleşip oturduğunda beni de tutup kucağına doğru çekti.

“Gel bakalım böyle…” Ayağıma dikkat ederek ve bacaklarımı gövdesinin iki yanına doğru uzatmama yardım ederek beni rahat bir konuma getirdi. Kolları belime sarılırken yanaklarıma üşüşen ısıyla bakışlarımı kucağıma doğru indirdim. Ali boştaki eliyle çenemin altından tutup başımı kaldırdı ve gözlerimizi aynı hizaya getirdi. “Bana bak. Bir daha bana böyle şeyleri açıklatmak zorunda bırakma. Tamam mı?” Sert bir şekilde yutkunduğunda adem elmasının nasıl hareket ettiğini ilk kez bu kadar yakından görmüş olmanın verdiği heyecanla ben de yutkundum. O kadar çekici gelmişti ki gözüme dilim damağım kurumuştu heyecandan. Ali ikinci kez yutkunduğunda gözlerinden bir gölge geçti. “Ayrıca beceriksiz falan değilsin.” Nefesimi tutmuş bir şekilde, muhtemelen Leyla’ya dönmüş bakışlarımla Ali’yi izlerken o gergin dudaklarıyla kendisini açıklamaya çalışıyordu. Sanki sözlerine bir kanıt sunmak ister gibi alnını alnıma yaslayıp gözlerini kapattı. “Ben sadece seni ürkütmemek için sana ayak uydurmaya çalışıyorum. O yüzden bazen duraksıyorum… Yanlış bir şey yaptığından değil.” Bir kez daha sertçe yutkunduğunda ben de gözlerimi kapatmak istedim ama tuttum kendimi. Zaten hemen sonra Ali gözlerini açıp bir kez daha, doğrudan gözlerimin içine baktı. Ama bu kez farklıydı. Gözlerindeki gölgeler kalıcı olarak oradalardı şimdi. Çenesindeki kas seğirirken, “Çünkü bazen kendime hakim olmak zor oluyor.” dedi ses tonunu kısarak. Sanki bana kendimle ilgili büyük bir sır vermiş gibi… Bayılacakmış gibi hissettiğim için uzanıp omuzlarına tutundum. Ali bana içi gider gibi baktığında karşımda tahmin ettiğimden çok daha derin hislerin olduğunu bir kez daha kavramıştım. Ali uzanıp saçımdaki tokayı çözdü. Saçlarım omuzlarıma dökülürken sağ yanağını sol şakağımın üstüne yasladı ve saçlarımı bir kuş tüyü kadar hafif dokunuşuyla okşarken gözlerini kapattı. “O kadar güzelsin ki… Bazen sana sarılırken, kendimi tutamayıp canını acıtmaktan korkuyorum.” diye fısıldadı nefesi kulağımı gıdıklarken. Saçlarımın kokusunu doya doya içine çekip yavaşça geri çekildi ve yüzlerimizin arasında on santimden az bir mesafe bırakıp bana en ciddi bakışlarından birini attı. “Çok büyük hissettiğim şeyler, o yüzden…” Gözlerim kocaman olmuş bir şekilde, hayretle baktım karşımdaki çocuğa. Onun, daha önce görmediğim bu yanı beni dehşete düşürmeliydi sanki ama aksine o kadar etkilenmiştim ki, kendimin de pek bilmediğim bir yanımı daha yakından tanımaya başlamıştım ben de. Ali çenemi tutup bana bir kez daha sokuldu ve dudaklarıma doğru nefes vererek, “Şansını zorlama ama…” dedi. Başımı hafifçe öne doğru eğerek onayladım onu. Bu mantığımla yaptığım bir hareket değildi. İçgüdüsel olarak karşımdaki yakışıklı yüzün söylediği her şeyi onaylamak için can atmıştım sanki. Ali ciddi hatta bir tık tehlikeli görünen tavrından sıyrılıp gamzelerini göstererek gülümsedi ve. “Aferin.” dedi belimi okşayarak.

Az önce yaşanan şeylerin gerginliğiyle ikimiz de tavanı izlerken konuşmuyor, kollarımızın birbirine değen kısmından alevler çıkıyormuş gibi hissediyorduk. Her geçen saniye daha da çok gerildiğim için kafamın içinde herhangi bir çözüm yolu oluşturmaya çalıştım ama bir türlü beceremedim. Ali’nin yanımda fazla yer kaplayan varlığından başka bir şey düşünemiyordum sanki. “Heh buldum!” Kelimeler ağzımdan çıktıktan üç saniye sonra fark ettim sesli düşündüğümü. Ali bana kafası karışmış bir ifadeyle bakarken burnumdan derin derin nefesler aldım. “Neyi buldun güzelim?” diye sordu başını hafifçe kaldırıp yüzüme bakarken. “Şey… şeyi ya...” Bulduğum fikri bile anın stresiyle unuttuğum için yeni bir şey düşünmek zorundaydım ve çaresizce zaman kazanmaya çalışıyordum. “Heh! Şeyi… çantamda Uno vardı, getirsene oynayalım.” Ali, kafası büsbütün karışmış bir ifadeyle, “İki kişi mi?” diye sordu. “Evet evet! Çok güzel bir versiyonunu öğrendim, iki kişi oynanıyor. Getir öğreteyim sana.” Ali yatakta doğruldu. Duvarın kenarındaki çantama doğru yürürken, “E iyi madem…” diye mırıldandı. Gözlerimi kapatıp Gökhan’ın terapistinden öğrendiği ve büyük bir zevkle bize sattığı nefes alıştırması tekniğini hatırlamaya çalıştım. Yeni versiyon falan yoktu! Çantamda Uno kartlarım olmayabilirdi bile! Bu dünyaya kendimi rezil etmeye gelmiştim.

Fakat birkaç saniye sonra, bana yaşadığım bütün gereksiz ve küçük stresleri unutturacak o soruyu duydum. Ali, elinde Barış’ın bana verdiği aşk defterini tutuyordu...


Ali meraklı gözlerle defteri hafifçe yukarı kaldırdı, sanki görmemek mümkünmüş gibi… "Gökhan'ın bulup delirdiği defter değil mi bu? Harbi o hengamede hiç soramadım. Günlüğüne bizi mi yazıyorsun da Gökhan bunu kurcalayıp öğrendi bizi?"

Doğru ya... Gökhan bizi bastığında Barış ile minik oyunumuzun çetelesi o defteri tutuyordu. Ama bize o kadar kızgındı ki o konuda hiçbir şey söyleyememişti bile. Ali de sorgulamamıştı daha büyük dertlerimiz var diye... Şimdi ben Ali'ye ben aşk malıyım diye eski sarı kafam bana aşk koçluğu yaptı, bana seninle ilgili görevler verdi ben de salak gibi onları deftere not ettim desem kızar mı acaba? Kızmaz da... Kırılır mı acaba? E kırılır da... "Ne diyeceğim ben?" son cümle beynimdeki hızlı akıştan dilimin ucuna düştü. Ali, kaşlarını usucla çattı anlamayarak. Deftere uzanıp alırken, zaman kazanmak için, "Şimdi şöyle ki..." dedim. Hafifçe öksürüp, açıklama yapabilmek için kazanmam gereken süre için evi tsunami vurması gerektiğini anladım.

Başka bir şey dileseymişim, olacakmış... Öfkesi tsunami gibi olan arkadaşım, Gökhan, gürültüyle odanın kapısını açıp içeri daldı. "Bi' saniye ya... Siz birlikte mi uyuyacaksınız?" diye sordu gergince. "Uykumdan uyanıp geldim! Sıçradım uykumda!"

Ali'nin dikkati dağıldı. Gelip tepemizde dikilen Gökhan'a "Kapıyı niye tıklatmıyorsun lan sen? Hıyar herif!" diye bağırdı.

Gökhan yüzüne alaycı bir ifade kondurdu. "Vaay... Kapıyı tıklatmamı gerektiren n'apıyordunuz ki, hayırdır?"

"Yemin ederim dayak yiyeceksin artık benden." Dişlerini sıkarak konuştu Ali. Gökhan sıfır umur, Ali'yi hafifçe ittirerek aramıza yattı. "Yaprak sen biraz daha kaysana..." Beni duvara itti, ben böcek gibi duvara yapıştım. Açıklama yapmak zorunda kalmamak için yapıştığım duvara iyice girdim. Belki duvar yarılıp beni içine çekerdi... Ali ve Gökhan koca cüsseleri ile yatağa sığmaya çalışırken, Gökhan'ın temasından rahatsız olan Ali "Özel alana saygı konusunda da üstüne yok maşallah!" diye çemkirdi.

Gökhan, bacağını Ali'ye atarken, "Özel alana gayet de saygılıyım. Ama sizin özel alanınız benim özel alanım sayılır. O yüzden canım-"

Ali yatakta hafifçe doğrulup duvarla öpüşmek üzere olan bana baktı. Kucağımda sımsıkı tuttuğum defteri fark etmiş olacak ki "Belli oluyor," dedi. "Niye okuyorsun sen kızın günlüğünü?!"

"Ne günlüğü lan?" derken, Gökhan bana döndü ve defteri gördü. "Haa, o mu?" derken, panikten yerimde doğruldum. "Gökhan Karademir bile kimsenin günlüğünü okumaz. O kadar da değil" derken, defteri elimden alıp sallayarak, "Ben bunu ders notu sandım oğlum. Puanlar muanlar var diye... O yüzden karıştırdım. Baktım ne ders notu..." Defteri elinden çekip alırken, Gökhan sıçarken sıvıyordu. "Meğer bizim kızın skorlarıymış-"

"Gökhan seni öldürürüm, sus!" Elimle Gökhan'ın ağzını kapatırken, Ali'nin kaşları çatıldı, yüzüne küçük bir gölge düştü. "Ne skoru?" derken, gözlerine bakamadım.

Gökhan kendini benim ellerimden kurtarırken "Söylemedin mi lan Ali'ye?" diye sordu şokla.

Ali'nin suratı kocaman bir soru işaretine dönüştü. Dürüstçe her şeyi söyleyecektim. Ama yine kelimeler dilime dolandı. "Şey... Şöyle..." Yutkundum. "Ben, malum, bilmiyorum. Yani aşk meşk..."

Gökhan, bana bakarken "Ha gayret, başaracaksın Türkçe'yi sökmeyi..." dedi. Ali hızla araya girdi... "Gökhan sus iki dakika..."

Gökhan, ağzına görünmez bir fermuar çekerken, "Pardon kardeşim."

Derin bir nefes aldım. İçimi biliyordu ya Ali... "Seninle ilgili Barış'tan tavsiyeler alıyordum" diye itiraf ettim.

"Anladım" dedi Ali sakince. Sakinliği daha da korkuttu beni. "Deftere onları mı yazıyordun?"

Ali'nin sesi o kadar yumuşaktı ki, sert bir tokat olup çarptı sanki yüzüme. "Biraz oyun gibiydi..." dedim utana sıkıla. "İşte bana benim anlayacağım şekilde aşk koçluğu yapıyordu. Görevler falan veriyordu."

"Oha, o zaman teknik olarak Ali ile Barış sevgili olmuş bi' süre..." Oğuz, kapıda belirdi. Hah, bi' sen eksiktin... Yangına mazotla koş patavatsız Oğuz!

Ali küfür edemeyecek kadar gergin görünüyordu. Öyle ki, Oğuz'a cevap dahi vermeden "Anladım." dedi usulca. Benim gerginlikten kasılan omuzlarıma dokunup, "Sorun yok, gerilme."

"İstersen okuyabilirsin, valla yanlış bi' şey yok!" Defteri uzattım. Almadı.

"Yok okumama gerek yok." Gökhan'ı ayağı ile ittirip yatağa uzanırken, "Ben uyuyacağım artık olur mu?"

Gökhan ve Oğuz anne-baba kavgası ortasında kalmış gibi bi' bana bi' Ali'ye baktı. "Ben bi' balkona çıkayım. Hava alayım, öyle yatarım" dedim yataktan kalkarken. "Uykum kaçtı."

Ali, yerdeki bir hoodieyi yataktan kalkmadan çekip bana attı. "Tamam. Üşütme... Gece soğuk oluyor.” Hoodieyi alırken, içim burkuldu. Üşüseydim keşke. Senin soğuğun daha kötü ki… Defteri baş ucuna bıraktım. Okumak isterse diye... Sonra Gökhan ve Oğuz'la birlikte Ali'nin yatak odasının balkonuna çıktık. Sırtımızı demirlere yaslayıp, sanki film izliyormuşuz gibi üçümüz de Ali'nin uyumasını izliyorduk.

Gökhan, sesini alçaltarak "Hala bakmıyor göz ucuyla bile. Çok enteresan. Ben olsam şimdiye on kere hatim etmiştim o defteri." dedi birden. "Sonra o defteri dürüp büküp sevgilime aşk koçluk yapan o elemana monte ederdim."

"Herkes senin gibi dağ ayısı mı oğlum..." Oğuz, kraker kemiriyordu. "Medeniyet işte..."

"Dağ ayısıysam dağ ayısıyım, yetti be!" Gökhan aniden yükseldi. "Yok benim manitaya aşk tavsiyeleri verecek, yok puanlayacak... Oldu, bi' de oynaşırken video çekip atalım puanlasın pezevenk." Birden kaşları gerildi. Bana dönüp: "Yapmadın dimi lan öyle bir şey?"

"Gökhan abart!" Zaten gergindim, bi' de Gökhan'ın gerginliği ile kendiminkini remixleyemezdim. Efkarlanınca avizeyle deli deli konuşmaya alışıktım. Çünkü o konuşmuyordu. Ama şimdi yanımda saçma sapan yorum yapan iki arkadaşım vardı. Ağız tadıyla efkarlanamıyordum bile...

"Senin daha fena be oğlum. Manitana Sinan koçluk yapmış. Bir de üstüne manita ayarlamış."

Gökhan göz ucuyla Sinan'ın uyuduğu odaya bakınca aklından geçenleri gördüm. "Niye aklıma getirdin lan şimdi benim tekrar?" Önüne dönüp, bir sigara yakarken, "Sinan'dan intikamımı almam lazım. Ama nasıl..." Kafasıyla Oğuz'u işaret etti. "Bu piç gibi şeytanlıklar gelmiyor ki aklıma."

"Ben alırım istiyorsan senin yerine, ayıpsın."

"İyi al o zaman."

Gökhan'dan onay gelince cebinden bir not defteri çıkardı. Üstünde Death Note fontuyla "PİSLİK NOTE" yazıyordu. Beynim efkar modunda nasıl kalabilir ki şu ortamda? Oğuz, defterine Sinan'ın ismini yazarken kendi kendine konuştu. "Kiralık pislikçi... Kiralık katil gibi." Güldü. "Tutuyorsun, pislik yapıyor millete. Kral iş ha... Ticarete mi döksem bu yeteneğimi?"

"Bundan da benim intikamımı al." Kafamla Gökhan'ı gösterirken, şaşıran Gökhan'ın elindeki sigarayı çaktırmadan çaldım. "Benden mi?" "Ben n'aptım lan?"

Sigaradan bir duman aldım efkarıma katkısı olsun diye. "Ben usulünce açıklayacaktım, sen ne-" Öksürdüm. Ağzımdan çıkan iğrenç dumana karıştı sitemim." Skor mkor karıştırıyosun?"

Gökhan elimdeki sigarayı çekip alırken, "Lan ne ara çaldın onu elimden! İçebiliyormuş gibi bi' de!"

"Bok gibi bi' şey zaten, al. Niye içiyorsunuz şunu?" derken gözüm yan penceredeki karartıya takıldı. Sinan'mış... "Ödüm koptu!" dedim sesimi kontrol etmeye çalışırken.

"N'apıyosunuz lan orda bensiz, köpekler!" Sinan, Ali'nin annesinin tişörtünü giymişti tiril tiril diye. Yazlık bölgedeki meraklı enerjik yerli teyzeler gibi görünüyordu. "Durun geliyorum" derken, ayağın pencereden sarkıttı. Ve bir hamlede balkona geçti. Yanımıza oturduğunda manzaramızı fark etti. Uyuyan Ali... "Ali'yi mi röntgenliyoruz etkinlik olarak? N'apıyorsunuz?"

Oğuz kısa bir özet geçti. "Bu salak Barış'tan aşk tavsiyeleri almış. Oyun moyun kafası... Ali onu öğrendi. Sonra bizim bu mal tribe girdi. Ben kraker yiyorum ama. Gökhan da seni öldürecek, plan falan yapıyor."

Allah'ım sen sabır ver...

Biz birbirimizle rutin şekilde didişmeye başladığımızda, balkonun kapısı açıldı. Ali, gece baskını yapmış anne nidasıyla "Uyuyalım artık, hadi..." dedi. "Uyumayacaksanız sizi balkondan sallandıracağım, ebedi uykuya geçeceksiniz çünkü." Dördümüz Aliye bakıyorduk kocaman gözlerle. Ali hafifçe gülümseyip, bana döndü. "Sen hariç Yaprak" dedi.

Ben hariç... Ben hariç... Ben hariç!


Alilerde kaldığım gecenin sabahı ana kraliçeden dillere desten bir azar işittim. Yok artık uygun olmazmış Ali’de kalmam, yok bize güveniyormuş ama ergenlik hormonlarına güvenmiyormuş… Zaten kampta nasıl iki gün baş başa kalacakmışız… Bir noktadan sonra annemin söylediği şeyler yüzünden ergen beynim kendini korumaya almak için birkaç saatliğine duyma yetimi blokladı. Aşk meşk işleri zor da, kimse bana anne kısmının da bu denli zor olacağını söylememişti.

Bir noktadan sonra aşırı dozda anne dırdırı yüzünden yanan beynim, zehrin çaresi başka zehirdir diyerek Oğuz’u yardıma çağırdı. Ancak beklediğimin aksine annem Oğuz’u görünce susmak bir yana dursun, iki saat ayrı kalamıyor musunuz siz diye ona da iki saat saydırdı. Ama neyse ki azar arsızı Oğuz sadece güldü. Ve yer yer annemle ağız dalaşına girip beni de biraz güldürdü.

Kamp için valiz hazırlığı kısmını, söylenirken insanüstü bir hızla iş yapabilen ana kraliçeye yıkıp Oğuz ile balkona geçtik. Oğuz, birkaç kez alt kattaki Tuna’nın evine karpuz çekirdeklerini tükürdü. Tuna balkona çıkıp Oğuz’a duyduğum saniye unuttuğum bazı teknik terimlerle öyle bir küfretti ki… Gökhan olsa saygı duruşuna geçerdi. Aralarında Yeşim yüzünden başlayan kavga artık iyice saçma sapan bir hal almıştı. Tuna, Oğuz’a babaannesini kaçırmakla ilgili yaptığı telefon tacizlerinin onun tarafından yapıldığını bildiğini, eğer onu bir kere daha arar ve böyle şeyler söylerse dava edeceğini de, avukat babasından öğrendiği bazı hukuk terimleri ile altını çize çize belirtti. Tabi Oğuz’un bunların hiçbirini anlamadığına hatta tam tersi tehdit edildiği için kamçılandığına bile emindim… Ama o an ne ikisini ayıracak gücüm vardı, ne de kafam… Onların kavga sesleri ninni gibi gelmişti hatta. Nerdeyse balkonda güneşin altında uyuyakalacaktım.



Oğuz, Tuna sinirden kapıları inleterek içeri geçtiğinde sanki hiçbir şey olmamış gibi yanıma çöküp, telefonunu eline alıp komik kedi videoları izlemeye başladı. Bu çocuk adam olacak da, ben de göreceğim…

4N1K
———

Yaprak: Sizce biz önceki hayatımızda kimdik?
Oğuz: Yaprak sen padişah falan olsaydın çok komik olmaz mıydı? Ben de vezir… Düşünsene, seni kandırıp “Hünkarım pizza denen bir meret varmış İtalya’da, n’olur gidip alalım İtalya’yı” diyorum. Senle kalkıp İtalya’ya gidiyoruz… Pizza kuşatması…
Ali: Siz içtiniz mi?
Yaprak: Güneşin altında oturuyoruz balkonda üç saattir. Kafamıza güneş geçti…
Oğuz: Ali de cariyen olurdu… Aliye Hatun…
Ali: Yaprak içeri geçin isterseniz.
Oğuz: Bir gün başka cariye geliyor hareme… Sarışın...
Ali: Oğuz…
Oğuz: Ozansoy boylarından… Aliye Hatun ile bu cariye senin için kavga ediyor… Harem ağası hadım Sinan sizi ayırıyor… Biz hâlâ pizza kuşatmasındayız…
Sinan: Ali beni öldürmesin diye içime içime gülerken, konu nasıl bana geldi lan birden?! Hem ben niye hadımım?!
Oğuz: Bu hayatında o yüzden çapkınmışsın işte… Her şey çok mantıklı şu an.
Gökhan: Hadi lan oradan… İçimizden biri padişah olsa, ben olurdum.
Oğuz: Yok sen yeniçerisin… Pizza kuşatmasında en öndesin şu an… Düşmanlara enlemesine kılıç takmanla ünlüsün…
Gökhan: O olur, tamam. Takarım…
(Sistem mesajı): Oğuz, grubun ismini “4N1K İmparatorluğu” olarak değiştirdi.
Ali: Yarın havalimanına geç kalanı yakarım bu arada. Her şeyinizi hazırlayın geceden.
Gökhan: Aga bi’ şey soracağım ben… Olur da kampta Emir denene dallamaya da takarsam bir şeyler, önceki hayatımda yeniçeriymişim falan diye deliye vurmam işe yarar mı?
Ali: Hele bi’ sorun çıkar o kampta, kamp ateşinde kaç tur çeviriyorum seni görürsün sen.

Eh, güzel olurdu aslında. Biz Oğuz’la İzmir sıcağından kavrulurken, Sinan zaten hali hazırda kavrulmuş fındık gibiydi… Gökhan da pişerse, dört siyahi topçusu olan ikinci lig kralı spor kulüpleri gibi dolaşırdık ortada artık…

Barış, Barış’ın dönemden arkadaşları, Emir ve Merve… Kampa tam kondisyonlu olarak gitmemiz iyi olurdu zaten. Malum… Biz ve bu ekip bir araya geldiğinde sağlam birkaç maç yaşanacağı kesindi.

Yorumlar

Yorum yapmak için giriş yapın.

28.06.2025 00:37
Dur sen de bir daha yeni kriz atlatıldı zaten. Benim inanılmaz keskin taraf değiştirişim. Ben taraf degistirmedim ben hep o taraftaydım....
28.06.2025 00:31
Aa bitti mevzu bi de ask mesk işleri zor diyor tek kelime açıklama yapmadan yırttın işin içinden. ali gibi gönlü geniş bize düsmez...
28.06.2025 00:30
Yaa sen haric yaprak mı :') dokunmayın cok fenayımmm
28.06.2025 00:28
Bunun bi usulü yok ne yazık yapakcım. kız git yapış bir şey yap bari oturuyo orada
28.06.2025 00:26
Bir de yaprak gibi manitasına direkt kendi ayarlayanlar var o ne olacak eysgshhdj
28.06.2025 00:24
Şahsen ben de
28.06.2025 00:24
Ali. Beni. Affet.
28.06.2025 00:17
Anne ben tekrar teamali oluyorum anne euxndjsbshdh özür dilerim kendimde degildim ali. kandırıldım yoksa ben seni okurken zırıl zırıl ağlıyordum
28.06.2025 00:15
Şaka mısın... ama ben seni bu yüzden seviyordum işte off. barış aşkımı gerialıyorum ya demedim öyle bir şey ben değildim kuzenim yazmış eudgeysvxjd ali buydu ve ben onu bu yüzden seviyordum...
28.06.2025 00:12
Çok kötü cidden
28.06.2025 00:11
yaprak yerine ben gerildim
28.06.2025 00:10
Aşkım de vs diye görevler vermisti ya okuyunca çok fena olacak ali ya... yok ben bu çocuğa geri dönüyorum şu an sanki öyle icsellestirdim
28.06.2025 00:09
Inanilmaz kötü patlıyor olay
28.06.2025 00:07
Gec bile kaldı
28.06.2025 00:07
Ne diyebilir ki canım sarı kafam demene özellikle
28.06.2025 00:05
Aaa görev yaptığı defter. Hatta finalde patlamıştı bu. Iyi giden seylerin bozulma hızı
28.06.2025 00:04
Benim bile beynim durdu yaprakınki nasil durmasın
28.06.2025 00:02
buna heyecanlanamamşu an bi sn
27.06.2025 23:59
Kız dur şimdi anlatmaya başlarsa sonra aglarsın. Merve engellememis diye triplere girdin daha yeni bir de bunu dinlersen
27.06.2025 23:57
Okurken ali'yi ve yaptıklarının sebeplerini sonuçlarını daha iyi anlıyorum
27.06.2025 23:54
Gelecekteki sevgilisine kız ayarlarken o
27.06.2025 23:53
Oha yaprak ne
27.06.2025 23:52
ay evetya ali'nin yaprakla olan iletişimi böyleydi işte. dizide barbarlar gibi neydi öyle ya bağır çağır. valla buydu aslında ali
27.06.2025 23:50
Yaprak naptın kız
27.06.2025 23:48
Ama garipti zaten birden bu kadar barış ağırlıklı yanlışlıkla yükseldim bi saniye duebsudbsh
27.06.2025 23:48
Noluyor noluyor hazırlıksız yakalandım imdat ali tekrardan girdi oyuna ne
27.06.2025 23:46
Anılar anılar...
27.06.2025 23:43
Aa karar ver ama sen de hala ali'ye yükseliyor
27.06.2025 23:41
Para vermenize gerek yok gibi bekleseniz yeter
27.06.2025 23:39
Ozlem sktr git bi sigara ic kendine gel wusndhsbah
27.06.2025 23:36
Lan...
27.06.2025 23:34
sinan ve uckuru yuzunden düştüğü durumlar vol736262
27.06.2025 23:30
sevdiğini barisgillerden korumak zorunda olan sayısı ikiye çıktı xhdbsjbdaha
27.06.2025 23:26
Oha ali'yi merve'den mi kıskandı şimdi bu wwjqbsyev ne alaka gökhan'ı geçmiş
27.06.2025 23:23
bu kitabı en son okuduğumda henüz e okul kullanıyordum ben de...
27.06.2025 23:21
dönen yok seferinden be gökhan
26.06.2025 18:33
Yazar kitabı Barış'la bitirecek dedikleri için içimdeki teambarışı mutlu edeyim dedim. Kitapları hiç okumamıştım daha önce ilk kitaptan başladım da geldim buraya kadar ve teamali oldum şaka mıdır bu? Ara günde doğduğu için seneler sonra burcunun başka olduğunu fark eden insanlar gibi üç günlük okuma maratonunda tuttuğum team değişti. Hep görmek istediğim Barış'lı sonu sonunda görecekken teamali oldum. Okurken inanılmaz direndim Barış'ta kalmak için. Şimdi bir falso verecek Ali dedim, bir toksiklik yapacak rahat ol sen teambarışsın dedim. Giderek daha da tatlılaştı çocuk be. Asla hak vermiyordum dizide garip buluyordum tavırlarını alakası yokmuş meğer. Yaprak'a Barış varken Ali mi cidden salak mısın kızım diyordum bir bildiği varmış. Ama Ali'yi bırakmasın ya😭 Bırakacağı da belliymiş aslında bu kadar anlayış beklentisiz sevgi... Hep bu tarz karakterler bırakılır geride ki ah Ali ah. Kendime şu an inanamıyorum ölümüne nefret ediyordum ben Ali'den. Senelerce Barıs'ı seçmemesine sinirlenmistim. Şimdi de Barış'ı seçmesine mi sinirleneceğim yani hayat dediğimiz şey tam da bu sanırım ahahajajahaha of yazık Ali'ye boşta kalıyorsa ben talibim
24.06.2025 13:33
AY TEAMALİ GÜNLERİMDEN RAZİYİM BEN
24.06.2025 11:44
CIGLIK ATICAM SİMDİ HEYECANDANNNN
24.06.2025 11:40
of ben sanırım gerçekten aliyi aşamamışım
24.06.2025 11:35
ÇOK HEYECANLANDIM
24.06.2025 11:31
BEN HALA O KUCUK TEAMALİ KIZIYIM GALİBA
24.06.2025 10:43
canım ilk aşkım ya
22.06.2025 12:42
Daha fazla daha fazla🥵
20.06.2025 00:24
Gökhan ya 😂 sen gibi bir arkadaş her eve lazım ya
19.06.2025 21:33
GSHSJASKDKSKMSDMDMSMDLDKDKDK
19.06.2025 21:32
beni kahretme pls
19.06.2025 21:31
Alim ya😭😭😭
19.06.2025 21:30
Alim yaaaa
19.06.2025 21:29
bizim arkadaş grubu da aynı double date asla başaramıyoruz...
19.06.2025 21:28
Alim yaaa
19.06.2025 21:27
gsjsldlaldkajsjsd onları seviyorum
19.06.2025 21:25
çok güzel çocuk
19.06.2025 16:33
:')))) benim centilmen erkegimmm
19.06.2025 16:27
MMMMM DAHA COK OPUSUN GENCLWR
19.06.2025 16:23
güzelim diyo deliriyorum burada 😭😭😭😭
19.06.2025 16:22
YILLAR ONCESINE DÖNDÜM BURAYI OKURKEN İÇİMDEKİ ALIKUŞ FANGIRLU GERI CIKTI ORTAYA
19.06.2025 16:21
😭😭😭😭
19.06.2025 16:09
Ali sahnelerinde eriyorum direkt
19.06.2025 14:44
ilk iki bölüm hikayenin içine tamamiyle girememiştim o üzerimizden cok gecti hissi biraz vardı ama bu bölüm beni gerçekten ortaokullu benin yanına alıp götürdü okurken. baya yatakta döne döne okudum o kadar djdbsjsnsjs 4n1k ortaokuldayken iyi hissetmediğim ev içi düzenimin bozuldugu bir dönemde benim elimden tutmuştu. priv hesabını açma tarihin de böyle bir dönemime denk geldi yine. şu hayatta en sevdiğim kişilerden birinin kaybına alışmaya çalışıyordum bir yandan yeni bir şehirde tek bir tanıdığım olmadan bi hayata başlamıştım çok yalnızdım ve sen yine elimden tuttun. privde yazmışımdır yine bunları hatırlamıyorum ama buradan tekrar yazmak istedim. bana iyi geldiğin anlar gibi sana iyi gelebilmek dileği ile... bu hikayenin sonunu nasıl okuyacağım ergenlik defterimi tamamen nasıl kapatacağım bilemiyorum. ama yetişkinliğe doğru giderken de hep yanında olacağım🤍
19.06.2025 14:28
oya'nın abartlılı tepkilerini okumayı da seviyorum yaprakla bu konuda çok benziyorlar aslında biraz da sevgi diyelim
19.06.2025 14:09
gökhanla bazen aynı frekansta buluşuyorum çok utanıyorum ama oluyor öyle anlar işte bu da öyle bir an
19.06.2025 14:06
hü diyelim dem sürelim ali aşkına
aliyyülmurtazanın yolları aşkına
teamali geldim teamali giderim ismimin hakkını vereceğim
19.06.2025 13:54
erkek ve ergen olmasına rağmen cok tatlı sağlıkla büyüsün🥰
19.06.2025 13:44
en az yaprak kadar heyecanlandık. işte buraları gerçekten 2015teki o kız aynı o zamanki heyecanıyla okudu... djdnsjsah
19.06.2025 11:59
EN SEVDİĞİM EN SEVDİGİM
19.06.2025 11:58
ŞURAYA YORUM ATMAK İCİN ARİYODUM BU PARAGRAFI OHHH ALİ SAHNESİ OKUMAYA BAYİLİYORUM YAKİNLASİN COCUGUM SİZ DAHA GENCSİNİZ
14.06.2025 01:37
"Sen hariç Yaprak.">>>>>>>