Metroda

"Son kartın bu... Bakalım sana ne söyleyecek?"

Tüm enerjisini tam o noktada toplamak istiyormuş gibi, uzun tırnaklarını parmak uçlarına usulca batırmaya başladı. Bu, onun küçük ritüeliydi. Gözlerini ayırmadan, masada dizili duran kartlara bakarak sadece kendisinin duyabileceği bir şeyler mırıldandı. Parmaklarını üzerlerinde gezdirdi, birinde durdu. İşaret parmağıyla iterek öne doğru sürükleyip ters çevirdi.

"Bu kart..." dedi yavaşça, "Ölüm kartı..." Korkuyla değişen yüzüne bakarak devam etti. "Her açıldığında insanların yüzü aynı seninki gibi olur."

"İnandığımdan değil de..." dedi Defne, gözlerini Yeliz'den kaçırıp, sözlerini ağzında geveleyerek. "Ne anlama geliyor ki?"

"Korkma... Sanıldığı gibi ölüm demek değildir, değişim anlamına gelir."

"Değişim mi?"

Elindeki kartı masaya bırakıp, Defne'ye yaklaşmak için sandalyesini hafifçe ileri itti. "Evet," dedi gülümseyerek. "Bir savaşa girdiğini düşün..." diye anlatmaya başladı şiir gibi sesiyle. Uzun tırnaklı elini dramatik bir şekilde kullanarak, "Kanlı... Yıkıcı... Büyük bir savaş..." diye devam etti. "Öleceğini düşündüğün savaştan sağ olarak çıkıyorsun. Ve sonrasında önce kendini, sonra evini, mahalleni, şehrini... Her şeyi baştan kurmak zorunda kalıyorsun. Ve bir bakıyorsun ki her şey eskisinden daha yeni. Eskisinden daha güzel... Sen eskisinden daha güçlüsün." Parmağını karta dokundurup, "Bu kart, işte öyle bir kart," dedi. "Kötü gibi görünür, ama hayatını eskisinden daha güzel hale getirir." Yüzüne şaşkınlıkla bakan arkadaşına gülümsedi, "Fal, bahane... Bunlara anlam yüklemeyi seviyorum," deyip apar topar kalkarak kartlarını toplamaya başladı. "Benden bu kadar... Derse geç kaldım!"

Uzun rafların, koyu renk masaların ve tozlu kitapların boğucu hale getirdiği tenha kütüphanede en köşede oturan Defne, uzaklaşan Yeliz'in arkasından kısık sesle, "Teşekkür ederim," diyebildi sadece. Neye teşekkür ettiğini bile bilmiyordu. Fallara asla inanmazdı ve Yeliz ne zaman ona tarot açmak için ısrar etse, içten içe bunalırdı. Yine de bu kez duyduklarından etkilenmişti doğrusu.

Nerede olduklarını umursamadan, "Rica ederim," diye bağırdı Yeliz. Kapıya doğru yürürken, her kelimede giderek azalıyordu sesi. "Umarım kartlarım yanılmamıştır ve hayatın güzel bir yerden değişmeye başlar."

Koca salonda yalnız kaldığında başını masaya doğru eğdi Defne. "Hayatım zaten güzel..." dedi kendi kendine. Şeffaf telefon kabının arkasına sıkıştırdığı minik fotoğrafa baktı. Erkek arkadaşı, gözleri dolu dolu bakıyordu oradan kendisine. Gülümsedi. Birbirlerinin hislerini fotoğraflamayı sevdiklerinden, en duygusal anlarda ikisinden biri mutlaka donduruverirdi o kareyi. Bu fotoğraf da öyle anların birinden kalmaydı. Kâğıda hapsolmuş yüzü, parmağı ile okşarken telefonu çaldı. Sessize almayı unuttuğundan yüksek sesle ötüp aklını alan telefonu panikle avuçlarının arasına sıkıştırdı. Ancak sesi kesilmedi. Kendine küfrederken, etrafında kimse olmadığını için şanslı olduğunu düşündü. İnsanları rahatsız etmekten nefret ederdi çünkü. Arayanın kim olduğuna bile bakmadan hızlıca açtı. Karşı taraftaki ses, "Sevgilim," deyince yüzündeki gergin ifade büyük bir gülümseye döndü. Sesini her ihtimale karşı kısarak, "Mert..." dedi. Daha birkaç saat önce birlikteydiler. Endişeyle devam etti, "Bir şey mi oldu?"

Bu soru, Mert'i güldürdü. "Neredesin?" diye sordu. "Okula geldim, hiçbir yerde yoksun."

Duyduğu minik kahkaha, Defne'yi rahatlatmıştı. "Kütüphanedeyim," diye cevap verirken birden ikinci cümleye takıldı. "Okulda mısın? Nasıl girdin içeri?"

"Okuldan atılmış olmanın en iyi tarafı ne biliyor musun?" Kulağının yakınında yankılanan ses ve omzuna değen el Defne'nin kalbini hızlandırdı. Arkasını dönüğünde ona tatlı bir gülümseme ile bakan sevgilisi, "Hem istemediğinde okula gitmiyorsun..." Kulağındaki telefonu indirip, kapadı. "Hem de istediğin zaman gizlice girebilecek kadar iyi biliyorsun her yeri."

Kafasını şaşkınlık ve mutlulukla iki yana sallayarak ayağa kalkıp Mert'in boynuna atladı. Sanki daha o sabah yan yana değillermiş gibi sevgilisinin kokusunu içine çekti Defne. "Aptal..." dedi dudaklarını boynuna gömerken. "Bir saate eve gelecektim zaten."

Kolları birbirlerinden ayrıldığında sevgilisinin aynı anda üç duyguyu birden yaşayan yüzüne gülümseyerek bakıp, "Özlemişim..." dedi Mert.

"Daha birkaç saat önce..." diyordu ki, Defne'nin sözü fotoğraf makinesinin flaşı ile kesildi.

"Bu halini... İlk tanıştığımız günkü gibi, okulda olmanı... Heyecanlanmanı... Paniklemeni..." dedi. Parmaklarını, Defne'nin yukarı kıvrılmış dudaklarında gezdirdi. "Ve bu gülümsemeni..."

"Ben seninleyken hep gülümsüyorum, aptal çocuk."

Mert, kafasını alaycı bir tavırla iki yana sallayarak, "Her gülümsemenin birbirinden farklı olduğunu ne zaman öğreteceğim sana," diye karşı çıktı. Birkaç adım atıp, rafların birinden bir kitap çekip aldı. Sayfaları karıştırır gibi yaparak içinden bir fotoğraf çıkardı ve Defne'nin yüzüne doğru uzatıp, "Mesela burada, 'o kadar mutluyum ki sevinçten ağlamak üzereyim' gülüşün var," dedi. Defne uzanıp fotoğrafı alırken şaşkındı. Sevgililer gününde Mert'in çektiği ve mutluluk gözyaşlarının arasında gülümsediği bir andı. Ne olduğunu anlamadan başını kaldırdı. Mert elinde başka bir kitap tutuyordu. Onun arasından da bir fotoğraf çıkardı. "Bu da 'sana öyle sinirliyim ki küfretmemek için gülümsüyorum' gülüşün..." Defne, şaşkınlıktan öylece kalakalmışken ciltli bir kitaptan yeni bir fotoğraf çıkarıp, "Bakalım buradaki neymiş?" diye sordu sahte bir tavırla. Sonra hatırlamış gibi yapıp, "Hah," dedi, "Bu da 'canım çok sıkkın ama seni de sıkmamak için yalandan gülümsüyorum' gülüşün..."

Defne bir hamlede Mert'in yanına gidip, elindeki fotoğrafı çekip aldı. Bir yandan da etrafta kimsenin olup olmadığını kontrol ediyordu. "Ne ara koydun sen onları oraya?" dedi şokla. Küçük gözleri, şaşkınlığın etkisi ile kocaman görünüyordu. Mert, dayanamayıp elindeki fotoğraf makinesinin flaşını bir kez daha Defne'nin yüzünde patlattı. Ardından, "Bir gecemi aldı bütün kitaplara gülümsemelerini yerleştirmek," diyerek sırıttı.

"Bütün kitaplara mı?" diye bağırdı Defne ve hemen ardından elini dudaklarını bastırıp, "Bütün kitaplara mı?" dedi fısıldayarak.

Oldukça eğleniyor gibi görünen Mert, sırtını raflardan birine yasladı. "Muhtemelen birkaç kişi bugün senin güzel yüzünü kitap ayracı olarak kullanacak," derken bir yandan Defne'nin fotoğraflarını çekmeye devam ediyordu.

"Şaka yapıyorsun değil mi?" Hızlı adımlarla rafların en ucuna koştu ve rasgele bir kitap çıkarıp sayfalarını hızla çevirdi Defne. Gülümseyerek kendisine bakan fotoğrafını görünce kitabı yüzüne bastırıp sessiz bir çığlık attı. Evet, mutlu olmuştu ama tüm fakülteye rezil olacağını düşündüğü için utanıyordu da.

Mert'in en sevdiği şey Defne'nin mimikleriydi. Sevgilisinin giderek büyüyen tepkileri artık dayanamayacağı bir hal alınca koşar adım gidip, onu kucakladı. Minik bedenini kolayca kaldırıp, masanın üzerine oturttu. Dudaklarından kocaman bir öpücük koparıp, sanki bu ona yetmemiş gibi nefes bile almadan ikinci kez öptü. Ardından bir adım geri çekilip, sanki her şey çok normalmiş gibi, "Bana yeni bir gülümseme ver hadi," dedi.

Defne, yüzüne doğrultulmuş fotoğraf makinesini usulca itip, "Biri gelecek şimdi, yapma," dese de kamera çoktan gözüne dayanmıştı bile.

"Hadi ama..." dedi patlayan flaşın sesinden sonra. "Duygularını aç bana."

Sevgilisinin ne yaptığını çok iyi bilen Defne pes ederek, "Duygularım hep açık sana..." dedi ve her zaman yaptığı şeyi yine yapmasına izin verdi. Mert onu şaşırtacak, kızdıracak, mutlu edecek ya da üzecek bir takım sorular soracak ve o anları fotoğraflayacaktı. Her bir mimiğini, her nüansı, yüzündeki her duyguyu...

Mert ona doğru yaklaştı, kırmızı elbisesinin üstüne düşen, uzun kumral saçlarını geriye atıp yüzünün iyice açılmasını sağladı. Fotoğraf makinesini, nişan alan bir avcı ustalığıyla gözüne dayadıktan sonra rasgele sorular sormaya başladı.

"Kaç sınavın kaldı sevgilim?"

"Dört."

"Zor dersler mi kaldı geriye?"

"Hayır. Hepsi kolay," dedikten sonra biraz durup, "Benim için en azından," diye düzeltti.

"Zeki sevgilim için zor bir şey yok," derken, fotoğraf makinesini yüzünden aşağı indirdi. "Var mı yoksa?"

Defne sanki bu soruyu bekliyormuş gibi, "Var," dedi hızla. "Tuvalet temizlemek!" Evdeki iş bölümü konusunda sürekli tartıştıkları için fırsatı kaçırmadı. Yüzüne, tiksindiğini belli eden bir ifade kondurup, "Zor... İğrenç... Mide bulandırıcı..." dedi.

Yeni bir kare yakalamanın mutluluğuyla mırıldandı Mert. "Güzel..."

"Hayır! Güzel değil! Çok ama çok kötü... Keşke arada sen de denesen de anlasan!"

"Peki, dün izlediğimiz filmde en sevdiğin sahne hangisiydi?"

Bu alakasız sıra ile gelen sorulara alışık olan Defne bozuntuya vermeden, "Kızın kaza yaptığı sahne," diye cevap verdi.

"Neden?"

"Kaza yaptı. Her yeri kanlar içindeyken, yardım gelene kadar kendi kendine şarkı söyledi. Çok hüzünlendirdi beni."

"En çok neye güldün?"

"Filmde mi?"

"Filmde."

"Kızın kaza yaptığı sahne."

"Taktın o sahneye."

"Şarkı söyleme kısmı hüzünlüydü ama gözlüğünü takmadığından önüne çıkan poşeti kuş sanıp direksiyonu kırdığı için yapmıştı kazayı. Neyse ki ucuz yırttı."

"Senlik bir şey değil, değil mi?" dedi soru sorar gibi yapıp, sormayarak. Bir yandan konuşuyor, bir yandan Defne'nin her mimiğini ve her duygu geçişini yakalamak için fotoğraf çekmeye devam ediyordu. "Her şey, yapılması gerektiği gibi yapılır. Gözün bozuksa, gözlüğünü asla çıkarma. Trafik kurallarına uy. Kaza yaparsan panikle. Üzülürsen ağla. Mutluysan gül..." Defne, onun kendisini böyle okumasından nefret ederdi. Söyledikleri doğru olsa da, içten içe kızmaya başladı. Ancak Mert, yaptığı iki işi de yapmaya devam etti. "O yüzden o sahne seni hem güldürdü, hem hüzünlendirdi," dedi emin bir tavırla. "Hem nefret ettiğin gibi davrandı, hem takdir ettiğin gibi."

Defne sevgilisinin söylediklerini çok iyi anlamış olsa da anlamazdan geldi ve sustu.

"En son ne zaman bir derse geç kaldın?" diye yeni bir soru geldi.

Defne tekrar farklı bir duyguya geçti. Gözlerini kocaman açıp, "İlk senemde... Senin yüzündendi!" diye çıkıştı. "Ütüyü fişte bırakıp, dışarı çıkmıştın. Koşa koşa eve gidip, evinin yanmasını önlemiştim."

"En çok neyin fotoğrafını çekmek isterdin?"

"Ailemin."

"Dün yaptığım yemeği sevdin mi?"

"Yanmış köftelerin yemek kategorisine girmiyor maalesef."

"Beni gördüğün ilk an ne düşünmüştün?"

"Manyak olduğunu."

"Sabah otobüsü kaçırdın mı?"

"Senin sayende, evet!"

"Geçen doğum günümde aldığın atkıyı kaybettim."

"Ne?"

"En çok kime kızgınsın şu an?"

Üst üste gelen ve duyguları bir o yana bir bu yana savuran soruları yüzünden sevgilisine kızgındı ve bunu her zamanki gibi çekinmeden söyledi. "Sana kızgınım aptal."

"Elbiseni nereden aldın?"

"Annemindi."

"Küçükken ne olmak isterdin?"

"Hemşire."

"Akşam ne yemek yapayım sana?"

"Yapma."

"On sekiz çarpı yedi?"

"Sözelciyim ben."

"Benimle evlenir misin?"

Bu soru, Defne'nin dört bir yana dağılan duygularını alıp, düğüm yaptı. Ve o düğüm yüzünde belirdi. Şaşkınlık, mutluluk, hüzün... Hepsi, aynı anda o düğümdeydi. Fotoğraf makinesinin flaşı son kez patladı Defne'nin dolu dolu olmuş gözlerine... Mert, kamerayı indirirken, "Umarım cevabın evet olur," dedi usulca. "Çünkü az önce, çocuklarımıza göstermek için harika bir fotoğraf çektim."

Birden; okuldan ortak arkadaşları olan Gökalp, Serkan, Yeliz ve Gamze girdi içeri. Kütüphanede oldukları için sessiz bir coşkuyla ellerini çırparak, "Evet de, evet de," diye tempo tutmaya başladılar. Defne şaşkınlıkla onlara bakarken gözü Yeliz'de takılı kaldı. Falın ne için açıldığını o an anlamıştı.

Bedeni heyecandan zangır zangır titrese de belli etmemeye çalıştı. Kimseye çaktırmadan elini cebine sokup telefonunu kavradı. Yüzüne ciddi bir ifade yerleştirdi. "Hayır," dedi yavaşça. "Bunu yapamam..."

Mert, bir an afalladı.

Arkadaşları sustu.

Defne, telefonunu hızla çıkarıp, Mert'in fotoğrafını çektikten sonra masadan aşağı zıpladı. Telefon ekranında donmuş vaziyette duran halini ona gösterirken, "Ben de," dedi, "Çocuklarımız için harika bir kare yakaladım. Babalarının ne kadar aptal olduğunu bu fotoğrafla onlara göstereceğim." Ardından Mert'in kucağına atladı ve "Evet," diye bağırdı. "Bin defa, yüz bin defa evet!"


Defne ve Mert'in birlikte yaşadığı eski apartman dairesinin dik merdivenlerini, ellerindeki ağır market poşetleri ile tırmanmakta olan Gamze ve Gökalp nefes nefese kalmışlardı. Son birkaç kat kala, asansörü kullanmama kararlarından pişmanlık duyar gibi, "Akşam sporu değil bu," dedi Gamze. "Akşam işkencesi!"

Gökalp acı çeker gibi bir gülümseme ile "Sen akşam işkencesini birazdan göreceksin," dedi. "Cenk kafamızı sikecek gece boyu."

"Umarım evlilik haberini biz gelmeden vermişlerdir."

"Verseler ne olacak ki? Bu gece kaçışımız yok. Cenk'in dırdırını öyle ya da böyle hepimiz çekeceğiz."

Nihayet kata ulaştıklarında, karşı dairenin kapısındaki eşyaları gördüler, içeriden ağır eşyaların sürüklenmesine benzer sesler geliyordu. İkisi de susmuş dinleyerek ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Gamze, "Biri mi taşınıyor yoksa hırsız mı girmiş eve?" der demez, içeriden şiddetli bir gürültü geldi. "Dikkat etsene, geri zekâlı!" İşittikleri kadın sesi, bağırmaktan öte çığlık atar gibi çıkmıştı. "Bıktım," diye ikinci bir çığlık daha duyuldu. "Allah'ım tam şu an deprem olsun da yıkılsın ev toptan başıma..."

Endişeli ve meraklı gözlerle birkaç saniye birbirlerine baktıktan sonra, "Belki Cenk ile aralarını yaparız bu yeni komşunun," dedi Gökalp, "İki manyak iyi anlaşırlar."

Gamze, kıkırdadı. "İyi fikir. Hem karşı daireden daha iyi kaynanalık yapar Defne'ye."

Gülüşürlerken, dolu ellerini kullanmadan kafasıyla zile bastı Gökalp. Yalnızca üç saniye sonra açıldı kapı. Serkan, yüzüne yerleştirdiği sahte bir gülümseme ile onları karşılayıp, "Nerede kaldınız?" diye sordu.

Gamze, ellerindeki poşetleri kapı girişine bırakıp, Gökalp'e geçmesi için yer açtı. Mert'in, salondan gelen iştahlı kahkahası daha şimdiden çakırkeyif olduğunu, masaya sertçe çarpılan bardak ve çatal kaşık sesleri de Cenk'e haberin çoktan verildiğini gösteriyordu.

Üstündeki paltoyu çıkarırken, sesini olabildiğince alçaltarak, "Cenk çok bozuldu mu?" diye sordu Gamze. Kendini tam olarak neye hazırlayacağını bilmek istiyordu. "Birle on arası puan ver."

"On desem, on bir beni de bir düşünün der. Gerisini hayal gücüne bırakıyorum."

Derin bir nefes alıp içeri girerken masada bekleyen arkadaşlarına mazeretini sundu Gamze. "Çok trafik vardı, affedin!" Kendisine ayrılmış sandalyeye oturdu. Gökalp ve Serkan da yerlerini alır almaz, yüzü oldukça asık olan Cenk eline aldığı bardağa çatalını vurdu ve şarap dolu kadehini eline alıp ayağa kalktı. "Herkes geldiğinde göre..." dedi isteksizce. "Damadın en yakın arkadaşı olarak bu önemli günde konuşma yapmak bana düşer."

Ortam gergindi, sadece Mert bıyık altından gülüyordu, en yakın arkadaşının bu hallerine hiç yabancı değildi ve diğerlerinin aksine bu durum onu eğlendiriyordu. Cenk, gerilimi artırmak ister gibi herkesle tek tek göz teması kurduktan sonra ağır ağır konuşmaya başladı.

"Malum..." dedi ekşittiği yüzünü bir saniye bozmadan. Elindeki kadehi yanında oturan Mert'in kafasına usulca vurdu. "Bu akşam; aynı evde yaşadıkları, faturaları ortak ödedikleri halde, bir anda yangından mal kaçırır gibi evlenmeye karar veren geri zekâlı dostlarım için toplandık."

Mert, Cenk'in bileğinden tutup elini aşağı indirdi. "Bir dakika, bir dakika..." dedi gülerek. "Fazla ofansif oldu bu. Değiştir!"

Cenk, bardağı tekrar havaya kaldırıp yine aynı sinir bozucu tavırla, "Öyle mi? Peki, şu nasıl?" diye sordu. Hafifçe öksürüp karşısında ona süt dökmüş kedi gibi bakan Defne'yi işaret ederek, "Ev arkadaşımı benden çaldığı yetmiyormuş gibi, bir de ona nikâh basacak olan kadını kutlamak için toplandık," diye bağırdı. Ardından bütün sinirini çıkarırcasına sımsıkı tuttuğu kadehindeki şarabı tek dikişte içti.

Mert'in attığı kahkaha üzerine, konuşmayı ve konuşmacıyı ciddiye almayı bırakan ekip üyeleri kendi aralarında şakalaşmaya başladılar. Serkan, "Kendisiyle evlenmiyor diye kıskandı galiba," derken, Defne çocuksu bir tavırla başını yana eğip, "Hani barışmıştık Cenk?" diye sordu.

Gamze, kolundan tutup aşağı çekince Cenk sandalyesine oturmak zorunda kaldı. Şarap şişesine uzanıp, örtüye damlata damlata bardağını doldurdu. Bir yandan da Defne'ye laf yetiştiriyordu. " Evlilik kararından önceydi o... Otostopla dünya turuna çıkma hayalleri kurduğum arkadaşımı markete yoğurt almaya göndereceksin bir de üstüne bunun için imza attıracak, sözleşme yaptıracaksın..."

Gecenin başından beri sessizce arkadaşlarını izleyen Yeliz, "Olayı doğru anlamadı pek..." dedi gülerek. Onun sakin tavrını bile bozmuştu Cenk'in çocuksu alınganlığı.

Oldukça neşeli ve hafiften sarhoş olduğu belli olan Mert, "İstediğin kadar konuş Cenkçiğim," dedi gülerek. "Nikâh şahidim sen olacaksın."

Ağzına götürdüğü çataldaki makarnayı sinirle masaya fırlatıp, kaşlarını çattı. Bu agresif tavrıyla iyiden iyiye komik görünüyordu. "Şahitlik edeceğim tek şey," dedi, "Boşanma davanız olacak!"

Artık kimsenin ciddiye almadığı Cenk'e sahte bir sitem ile "Evlenmeden boşandırdın bizi," diye bağıran Defne de yavaştan gerginliğini atmaya başladığını belli etti. Bu, Mert'i daha da keyiflendirdi. Sevgilisine küçük bir öpücük atıp, biten kadehini masaya bıraktı. Masada duran yeni şişeyi açmaya uğraşırken, Yeliz, "Nikâh demişken, tarih belli mi?" diye sordu. Defne, ne cevap vereceğini bilmediğinden merakla Mert'e baktı. Şarap şişesinin mantarı patladığı an gülerek, "En kısa sürede," dedi Mert. Kadehe doldurmaya gerek duymadan, şişeyi ağzına dikerek aldığı ilk yudumdan sonra yavaşça geriye yaslandı. Dudaklarından taşan birkaç damla şarabı elinin tersi ile silip, "Düğün için biraz para biriktirmem lazım," dedi. "Birkaç ayı bulur."

Defne, Mert'e hızla karşı çıktı. "Ne parası Mert? Düğün falan istemem ben. Nikâh yeter." Yalnızca birkaç dakikadır ağzı kapalı olan ve kendini masadaki lezzetli yemeklere veren Cenk, "Nikâh da fazla bence. Nişan sizi birkaç yıl idare eder," diyerek atladı konuşmaya.

Gamze, susması için Cenk'in koluna çimdik atıp aniden parladı. "Sus artık!"

Mert, masadaki kuru gürültüye aldırmadan yalnızca ikisi varmış gibi, "Sevgilim..." dedi Defne'ye. Şarabın getirdiği duygusallık ve o günün büyüsünün birleşimiyle, normalde keskin hatlara sahip olan yüzü, çocukmuş gibi görünüyordu. Kafasını yana yatırıp, "Sana masallardaki gibi bir düğün yapmazsam, evlenmemizin anlamı ne?" diye sordu. "Seni upuzun bir duvakla, bana doğru yürürken izlemek istiyorum."

Odadaki kuru gürültü, Mert'in söylediği romantik sözlerle birden kesildi. Herkes parlayan gözlerle ona bakarken, çenesini kapalı tutmakta zorlanan Cenk yine anın büyüsünü bozdu. "Düğününüzde kendimi yakıp olay çıkarmazsam, şerefsiz evladıyım," dedi kendi kendine. Gamze, bu yersiz yorumlara dayanamadı ve elindeki çatalı usulca Cenk'in koluna batırdı. "Eh, yeter ama!"

Cenk, çatalın kolunda bıraktığı noktalara bakıp geciken bir çığlık attı. Bu feveran üzerine herkes yine kendi arasında konuşmaya başladığı halde müstakbel çift, kimse yokmuş gibi birbirlerinin gözlerine bakıyorlardı sessizce. Defne, Mert'i ikna etmeye çalışır gibi, tatlı ve sakin bir ses tonuyla, "Düğüne gerçekten gerek yok," dedi. "Uzun duvağa falan da..."

Mert birkaç saniye sevgilisinin gözlerine baktıktan sonra, "Çok sinirlendim şu an sana," dedi. "Ne demek uzun duvağa gerek yok?" Hışımla masadan kalkıp, pencereye doğru koştu. "Uzun duvakla ne kadar güzel görüneceğinin farkında mısın?" diye bağırırken penceredeki uzun beyaz tül perdeye asıldı. Defne, "Dur... Sakın!" diye bağırsa da Mert, tül perdeyi tüm gücüyle çekip kopardı. O kadar şiddetle çekmişti ki, perdeyle birlikte kendisi de yere kapaklandı.

Masadaki herkes çığlık çığlığa yanına koştuğunda Mert tüllerin arasından kafasını kaldırdı. Sanki kafasında duvak varmış gibi görünüyordu. Bu durum, Defne dâhil herkesi güldürdü. "Eyvah," dedi Serkan, Cenk'in gözlerini elleri ile kapatıp, "Sen bakma sakın... Damat ben olacağım falan dersin, neme lazım..."

Anlamsız bir gülme krizi dalga dalga herkese yayıldı. Kendini ilk yere bırakan Gamze oldu. Ardından Serkan, Gamze'ye takılıp yere düşerken Cenk'i de yanına çekti. Gökalp ve Yeliz ise neye bu kadar güldüklerini bile anlamadan kendilerini tüllerin arasına, yere attılar. Mert, zar zor ayağa kalkarken arkadaşlarının üstüne yattığı tülü çekiştirerek, ayakta kalan tek kişi olan Defne'yi kendine çekti. Mert'in gözlerine bakınca, kahkahası yerini sıcak bir tebessüme bıraktı. "Niye yaptın şimdi bunu..." dedi anaç bir tavırla. "Durduk yere masraf çıktı bak..."

Hiç cevap vermeden sevgilisinin saçları arasındaki ince metal tacı çıkarıp, tül perdenin kornişlerinden birkaçına geçirerek yeniden başına taktı. Defne kafasındaki perde ile şaşkın şaşkın bakarken Mert tüm gücüyle bağırdı. "Yok mu burada kaptan maptan, evlendirsin bizi hemen!"

Tüm ekip bir kez daha kahkahalara boğulurken, Serkan, "Ben birkaç kez denize açılmıştım sayılır mı acaba?" diye bir laf attı ortaya. Ciddiye alıp cevap veren Gökalp, "Ama karadayız, olmaz o," dedi gülerek. Ancak bu Mert'in pes etmesine değil, daha da heyecanlanmasına yol açtı. Birden, "Su buluruz o zaman," diye bağırıp Defne'yi kucağına aldı ve dış kapıya doğru koşmaya başladı. Defne, korku içinde, "Ne yapıyorsun? İndir beni aşağı," diye bağırsa da Mert durmadı.

Yattıkları yerden zorlukla kalkıp birer birer Mert'in peşinden koşmaya başladılar diğerleri de. Mert kucağında duvaklı müstakbel eşi ile merdivenlerden aşağı yalın ayak inerken, Defne'nin dehşet içindeki sesi apartmanda yankılandı. "Düşeceğiz!" Sımsıkı tuttuğu sevgilisine içtenlikle, "Seni asla düşürmeyeceğim sevgilim," diye bağırdı Mert. "Asla!"

Yeliz, ayağındaki pelüş terliklerle en arkadan yetişmeye çalışırken, "Romantik sahnenizi bölmek istemem ama gerçekten düşüreceksin kızı! Dikkat et!" diye bağırdı.

Onun bir adım önünde düşe kalka aşağı inen Cenk iştahla, "Düşerseniz düğün iptal..." diye bağırdı. "Daha hızlı koş Mert!"

Yalnızca birkaç dakika sonra sağ salim apartmanın önüne çıktılar. Bu büyük başarıları yüzünden derin bir nefes alsalar da, ikinci kriz hızlı başladı. Kucağında Defne ile koşmaya devam eden Mert, apartmanın önündeki fıskiyeli havuza atlayıverince daha soluklanmaya bile fırsat bulamamış olan ekip de peşlerinden koşmak zorunda kaldı.

Defne yaşadığı şokun etkisiyle suyun içinde ne yapacağını bilemez bir halde öylece duruyordu. Mert onu sımsıkı sardı ve arkalarından terliklerle koşan arkadaşlarına doğru bağırdı. "Serkan, evlendir bizi!"

Cenk, "Serkan sakın yapma," diye feryat ederken; Mert ekosuyla konuşur gibi, "Serkan hadi, evlendir bizi," diye tekrarladı. Herkes fıskiyenin önüne ulaştığında nefes nefese kalmış olan Serkan imdat dilenir gibi Yeliz'e döndü. "Ben nasıl evlendireceğim lan şimdi bunları?"

Diğerlerinin aksine sakin kalmayı bir şekilde becerebilmiş Yeliz, Mert'in aptal aptal sırıtan yüzüne bakıp başını iki yana salladı. Gülerek, "Uydur bir şeyler işte, gönlü olsun salak aşığın," dedi. Cenk, suratını ekşitmiş bir halde süs havuzunun içindeki romantik görüntüye bakarken Yeliz onun kulağına eğilip, "Asma suratını yarın da boşarız," dedi. "Fıskiye usulü..."

Serkan, "Tamam geliyorum, bekleyin," diye bağırıp üzerindeki ceketi çıkarıp Gamze'nin eline tutuşturdu. Koşarak havuza atladığında sular herkesi ıslatacak şekilde etrafa sıçradı. Gamze ceketi yüzüne siper edip minik bir çığlık attıktan sonra sanki her şey çok normalmiş gibi, "Nikâh şahidi lazım mı?" diye sordu.

Suları yara yara kutsal vazifesine doğru ilerleyen Serkan, "Şahitleri yollayın hemen," diye bağırdı. Gökalp aldığı emre saniyesinde uydu ve Cenk ile Gamze'yi havuza itti.

Herkes yerini alınca Serkan, Cenk'in kulağına eğilip, "Annesinin adı ne bunun?" diye sordu. Cenk sessizce "Kamile," diye yanıtladı. Serkan büyük bir ciddiyetle Mert ve Defne'nin ortasında durdu, hafifçe öksürüp, "Sen Kamile oğlu Mert," dedi. Şaşıran Mert, "Benim annemin adı Kamile değil ki," diye durdurdu onu. "Cenk'in annesinin adı o!" Gamze sinirle, "Özlem," diye düzeltip Cenk'in koluna küçük bir çimdik attı.

Serkan tekrar duruşunu düzeltip, yüzüne ciddi bir ifade kondurdu. "Sen Özlem oğlu Mert..." dedi. Ardından boş bir ifade ile Defne'ye döndü. Defne, şaşkın bir halde kendisine bakan Serkan'a gülümseyip, "Yakup..." diye fısıldadı. Serkan hızla, "Yakup kızı Defne'yi karılığa kabul ediyor musun?" diye sordu coşkuyla.

Mert tüm gücüyle, "Evet," diye bağırdı.

Serkan arkadaşlarına dönüp, "Şimdi aynı şeyi tekrar mı edeceğim ya, anne baba falan?" deyince, Cenk daha fazla dayanamayıp, "Ya sus be!" diye çemkirerek Serkan'ı kenara ittirdi. "Çekil şuradan!" Olağanüstü bir ciddiyetle Serkan'ın yerine geçip Defne'ye, Mert'i işaret etti.

"Sen bu hıyarı kocalığa kabul ediyor musun?"

"Evet!"

"Ben de fıskiyenin bana verdiği yetkiye dayanarak sizi karı koca ilan ediyorum! Hadi yallah, öpün birbirinizi..."

Birbirlerine doğru itildikleri an Mert, Defne'nin dudağına bir öpücük kondurdu. Cenk sırtlarındaki ellerini henüz çekmeden ikisine birden gereksiz bir coşku ile sarıldı. "Oğlunuz olunca adını Cenk koymazsanız doğumhanede yakarım lan kendimi!"


Uykudan gözlerini güçlükle açık tutan Defne, ayaklarını eski balkonun demirlerinden aşağı sallandırdı. Islak saçlarındaki nemi alsın diye başına sardığı havlu iyice ağırlaşmıştı. Hem çok mutlu hem de çok yorgun hissediyordu kendisini. Balkon kapısının açıldığını duyunca hemen anladı kim olduğunu. Terliksiz çıkma, diye defalarca uyardığı halde, Mert çıplak ayaklarla yanında bitti. Kendini yere bırakıp, ayaklarını balkon demirlerinden sarkıtarak oturdu o da. Defne'nin kızmaya bile mecali kalmamıştı. Yüzünü balkon demirlerine yaslayıp, "Üşüteceksin iyice aptal çocuk..." dedi. İçine girdikleri soğuk suyun etkisiyle iyice ayılan Mert'in bir kaç saat önceki enerjisinden pek eser kalmamıştı, tıpkı Defne gibi yüzünü demirlere yasladı o da. "Çok mutluyum," dedi. Söylediğinden daha fazlası yüzündeydi. Gülümsemesi o kadar büyüktü ki yüzündeki bütün kaslar mutluluğuna eşlik ediyordu.

Defne gülümseyip, "Bu kadar çok gülümseme, biraz da geleceğe bırak," deyince Mert, yüzünü biraz daha kastı, çizgi film karakterleri gibi görünüyordu. Bu anı da dondurup saklamak isteğiyle yanında duran telefonunu çıkarıp sevgilisinin fotoğrafını çekti hemen. Karanlıkta yüzüne patlayan flaş yüzünden, görme yetisini bir saniyeliğine kaybeden Mert kaşlarını çattı. Sahte bir sinirle, "Ama o benim olayım," dedi. "Gülümsemeleri ben çekerim."

Defne, telefonunun tuş kilidini kapatıp yüzünü tekrar balkon demirlerine dayadı. "Neden?"

"Seni ilk gördüğümden beri gülümsemene takıntılı olduğumu..."

"O değil," diye sözünü kesti hızla. O kadar ağırdı ki kafası, gözlerini kaçıramadı ama Mert'in gözlerine de bakamadı. "Ani evlenme teklifin..." dedi gözlerini kapatarak. "Bugün Cenk'in söylediği doğruydu aslında. Okulumun bitmesini bile beklemeden, böyle birden..."

Birkaç saniyelik bir sessizlik oldu. Defne, Mert'in yüzündeki ifadeyi görmek için gözlerini yavaşça araladığı an, sevgilisinin avuç içi yanağına değdi.

"Fotoğraflarını çekerken sana sürekli seni üzecek sorular soruyorum," dedi Mert, şefkatli bir ses tonuyla. "Gerçek duygularını yakalamak için..." Avucunun altındaki yanağı okşadı. "Bir kez olsun kızdırmayacak bir şey sormak istedim."

"Mert..." İnanmadığını belli etmek için tek kaşını hafifçe kaldırmıştı. "Nefes alışından yalan söyleyip söylemediğini anlayabilecek kadar iyi tanıyorum seni. Hadi, cevap ver. Neden?"

Elini Defne'nin yüzünden çekip yüzünü sokağa çevirdi. Alnını demirlere yasladı. Biraz çekingen bir tavırla devam etti sözlerine. "Sana ne zaman, en çok kimin fotoğrafını çekmek isterdin, desem; ailemin, diyorsun. Senin için her şeyi yaparım. Ama henüz cennetteki birinin fotoğrafını çekebilmenin yolunu bulamadım. O yüzden artık beni de ailen olarak görmeni istedim."

Bu cevap, Defne'nin beklediğinden farklıydı. Daha dokunaklı, daha güçlü ve hatta daha cesurdu. Gözleri doldu. Mert'in ellerini tuttu. Bu dokunuşun onun yüzünün kendisine çevrilmesine yeteceğini biliyordu. Düşündüğü gibi oldu. Gözleri buluştuğu an, içten bir şekilde, "Sen zaten benim ailemsin," dedi.

İkisi de dolu gözlerle birkaç saniye birbirlerine baktılar. Defne yüzünü balkon demirlerinden çektiğinde Mert birden kahkaha attı, işaret parmağını yanağına dokundurup, "Yüzünde balkon demirinin izi çıkmış," dedi. Defne, sevgilisinin çenesinden tutup usulca kendine doğru çevirdi. "Senin de," dedi gülerek.

Mert, sevdiği kadının yüzünü avuçlayıp, kızarmış yanağına bir öpücük kondurdu. Sanki daha önce yüzlerce defa söylememişçesine, "Seni çok seviyorum. Biliyorsun değil mi?" diye sordu. "Bilmiyorum," dedi Defne başını onun omzuna yaslayıp gözlerini kapatırken. "Ama hissediyorum." Gecenin soğuk ayazını derin bir nefesle ciğerlerine doldurdu. "Ben de seni çok seviyorum. Sen de hisset..."

"Hissediyorum."

"Çocuğumuzun adını Cenk koyacak mıyız cidden?"

"Kız olursa bile koyacağız, mecburen."

"Yoksa gerçekten olay çıkarır..."

"Çıkarır."

Birkaç dakika daha havadan sudan, arkadaşlarından ve gelecekte onları bekleyen şeylerden konuştular. Giderek gözleri ağırlaşan Defne, sabaha kadar orada kalıp sohbet etmek istese de bedenine söz geçiremedi ve başı Mert'in omzundayken uyuyakaldı.

On dakika kadar, omzunda uyuyan Defne'yi seyretti Mert. Kendisinin de uykuya daha fazla direnemeyeceğini anladığında dikkatlice ayağa kalkıp uyandırmamaya özen göstererek kucağına aldı onu.

Kumral başını saran havlu yere düştü odalarına giderken, hafif nemli uzun saçları kollarına değiyor, yürümeye devam etmekte güçlük çekiyordu. Çünkü her minik temasta sevgilisinin yüzüne bakması gerekiyormuş gibi hissediyor ve kendini ona bakmaktan alamıyordu. Mutfaktan geçerken, koridorda yerde uyuyakalmış Serkan'ı gördü, üstünden atlayıp geçti. Yatak odasına girdiğinde, yataklarında uyuyan Cenk'i gördü bu defa. Defne'yi odanın köşesinde yerde duran çerçevelenmiş ama duvara asılmamış büyük fotoğrafın önündeki kocaman kırmızı mindere bıraktı. Hızla dürtüp uyandırdığı Cenk homurdanarak gözlerini açınca, "Kalk git içeri yat," dedi. "Yatacak yer yok içeride, aranızda yatsam ne olur ya," diye homurdanmaya devam edince yataktaki yastıklardan birini kucağına bastırıp omuzlarından tutarak kaldırdı. "Siktir git hadi bir de seni taşımayayım!"

Cenk, kucağındaki yastığı sıkıca tutarak ayaklandı. O, gözleri yarı kapalı söylene söylene odayı terk ederken Mert, Defne'nin uyanıp uyanmadığını kontrol etmek için ona doğru döndü. Gördüğü manzara yüzünden olduğu yerde kaldı.

Duvara dayalı büyük fotoğraftaki Defne, kırmızı güzel bir elbise ile beyaz güllerin üstünde uzanıyordu. Önünde uyuyan Defne ise, kırmızı büyük minderin üzerinde neredeyse aynı pozda uyuyordu.


Otuz yıllık bakımsız bir binanın odalarından biri olmasına rağmen, fotoğraflarla dolu bir sergi salonunu andırıyordu yatak odaları. Defne, sabahın ilk ışıkları ile uyanmıştı ama gözlerini bir türlü açamıyordu. Kaşlarını çatıp, "Uyanamıyorum," diye mırıldanarak yanında yatan kişiye kollarını doladı. Ancak yüzüne değen uzun saçlar sayesinde onun sevgilisi olmadığını anlaması uzun sürmedi. Panikle kendini geri çektiğinde, yanında yatanın Yeliz olduğunu fark etti. "Özür dilerim," dedi utanarak. "Mert sandım."

Yeliz, uyurken karışmış saçlarını düzelterek yatakta doğruldu. "Hoşuma gitti, ne özrü," dedi gülerek. "Yerde belim tutulunca sabah yanına kıvrıldım. Sorun olmamıştır umarım."

Onun varlığı her zaman iyi hissettirirdi Defne'ye, aralarında çok sıkı bir ilişki olmasa da yanında kendini hep daha rahat hissederdi. Yatakta doğrulup, "Saçmalama... Ne sorunu," dedi içtenlikle. Aksine, onunla uyuyacak kadar yakın hissetmesi çok hoşuna gitmişti. Duyguları yüzüne ve gülümsemesine yansıyınca, insanların enerjisini okuduğuna inanan Yeliz bunu hemen anlamış gibi Defne'nin gözlerine anaç bir şefkatle baktı. "Çok tatlı bir kızsın. Biliyorsun değil mi?"

"Yapma..." dedi Defne utanarak, "Uyanır uyanmaz şımartılmamam lazım. Yoksa günün geri kalanında yanaklarım acıyor gülümsemekten." Yeliz, gülümseyip esnedi, üzerindeki yorganı iterek yataktan çıkınca gördü üstündeki tişörtü, kendi tişörtlerinden biriydi. Daha önce ona sormadan böyle bir şey yapmamıştı, bu sayede yakınlıklarının giderek arttığını hissedip mutlu oldu.

Yerden aldığı kot pantolonunu giyerken, Defne'nin kafasını başka tarafa çevirdiğini görünce hâlâ ondan çekindiğini fark etti Yeliz. Aralarında yalnızca bir yaş vardı ama yataktaki minicik bedeniyle birden çocuk gibi göründü arkadaşı ona. Bir anne şefkati ile tekrar yatağa dönüp yanına sokuldu. "Bizimle, Mert'in arkadaşları olarak tanıştın ama hepimiz senin de arkadaşınız. Bunu sakın unutma," dedi içtenlikle. "Ve eğer düğüne kadarki süreçte sana yardımcı olacak birine ihtiyacın olursa mutlaka beni ya da Gamze'yi ara. Tamam mı?"

Defne gülümseyerek, tamam, der gibi kafasını salladı. Yeliz tekrar ayaklanıp çantasını toparlarken bir yandan da konuşmaya devam etti. "Serkan ve Gökalp düz düşünür. Çok yardımcı olamazlar. Cenk'ten yardım dahi isteme. En yakın arkadaşını çaldığın için sabote edebilir." Söylediklerini yanlış anlamasın diye ekledi, "Ah, ama seni kesinlikle seviyor. Bir kere ağzından kaçırdı." Başarısız bir taklitle, "Defne, Mert'in hayatına giren kızların hepsinden daha iyi, seviyorum sanırım..." deyip, beceremediğini anlayınca gülerek elini salladı. "Yani bu ayarda bir şeyler geveledi işte!" Toparladığı büyük çantasını omzuna asıp, yatak odasının kapısına doğru yöneldi. "Ben kaçıyorum. Söylediklerimi unutma tamam mı?"

"Anlaştık... İyi dersler!"

Yeliz çıktıktan sonra, Defne bacaklarını yataktan sarkıtıp karşısındaki pencereden dışarı baktı. Güneş belki bir önceki gün ile aynıydı ama onun gözüne bambaşka göründü. Karşı apartmandaki çatık kaşlı huysuz kadın, balkonunda günün ilk sigarasını içerken dünkü kadar sinir bozucu görünmüyordu gözüne. Kuşlar uçmuyor da dans ediyorlardı sanki. Ayaklarını sallayarak, ellerini yatağa dayayıp hafifçe kavradığı çarşafı sıktı. Karnında kelebekler uçuşuyordu. Hayatının Mert'ten sonraki kısımlarının mucizevi iyileşmeler getirmesi kendini bir peri masalındaymış gibi hissettiriyordu ona. Dün geceden beri gülümsemekten acıyan yanaklarını biraz olsun dinlendirebilmek için yüzündeki gülümsemeyi durdurmayı denedi, olmadı. Pes edip, zıplayarak kalktı yataktan. Duygularını belli etmekten hep korkardı, içeri geçmeden evvel yüzündeki aptal ifadeyi kontrol altına almayı umdu.

Dolabından en sevdiği, yakaları dantelli krem rengi gömleğini aldı. Üzerine yeşil süveterini geçirdi. Altına rasgele bir kot giydi. Mert'in hediyesi olan inci küpelerini alıp onu bulmak için odadan çıktı.

Elindeki küpeleri kulağına takmaya çalışırken oturma odasına yöneldi. İçeri girdiğinde gördüğü ilk şey büyük yemek masasında oturan Mert idi. Bilgisayarını açmış çalışıyordu. Erken uyanmasına şaşırdığını söyleyecekti ki gözü masanın üzerinde uyuyan Cenk'e takıldı. Küpeyi kulağına takmadan tekrar avucuna alıp, "O neden yemek masamızda uyuyor?" diye sordu şaşkınlıkla, ardından kitaplığı işaret etti. "Ve neden kirli tabaklar kitaplığımızda?"

Mert gülümseyerek, "Bence hiç sorma," deyince söz dinleyip konunun üstünde durmamaya çalıştı. Sandalyesinin arkasına geçip çenesini sevgilisinin omzuna dayadı. "Sen ne yapıyorsun bakalım?"

"Akşam sergi var. Unuttun mu yoksa?" dedi Mert bilgisayarını kapatırken. Defne heyecanla, "Ah, büyük gün," diye bağırdı omzuna vurarak, "Dün bende kafamı mı bıraktın?" diye kızdı yalandan.

Bilgisayarı kenara ittirip Defne'yi kucağına çekti. "Büyük gün dündü," dedi fısıldayarak. "Bugün o kadar da büyük değil."

Sabah sabah üst üste gelen şımartılmalara daha fazla dayanamayacağını hissetti Defne. Odağını değiştirmek ister gibi avucunda sıktığı küpeleri, kulağına geçirmeye çalıştı. "Bugün artık sevgi sözcüklerini yasaklıyorum, gerçekten kalbim patlayacak..." derken, küpenin ucu rotasını şaşırıp kulağına battı. Minik bir çığlık atınca, masada uyuyan Cenk homurdandı.

"Aşktan insanın kalbi patlasaydı, benimki şimdiye kadar on defa patlamıştı," dedi Mert küpe takma işini devralırken. Cenk'in uyanmamasını ve bunu duymamasını ummuştu ancak gözleri hâlâ kapalı olduğu halde, "İğrençsiniz," diye söylendiğini işitince başarısız olduğunu anladı. İkinci küpesini de taktıktan sonda kucağındaki sevgilisini sıkıca sarıp, "Niye hazırlandın erkenden?" diye sordu. "Bugün okulun mu vardı senin?"

Defne, Mert'in saçlarına minicik bir öpücük kondurup ayağa kalktı. "Ben senin gibi havalı sergiler yapamıyorum henüz ama..." dedi kapıya doğru yürürken kıkırdayarak. "Küçük bir iş aldım. Ona gidiyorum." Kapının yanındaki askıdan ceketini alıp üstüne geçirdi.

"Ne işiymiş bu?"

"Aman ne bileyim, kadının biri onu günlük hayatın içindeyken gizlice fotoğraflamam için para verdi."

"Nasıl yani?"

"Doğal pozlar istiyor sanırım. Hashtag... Haberim yokken çekmişler."

Mert, ayakkabılarını giymeye çalışan Defne'ye gözlerini kısarak baktı. Sesine alaycı bir gizem karışmıştı. "Dedektifçilik oynamak isteyen bir koca... Ya da gizli bir örgütün üyesi olmasın sana işi veren."

"Tabii ya... Dalga geç işimle!"

Mert yüzündeki sahte ifadeyi bozup gülümsedi. "Şimdiden kolay gelsin sevgilim."

Üzerine son bir çeki düzen veren Defne, kapının yanındaki sırt çantasını aldı. "Ekmek parası işte... Düğün fotoğrafı ya da Instagram fotoğrafı istiyorlar henüz benden..."

"Sen okuldan mezun ol hele... Havada kapacaklar seni," dedikten sonra sevgilisinin yanağından bir makas aldı. "Neyse ki herkesten önce ben kaptım."

Hemen yelkenleri suya indirdi Defne. Gülümseyerek sevgilisinin yanaklarını sıktı o da. Ardından, "Kaçtım ben," deyip merdivenlerden koşar adım inmeye başladı.

"Akşam kaçta gelirsin? Geç kalmayalım sergiye," diye seslendi Mert arkasından.

"Sekiz gibi evde olurum..."

Onun merdivenden inişini izlerken, karşı daireden gelen matkap sesini duydu Mert. Ardından bir kadın çığlığı yankılandı. "Senden gerçekten nefret ediyorum ya..."

Kimsenin işine karışmayan Mert, sinirli ve oldukça gürültücü olan komşusuna bile gülümseyecek kadar mutluydu, kendi kendine, "Size de günaydın yeni komşularım," deyip içeri girdi.


Yüksek topuklu ayakkabıları ile sergi salonuna doğru koşarken kolundaki saate baktı. Neredeyse dokuza geliyordu, tam yarım saat geç kalmıştı. Kapıya vardığı an, içeri girmeden önce birkaç saniye soluklanmak için durdu. Gözü, salonun içine kaydı. Duvarlara yerleştirilmiş fotoğraflar, kalabalık yüzünden net görünmüyordu. Soluğunu kontrol altına aldıktan sonra elbisesini düzeltip içeri girdi. Ve adımını attığı serginin, Mert'in sergisinin, tamamen kendisiyle ilgili olduğunu o an anladı.

İlk gördüğü şey, kapının hemen yanında duran, kendi fotoğraflarından oluşan bir kolajdı. Neredeyse yüz ayrı parçaya ayrılmış fotoğraf, gelişigüzel yerleri değiştirilerek birleştirilmişti. Öylece bakakaldı. Fotoğrafın altındaki nota ilişti gözü sonra.

“Dikkatinizi ilk çeken neydi? Gülümsemesini bulun. Zorlanmayacağınıza eminim. Çünkü bin parçaya ayrılsa da, ışıldayan gülümsemesi olacak...”

Ağlamamak için kendini zor tutarak arkasını döndü. Sergilenen diğer fotoğraflara göz gezdirdi. Hepsi birbirinden farklıydı ama bir ortak noktaları vardı, tamamı onun gülümsemesiyle alakalıydı.

Birkaç adım atıp, kendisine yakın olan başka bir fotoğrafa doğru yürüdü. Ne zaman çekildiğini bile bilmediği bir fotoğraftı bu. Yatak odalarında, halıda uyuklarken çekilmişti. Ve uyuklamasına rağmen yüzünde minicik bir gülümseme vardı. Fotoğrafta yüzüne düşen güneş ışığı, dudaklarını parlatmıştı. Defne elini heyecandan hızlanan kalbinin üstüne bastırdı. Fotoğrafın altındaki yazıyı gözlerindeki yaşlar yüzünden güçlükle okudu.

“Rüyasında ne görüyor dersiniz? O sabah, onu orada bulduğumda, neden halının üzerinde uyuduğunu bile sorgulamadım gülümsemesini görünce. O uyanana kadar gülümsemesini izleyip, zihnine sızmaya çalıştım.”

Kalbinin üstündeki elini, çenesine yerleştirdi. Titreyen çenesi, ağlamamak için kendini tuttuğunu ele veriyordu. Kafasını sağa çevirince, birileriyle sohbet ederken gördü onu... Gözleri birbirine değince, Mert kocaman gülümseyerek yanına koştu ve sımsıkı sarıldılar. Ağlamamak için kendini zor tutan Defne hiçbir şey diyemeden, Mert kulağına, "Geç kaldığın için evde kavga edeceğiz," diye fısıldadı. Bu, Defne'yi rahatlattı. Çünkü orada ağlamak istemiyordu. Usulca gülümsedi. Herkesin onları izlediğini bildiğinden, sessizce ve dişlerinin arasından konuştu. "Sen öyle san." Kafasını sevgilisinin göğsünden çekip, çantasından bir Uno kartı çıkardı. Birlikte sıkça oynadıkları iskambil oyununda, oyunun yönünü değiştiren karttı bu. "En son tartışmamızda o kadar haklıydım ki bana bir sonraki kavgadan kaçış kartı vermiştin, Hatırladın mı? Suçlu olsam da kavgadan kaçıyorum."

"Hevesimi kırdın şu an ama..."

Defne, Mert'in elini tutup herkes onlara bakarken salonun ortasına doğru ilerlemeye başladı. Onu tanıyanlara başıyla minik selamlar verirken üzeri örtülü büyük fotoğrafı gördü. "Neyse ki şovu kaçırmamışım," dedi heyecanla.

"Sen gelmeseydin, o örtüyü kaldıramazdım." Yerinde duramıyormuş gibi, birkaç adım yürümelerini dahi bekleyemeden küçücük bedenini bir anda kucakladı Mert. Herkes bir anda sustu ve onları izlemeye başladı. Defne şaşkınlık ve utançla ne yapacağını bilemez bir halde kafasını sevgilisinin göğsüne bastırdı. İndirmesini söylese de indirmezdi, biliyordu. Sesini çıkarmadan, ne yapacağını görmek için bekledi. Üzeri örtülü büyük fotoğrafın önüne geldiklerinde yavaşçacık yere değdi ayakları. Onca insanın gözü üstündeydi, kalbi hızla çarpmaya başladı.

Mert oldukça rahat bir biçimde gülümseyerek konuklarını süzdü. Konuşma yapacağını belli etmek için hafifçe öksürdü. Herkesle tek tek göz teması kurmaya özen göstererek, "Sevgili konuklarım... Arkadaşlarım..." diye girdi söze. Defne'yi işaret edip, "Sonunda onur konuğum da geldiğine göre artık sergimdeki en güzel fotoğrafı size gösterebilirim," dedi gururla. Krem renkli perdeyi fotoğrafın üzerinden çekip indirdi. Bu, bir önceki gece çektiği fotoğraftı. Defne'nin kendi büyük fotoğrafının önünde, aynı pozisyonda uyuduğu hali...

Kalabalıktan heyecanlı fısıltılar yükselirken Mert, şaşkınlıkla bir kendisine bir fotoğrafa bakan Defne'nin elini tuttu. "Sonsuza kadar fotoğraflamak istediğim tek şey onun gülümsemesi," dedi gözlerini gözlerinden ayırmadan. "Bazılarınıza delilik gibi gelebilir ama... Yanımda gördüğünüz bu güzel kadının gülümsemesi parmak izi gibi. Her gülüşü bir diğerinden farklı..." Yüzünü, az önce örtüsünü indirdiği eserine döndü. "Bu fotoğrafı çekerken hissettiğim şey çok güçlüydü. Çünkü bir şeyden emin oldum." Tekrar sevgilisinin gözlerine baktı. "Her zaman duvarımda onun fotoğrafını, önünde de onu görmek istiyorum. Böylece onu sonsuzluğa hapsedebilirim," derken gözleri şefkatle ışıldıyordu.

Defne'nin yanaklarından bir damla yaş süzüldü. Konukların alkışları eşliğinde birbirlerine gülümsediler. Sadece ikisinin anladığı sessiz cümleler yalnızca birkaç saniyelik o gülümsemeye sığmış gibiydi. Aralarındaki bu büyülü anı bozan elinde kamerası ile yanlarına yaklaşan bir gazeteci oldu.

"Fotoğrafın önünde ikinizi bir poz alabilir miyiz lütfen?"

Mert, gözlerini güçlükle Defne'den çekip onu fotoğrafın tam ortasına çekti ve muhabirin kadrajından çıktı. "İyi bir fotoğrafçı her zaman en iyi kareyi seçmeli. Bensiz daha güzel görüneceğinden eminim..." dedi gurur dolu bir tebessümle.

Defne'nin şaşkınlığı geçmeden patladı gazetecinin flaşı. Üç ayrı Defne, tek karedeydi. Güzel bir fotoğraf yakaladığı için keyiflenen adam, yeni bir tane daha çekecekken daha fazla ilgi odağı olmaya dayanamayan Defne, Mert'in elinden tutup yanına çekti bir sonraki karede ikisi birlikteydi. Ardından kalabalığın arasında onları izleyen arkadaşları Cenk, Gamze, Yeliz, Serkan ve Gökalp koşturarak yanlarına geldi ve hep birlikte objektife gülümsediler.


Sokaklar, hafta sonuna birkaç saat kala, hınca hınç doluydu. Defne, Mert'in elini sıkıca kavrayıp, iyice sokuldu ona. Kalabalığın onları ayırmasını istemiyormuş gibi, birbirlerine yapışık halde tek vücut yürüyorlardı. Defne, "Son sınavımı da verdim. Artık üç ay özgür bir kadınım," dedi keyifle. "Senin günün nasıl geçti? Yorgun görünüyorsun sevgilim."

Mert, yüzünde nadir beliren bıkkın bir ifade ile "Dergi kapağı çekimi yaptım bugün," dedi. "Sergiden sonra birden iş yağmaya başladı."

"Hım... Bu mu sıktı seni?"

"Ünlü bir modelle çalışmam gerekiyordu," diye anlatmaya devam ederken metronun merdivenlerine doğru yöneldiler. "Duygusu yoğun bir fotoğraf çekebileyim diye kızla derin sohbetlere girmeye çalıştım yine. Biliyorsun... Ama o kadar aptaldı ki sorularımı anlamadı bile. Mimiksiz, ruhsuz fotoğraflar çıktı. Hem yoruldum, hem gerildim." Defne'ye dönüp, gülümsedi. "Ama en azından iyi bir ücret aldım. Düğün paramızı biriktirmek için böyle bir iki çekim daha yapsam birkaç ay içinde evlenebiliriz."

Merdivenden aşağı inerlerken alaycı tavrını sürdürdü Defne, sevgilisinin çenesini sıkarak, "Düğün için çektiğin eziyetlere bak..." dedi. "Ünlü modellerle çalışmak falan... Kıyamam sana."

"Senin için yapamayacağım şey yok sevgilim," diye cevapladı o da aynı alaycılıkla.

El ele metro istasyonunda yürürlerken, Defne içini çekti. "On gün içinde ne çok şey oldu, değil mi?"

"Hep böyle olacak. Hiç sıkılmayacağız."

Defne serçe parmağını uzatıp, "Söz ver," dedi. Mert de serçe parmağını uzatıp Defne'nin parmağına geçirdi. Her zaman yaptıkları gibi başparmaklarını da birbirine değdirip sözü kilitlediler. "Söz," dedi Mert kuvvetlice. İkisinin de yüzüne yine bir gülümseme konduğu an, buldukları boş koltuklara oturdular.

Henüz birkaç saniye geçmişti ki, "Ben çok susadım," diye ayaklandı Defne. "Bir su alıp geleyim." Çantasını omzuna geçirip, "Sen de ister misin?" diye sordu. Mert, hayır der gibi kafasını iki yana salladı. Metrodaki tabelayı göstererek, "Çabuk ol ama..." diye uyardı. "İki dakikaya geliyor!" Defne birden hızla yürümeye başladı. "Uçuyorum!" Çantası sırtına vura vura yürürken birden ellerini iki yana açıp adımlarını büyüttü.

Mert telefonunu çıkarıp bu anın fotoğrafını çekti her zamanki gibi. Defne köşeyi dönene kadar onu izledi. Sonra geriye yaslanıp kendi kendine gülerek, "Kesin geç kalacak," dedi.

Tahmin ettiği gibi oldu. Metro geldi ama Defne yetişemedi.

İkinci metro geldi, Defne yine görünmedi.

Telaşlanıp aradı. Telefon açılmadı.

Korktu. Kalkıp istasyonun içinde onu bulmaya çalıştı, bulamadı.

Kendini sokağa attı. Kalabalığın arasında çaresizce sevgilisini aradı. Olmadı.

O gece, Mert'in Defne'yi gördüğü son gece oldu.

Yorumlar

Yorum yapmak için giriş yapın.

26.06.2025 21:31
yeni bölüm için detayları tekrardan bir hatırlıyım reread yaparak
26.06.2025 21:30
o rozet için savaşmaya geldim!!!
23.06.2025 01:01
Ah şapşik çocuk ya
23.06.2025 00:24
Kartlarvile pek bilgim yoktur ama bu kartın anlamını okuyunca kendi yaşantım geldi aklıma binimde bu karttsn bi obje almam lazım dedim
19.06.2025 19:48
Ben ikna oldum.