Canlı Yayında

Ege arabasıyla sete geldiğinde menajeri kapı girişinde onu bekliyordu. Önceki gün telefonlarını açmadığı için yiyeceği azara kendini çoktan hazırlamıştı. Ancak kadının yüzündeki ifade beklediğinden daha sertti.

Kendi kendine, "Set var bugün, korkma," dedi arabayı park ederken. "O yüzden seni öldüremez."

Gözlüğünü takıp, arabasından indi. Kapıya doğru yürürken yüzüne bir gülümseme kondurdu. "Günaydın," dedi masum bir tavırla.

Menajer Elif, set çalışanlarına aralarındaki gerginliği çaktırmamak için dişlerini sıkarak gülümsedi. "Günaydın Ege Bey," dedi koluna girerken. "Nasılsınız bakalım bu sabah?"

Ege, kadının sımsıkı bir atkuyruğu yaptığı saçlarının arasından çıkan birkaç tel saçın dimdik durduğunu gördü. Bu, onun ne kadar öfkeli olduğunun işaretiydi. O yüzden bu sahte sorulara cevap vermek yerine yanından geçen set görevlilerine gülümseyerek, küçük selamlar vererek yürüdü sadece.

Etraftaki insanlar azaldığında yüzündeki gülümsemeyi hızla silen Elif birden patladı. "Dün hastayım diyerek bütün planlarını iptal ediyorsun," dedi dişlerini ve Ege'nin kolunu sıkarak. "Ben ne yapıyorum, kalkıp evine geliyorum bakmaya, ama ne hikmetse Ege Bey evde yok! Sonra bir sürü telefon geliyor yapımcıdan... Peki, ne olmuş dersin?" dedi sahte bir merakla. "Manyağın biri sokaklara senin afişlerini asmış 'kayıp aranıyor' diye!" Parmaklarının arasındaki kolu biraz daha kuvvetle sıkarak devam etti. "Bunların mantıklı bir açıklamasını yapabilir misin? "

"Yapamam," dedi Ege suçlu bir tavırla.

"Neyse ki senin bu menajerin çok akıllı kadın, çok... Dedim ki hemen yapımcıya; yeni dizi projesi öncesi, fanlar kendi aralarında reklam yapmak için böyle bir şey yapmışlar. Biz de dizi afişlerini o kayıp ilanlarının yanına asacağız, dedim. Sanki Ege bir süredir kayıptı ekranlarda da, işte şimdi dönüyor gibisinden..." Küçük bir kahkaha attı. "Neyse ki bayıldı fikrime." Bir saniye sonra ciddi ifadesi geri döndü. "Ama bu önemli değil; cevap ver bakayım, dün neredeydin?"

"Hastaydım."

"Ege!"

"Üstüme gelme! Kötü hissediyordum kendimi, iptal ettim çekimleri işte!" Kolunu çekip, Elif ile arasına mesafe koydu. Sesini alçaltarak konuşmaya devam etti. "Doktorumun verdiği antidepresanları içirmiyorsun oyunculuğumu etkiler diye, ben de böyle durup dururken atak geçiriyorum işte."

Karavanın yakınında set çalışanları olduğunu fark eden Elif, "Tamam tamam..." dedi konuyu kapatmak ister gibi. "Böyle şeyleri burada konuşmayalım." Ege'nin sırtını sıvazlayıp, karavana doğru ittirdi. "Hadi geç de yemek yiyelim... Çekim öncesi güç topla!"

Karavana geçtiklerinde, Ege'nin ilk gördüğü şey makyaj masasında oturan Rüya oldu. Kalbi birden hızlandı. "Günaydın," dedi gülümseyerek. Rüya onu umursamadan eliyle selam vermekle yetindi.

Olduğu yerde dikilmiş Rüya'ya bakan Ege'yi sırtından ittirip koltuğa oturmasını sağladı Elif. Kendisi de yanına oturduktan hemen sonra içeri giren bir görevli elindeki yemek kutularını masaya bıraktı. Hızlıca servis açıp, oldukça pahalı bir restorandan alınan eti Ege'nin önüne ittirdi. Adam, "Afiyet olsun," deyip çekilirken, Ege başıyla teşekkür etti. Ardından ete tiksinerek bakıp, "Ben et sevmiyorum ki. Niye her seferinde et söyletiyorsun bana," diye fısıldadı.

Menajeri, tabağı usulca kendi önüne çekip, "Hiç anlamıyorsun bu işlerden," dedi ve büyük bir parça et kesip ağzına attı. "Jön olabilmen için böyle şartlar sunman gerekiyor."

Ege'nin gözü, karavanın öteki ucundaki Rüya'ya kaydı tekrar. Telefonuyla ilgileniyordu, önüne konulan yemeğe teşekkür dahi etmemişti. Bu tavırları kendisini hem şaşırtıyor hem de istemsizce onu daha da merak etmesine sebep oluyordu.

Çocukluğundan beri hayran olduğu Rüya'ya âşık âşık baktı yine. Çektikleri sahnelerin dışında kendisiyle hiç ilgilenmemesi hâlâ eşit seviyede olmadıklarını hissettiriyordu.

İştahla önündeki eti yiyen Elif'in ağzındaki lokma, karavanın dışından gelen yapımcının sesi ile boğazına takıldı. "Kemal Bey geliyor," diyerek tabağı çaktırmadan Ege'nin önüne ittirdi. Birkaç saniye sonra uzun boylu, kırklı yaşlarında bir adam olan Kemal ve onun tam zıttı oldukça kısa ve çelimsiz biri olan asistanı Poyraz girdi içeri.

Kemal Bey gayet neşeli görünüyordu, Ege'nin tam karşısına oturdu. Elif, "Hoş geldiniz," dedi abartılı bir saygı ile. Ege de, onu taklit ederek, "Hoş geldiniz," dedi. "Hoş bulduk gençler," deyip Rüya'ya baktı adam. Hâlâ telefonu ile ilgilenen genç kadın, aynadan şöyle bir bakıp başıyla selam verdi yapımcıya.

Belli ki Rüya'nın ilgisizliğine takılmayacak kadar keyifliydi Kemal Bey, ellerini dizine vurup, "E, anlatın bakalım, nasılsınız?" diye sordu neşeyle.

Ege çocuksu heyecanı ile ciddi durma çabası arasına sıkışmış gibiydi. "Heyecanlıyız biraz işte, ama çok keyifli başladık..." deyiverdi.

Dikkati sürekli dağılan ve sorduğu soruların cevabını almayı beklemeyen Kemal'in gözleri karavanın içini kolaçan edip duruyordu. Ege'nin söylediklerini umursamadan yanında dikilen asistanına, "Poyraz bu karavan biraz küçük mü yahu?" diye sordu. Asistanının da cevabını beklemeden, "Neyse şu dizinin reytingleri iyi gelsin hele, size prefabrik ev yaptıracağım sete," dedi neredeyse şakıyarak. "Geniş geniş oturursunuz!"

Ne diyeceğini bilemeyen Ege, "İnşallah Kemal Bey," diye geveledi.

"Bana Abi de yahu. Ne beyi..." diyerek Ege'nin dizine vurdu babacan bir tavırla, ancak gözü tekrar karavana takıldı. "Küçük bayağı... Büyütmek lazım..." diye söylendi kendi kendine. "Fanlarınız da çıldırdı dizi haberiyle ha..." dedi sonra iştahla. "Her yerde haberleriniz boy boy!" Oyuncularına baktı tek tek, ancak Rüya hâlâ ilgisiz görünüyordu. "Ben menajerlerinizle de konuştum, diyoruz biraz köpürtelim şu haberleri!"

Ege bir Elif'e, bir Kemal'e baktı. Çekinerek, "Ne gibi?" diye sordu.

"Canım büyük şeyler değil. Röportajlarda falan azıcık yakın durun... Ne bileyim, birkaç kere dışarıda yemek yerken yakalanın..." Arkasındaki Poyraz'a dönüp, "Ne demişti şu piyarcı kadın?"

"Halkla ilişkiler uzmanı... Salı günkü televizyon programı öncesi yemek yerken yakalansınlar demişti Kemal Bey."

"Hah, öyle yapın işte," dedi keyifle. "Çok iyi fikir!"

Konuşulanları dinlemiyormuş gibi görünen Rüya aniden ayaklandı. Oldukça rahat bir tavırla, "Hallederiz," dedi. İlk kez Ege ile göz teması kurup, "Yarın boş musun?" diye sordu.

Bir an boş bulunan Ege, oldukça yüksek bir hevesle, "Boşum," diye bağırdı. Elif, Ege'yi dürtüp sahte gülümsemesiyle konuştu yine. "Ajandasına bir bakalım..."

Rüya, kadını umursamadan, "Yarın akşam Kivi'nin önüne çağırırsınız muhabirleri. Biz de yakalanmış gibi yaparız," dedi. Karavanın kapısını açıp, dışarıya doğru bir adım attı. Arkasını dönüp, her zamanki soğuk yüz ifadesiyle menajere, "Ajandana yaz, yarın akşam sekizde beni evden alsın," deyip kapıyı çekip çıktı.

Kemal, Rüya'nın arkasından, "Bayılıyorum bu kadına yahu..." dedi hayran hayran. "Vallahi harika..." Ardından oturduğu yerden kalktı. "Neyse iş güç beni bekler. Siz halledersiniz gerisini!"

Asistanıyla birlikte karavandan çıkıp kapıyı kapatmış olmalarına rağmen adamın gür sesi hâlâ içeri geliyordu. "Poyraz sence de küçük değil mi bu karavan yahu? Nefes alamadım içeride."

Adamın sesli uzaklaşırken Elif, Ege'ye sokulup, "Niye atlıyorsun hemen?" dedi çocuk azarlar gibi.

"Sen demedin mi yapımcı ne derse yap diye?"

"Ağırdan al biraz! Tabii yaparız diyeceksin havalı havalı... Sonra ajandamıza bir bakalım uygun tarih belirleye..." diye anlatırken cümlesini ortada kesti. "Dinliyor musun sen beni?"

Ege kendi kendine, "Yarın ne giysem acaba..." diye konuşurken, yüzündeki heyecanlı sırıtış Elif'i ürküttü. "Salonlar kapanmış mıdır?" Eliyle, yüzüne dokundu kontrol eder gibi. "Cilt bakımı falan yaptırsam mı?"

"Bana bak, sen bu randevu olayını ciddiye almıyorsun değil mi?"

"Yok canım..." diye yalan söyleyerek toparladı kendini. "Ne ciddiye alması... Kamerada iyi görüneyim diye dedim ben."

"Sakın! Sakın diyorum bak. Sakın kendini kaptırma. Hem, ablan yaşında kadın hem de Rüya tanıdığım en soğuk insandır. Üzer seni!"

"Altı yaş var aramızda sadece. Amma abarttın!"

"Akıl yaşınızdan hesaplarsak on yedi..."

Menajerinin kendisiyle alay ettiğini anlamayan Ege, "Doğru," dedi ona hak vererek. "Rüya yaşına göre epey olgun biri..." Karavandaki makyaj masasına oturup yüzünü incelemeye başladı. "Yok yok," dedi gözlerinin altını çekiştirirken, "Kesin cilt bakımına gitmem lazım benim."


Rüya'nın gösterişli evinin önünde, sırtını arabaya yaslamış bir halde beklerken heyecandan yerinde duramıyordu. Kendini sakinleştirmek ve heyecanını belli etmemek için derin nefesler alıyor ve yüzündeki gevşek gülümsemeyi silmeye çalışıyordu. Ancak evin kapısından çıkan kadını görünce bütün uğraşı boşa gitti. Kalbi ağzında atmaya başladı.

Üzerinde oldukça şık siyah bir elbise olan Rüya, kıyafetinin altına oldukça absürt duracak düz bir terlik giymişti. Çantasını ve topuklu ayakkabısını ise elinde tutuyordu. Bu duruma şaşırdığını çaktırmayan Ege, tok bir ses ile "Selam," dedi. Ancak Rüya ona cevap vermeden arabaya yaklaşıp arka kapıyı açtı, çantasını ve topuklu ayakkabılarını içeri fırlattı. Ege, heyecandan ne yapacağını şaşırmış bir halde şoför koltuğuna doğru yönelirken, Rüya eliyle yolcu koltuğunu işaret etti. "Sen yana geç..." dedi kendinden emin bir tavırla.

Ege bir an şaşırıp, "Neden ki?" diye sordu.

"Yol uzun. Ben kullanacağım arabayı."

"Araba kullanmayı seviyorsun sanırım," dedi sersemliğini örtmeye çalışan bir gülümseme ile. Rüya bu pozitif çıkarımı alıp, "Ehliyetini dün almış birine güvenmiyorum," diyerek kesip attı ve şoför koltuğuna oturup kapıyı hızla kapattı.

Dışarıda kalan Ege kendi kendine, "İki yıl oldu..." dedi. Ardından korna sesiyle panikleyip hızlıca yolcu koltuğuna geçip oturdu.

Hareket etmelerinin üzerinden epey geçmesine rağmen tamamen yola odaklanmış olan Rüya'nın ağzını bıçak açmıyordu. Ortamdaki gergin havayı dağıtmak isteyen Ege, "Ben biraz abartmış mıyım kıyafeti?" diye sordu üstünü göstererek.

"İyisin."

"Teşekkür ederim." Kafasını camdan dışarı çevirip, çekinerek, "Sen de çok güzel olmuşsun," dedi.

"Sağ ol."

Rüya'nın kısa ve düz cevapları giderek Ege'nin keyfini kaçırsa da hâlâ oldukça heyecanlıydı. "Gelecek bölümün senaryosunu okudun mu?" dedi kafasını Rüya'ya çevirip. "Öpüşme sahnesi yazmışlar şimdiden." Yanlış bir izlenim vermekten korkup hemen, "Alışkınım tabii ben de..." diye düzeltti. "Son dizimden..."

"Çantamda sandviç var. Versene onu..."

Ege, arka koltuktaki çantaya uzanırken şaşkınlığı da giderek artıyordu. Çantayı alıp, içini çok kurcalamamaya çalışarak sandviçi çıkardı. "Yemeğe gitmiyor muyuz zaten?"

"Orada kameralar çekecek," dedi Rüya paketi kucağına koyarken. "Salata yemem lazım."

"Keşke ben de salata yiyebilsem. Et sevmiyorum ama menajerim, alfa görünürsün hep kırmızı et sipariş et, diyor."

Rüya, kendi kendine, "Menajerler..." dedi sıkıntıyla. Kırmızı ışıkta durdukları an, sandviçi açıp büyük bir parça ısırdı.

Ege konuyu dağıtmak ister gibi, "İlk dizin... Hani şu liseli hasta bir kızı oynadığın..." dedi. " O zamanlar ben ortaokuldaydım." Birden pot kırdığını düşünüp panikledi. "Yanlış anlama sana yaşlı demiyorum. Sadece... O zamanlar çok büyük hayranındım ona getirecektim konuyu."

"Kaç yaşındaydın sen?"

Hiç araştırmamış beni, diye geçirdi içinden. Hayal kırıklığı yüzünden suratı asıldı. "Yirmi bir..."

"İlginç."

"Ne ilginç?"

"Kamera önünde yirmi yedi, yirmi sekiz yaşındaymışsın gibi bir tavrın var. Ama gerçekte on iki yaşındaymışsın gibi davranıyorsun."

Ege'nin yüzü iyice düştü. "On iki mi?" dedi kendi kendine. Henüz Rüya'nın ona söylediklerini hazmedememişken yeşil ışık yandı.

"Hızdan korkar mısın?" diye sordu birden Rüya.

Ege, kendini toparlayıp tek kaşını hafifçe havaya kaldırdı. "Yok canım, ne korkması... Çocuk muyum ben?" derken neredeyse poz kesiyordu.

"O zaman sıkı tutun..." dedi ve gaza bastı Rüya.

Ayağını gazdan çekmeden geçen on dakikadan sonra sakin bir ara sokakta durdurdular. Arabadan aşağı koşar adım inen Ege bir ağacın dibine gidip kusmaya başladı. Rüya ise her şey normalmiş gibi inip arka taraftan topuklularını aldı. Koltuğa oturup, ayakkabılarını ayağına geçirirken duyduğu öğürtülerle yüzünü ekşitti.

Ege, kendini toparlayıp yanına geldiğinde, "Özür dilerim, midem biraz..." demeye çalışıyordu ki Rüya cümlesini tamamlamasına izin vermeden sözünü kesti, "Direksiyona geç." Cevap vermesini beklemeden de geçip yolcu koltuğuna oturdu.

"Şu an pek araba kullanacak halde değilim," dedi Ege güçlükle. Rüya, kapıyı kapatmadan arabanın dışında kendisine çaresizce bakan Ege'ye dönüp, "Muhabirlere istedikleri malzemeyi vermek için arabayı senin kullanman lazım," dedi sıkılmış bir halde. "Geç dedim!"

İsteksizce arabayı çalıştırırken, hâlâ midesi bulanıyordu. Endişe atakları geçirdiğinde kafasını dağıtmak için, her zaman yaptığı gibi, Pokemon isimlerini saymaya başladı içinden.

Arabanın aynasında makyajını kontrol eden Rüya, bir yandan da direktifler vermeye devam ediyordu. "Mekânın tam önüne park et ve inip kapımı aç. Çok romantik davranma. Ama uzak da durma. Kontrol sendeymiş gibi olması lazım."

Şu an pek öyle hissetmiyorum ama, diye geçirdi içinden Ege.

"Aranızda bir şey mi var, diye sorduklarında diziden bahset. Partner olduğumuzdan beri birlikte vakit geçirmeye başladık, şimdilik bir şey söyleyemem, falan de."

"Sen konuşmayacak mısın?"

Rüya güldü. "Senin sevgilin olma hayali kuran fanların için güçlü bir erkek gibi görüneceksin." Alaycı bir tavırla, "Ben de her zamanki gibi soğuk ama havalı kadın olacağım," dedi.

"Hep böyle planlı mı oluyor?" diye sordu çekinerek. "Yani randevuların falan..."

"Birbirimize kişisel soru sormak yasak. İşimizi yapıp, geri döneceğiz. Bu da benim tek kuralım."

"Anlaşıldı," dedi Ege bozulsa da.

Mekâna yaklaştıklarında Rüya son kez aynada kendine bakıp gülümsedi. "Şov başlasın o zaman."

Araçtan indiklerinde kalabalık bir muhabir grubu karşıladı onları. Ege, yapacaklarını son kez aklından geçirip o geceki rolü için hazırlandı ve derin bir nefes aldı. Yüzüne, kameralar önünde her zaman takındığı havalı ve olgun ifadesini kondurdu. Sakin ve doğal görünmeye çalışarak arabadan inip Rüya'nın kapısını açtı, elini uzattı ve parmak uçlarından usulcacık tutup, kibarca yardım etti inmesine.

O anları art arda flaş patlatarak görüntüleyen muhabirlerden biri, "Harika görünüyorsunuz Rüya Hanım," deyince; Ege'nin eşliğinde yavaşça ilerlemeye çalışan Rüya, "Teşekkür ederim," dedi nazik bir şekilde.

"Ege Bey, yeni bir aşk doğuyor diyebilir miyiz?" diye sordu başka bir gazeteci.

"Arkadaşlar, harika bir diziye başladık. Biliyorsunuz..." diye girdi Ege cevabına. "Partner olduğumuz için birlikte daha çok vakit geçirmeye başladık o kadar. Şimdilik başka bir şey söyleyemem..." Rüya'nın belini hafifçe tutup onun ilerlemesine yardımcı olarak kalabalığı yara yara yürümeye başladı. Yol açmaları için insanları eliyle hafifçe yönlendirirken, "Biraz müsaade ederseniz Rüya Hanım rahatça yürüyebilir..." dedi.

Nihayet mekânın kapısına geldiklerinde Ege oldukça sakin bir şekilde, "Kolay gelsin hepinize arkadaşlar. İyi geceler," dedi muhabirlere. Ardından ikisi birlikte içeri girdiler.

Kapıdan girer girmez, "Tebrik ederim... Artık çocuk oyuncudan alfa jöne evrimini tamamladın," diye fısıldadı Rüya. Sonra Ege'yi beklemeden restoranın içine doğru yürümeye başladı.

İyi bir şey mi yoksa kötü bir şey mi söylediğini anlayamayan Ege arkasından bakakaldı. Üstündeki ceketi çıkarırken, "Neden annemle AVM'ye gelmişim gibi hissediyorum," diye söylendi kendi kendine. Rüya, Ege'nin yürümediğini fark edip arkasını döndüğünde, parmağıyla 'gelsene' işareti yapıp gülümsedi. Ege, bir anda tekrar büyülenmiş gibi, "Çok güzelsin..." dedi alçak bir sesle. Ceketini alan görevli, "Bana mı bir şey dediniz efendim?" diye sorunca, "Evet sana söyledim," dedi. İçinden, nasılsa onda işe yaramayacak, diye devam etti.

Masaya oturup siparişlerini verdikten bir süre sonra yemekleri geldi. Önündeki kırmızı ete iğrenerek bakan Ege, zoraki kopardığı küçük bir parçayı ağzına attı. Lokmasını çiğnerken, karşısında tüm zarafeti ile yemeğini yiyen Rüya'ya baktı. Gözüne o kadar güzel göründü ki, ağzındaki lokmayı çiğnemeyi birkaç saniyeliğine unuttu. Ancak göz göze geldiklerinde tedirgin olup, hızlıca yutuverdi yemeğini.

Restorandaki tüm gözler onların üzerindeydi. Heyecandan ne yapacağını tam olarak kestiremeyen Ege, sandalyesini yavaşça masaya yaklaştırıp, "Sete çıktığım ilk gün bile bu kadar zorlanmamıştım," dedi fısıldayarak. "Bir hata yapmıyorum değil mi?"

"İlk kez mi zorluyorlar seni böyle bir şey için?"

"Çok şey için zorladılar... Ama böyle bir şey için, evet ilk kez."

"Her şeyin ilki zordur."

"Geçen sene bir adamla sevgili olduğun haberi çıkmıştı." Kim olduğunu çok iyi bilmesine rağmen, yalandan, "Adını hatırlamıyorum ama..." dedi. "O da sahte miydi?"

"Biriyle televizyona çıkmışsam, sahtedir."

Rahatlamıştı, çünkü o adamdan nefret ederdi Ege. Fakat kendisinin de sadece televizyona yansıyacak sahte bir ilişki içinde olduğunu idrak edince üzüldü. İstemsizce düşen yüzünü, Rüya'nın, "Gülümse biraz," uyarısı ile hızlıca düzeltti. Tıpkı setteymiş gibi, komutlara harfiyen uyarak oyunculuk yapıyordu. "Peki, çıkarken yapmam gereken bir şey var mı?"

"Yok. Girerken nasıl rol kestiysen, çıkarken de aynısını yap," dedi ve hafifçe gülümsedi Rüya. "Tahminimden daha iyi kıvırıyormuşsun bu işi."

Bunu iltifat olarak algılamayan Ege ağzının içinde, "Oyuncuyum sonuçta," diye geveledi. Bu yalancı buluşmanın aralarındaki muhtemel ilişkiye hiçbir faydası olmadığını bildiğinden, "Yarın akşam programa giderken de alayım mı seni evden?" diye sordu küçük bir umutla.

"Gerek yok. Bu gece yeterince çok malzeme verdik zaten."

"Onun için dememiştim..." Tüm çabası boşa gidiyor gibiydi. Ne yaparsa yapsın, karşısında oturan kadının duvarlarını bir santim bile aşamıyordu. "Canlı yayın öncesi geriliyor musun sen de?" diye sordu konuyu değiştirmek için. "Ben çok geriliyorum. Canlı yayın sonuçta... Hataya yer yok. Kontrol edemediğim durumlarda çok geriliyorum."

Rüya, alaycı bir tavırla, "Hayatını kontrol edebildiğini mi düşünüyorsun ki?" diye sordu. Elindeki kadehten bir yudum alıp, Ege'ye baktı. Cevap alamayınca, daha fazla üstüne gitmemek ve yolun henüz başındaki iş arkadaşının moralini bozmamak için söyleyeceği şeyleri yuttu. Pencereden, fotoğraflarını çeken muhabirlere malzeme verebilmek için, "Bir şey söyle," dedi Ege'ye.

"Ne söyleyeyim, anlamadım?" diye sorduğu an Rüya sahte bir kahkaha attı. "Biri fotoğrafımızı çekiyordu," dedi sesini alçaltıp. "Sevgili fanların senin çok eğlenceli biri olduğunu düşünsünler."

Keşke sen de öyle düşünsen, diye geçirdi içinden. Ama Rüya için fazla toydu. Bunu, daha önce hiç bu kadar net hissetmemişti.


"Gergin misin?"

Ege, her canlı yayın öncesi yaşadığı kaygı ataklarından birini yaşıyordu. Elindeki stres topunu sıkarak, "İyiyim," dedi yalandan. Menajeri Elif'in, üstüne gelmesini ve endişesini daha da artırmasını istemiyordu.

"Gerilirsen söyle, bir kadeh içki ayarlayayım. Rahatlatır." Alkolden nefret eden Ege, "Gerek yok," diye kestirip attı. "İyiyim ben!"

Elif bozulsa da, kulisteki makyöz ve yardımcı görevliye bir şey çaktırmamak için sahte bir tavırla, "Süper o zaman," dedi. "Bir şey olursa söylersin." Ayağa kalkıp, üstündeki döpiyesi düzeltti. "Ben bir stüdyoya bakayım. Hangi açıdan çekecekler seni..." deyip çıkmak için açtığı kapıda Rüya ile karşılaşınca küçük bir selam verdi, ancak Rüya onu umursamadan kolundaki kocaman çantası ile kulise daldı.

Köşede asık bir suratla oturan dalgın Ege'yi görünce her zamanki tavrının aksine büyük bir gülümseme ile "Nasılsın Ege?" diye sordu. Bu küçük soru bile, onu mutlu etmeye yetmişti. Elindeki stres topunu kucağına bırakıp, "Çok iyiyim," dedi gülümseyerek. "Sen nasılsın?"

"Dün bıraktığın gibi," dedi makyaj masasına otururken. Aynadan da olsa gözlerine bakıp gülümsedi.

Rüya'nın kendisine ilk kez samimi davranmasıyla vücudundaki bütün hücreler mutluluk hormonu salgılamaya başlamıştı. Kanı hızlanmış gibi hissetti. Oturduğu yerde ayağa kalkıp, "Bıraktığım gibisin," dedi ne dediğini bilmeden. "Yani bıraktığım gibi güzelsin!"

Rüya kahkaha attı. "Sağ ol," dedi alay eder gibi. Ayakta elini kolunu nereye koyacağını bilemeyen Ege'ye içten içe üzüldü. Yerinden kalkıp, yanına gitti. "Stres yapma," dedi. "Paniklersen ya da ne cevap vereceğini bilemezsen ben kurtarırım seni."

Ege, mutlulukla gülümseyip, "Teşekkür ederim," dedi sırıtarak.

"Sıkıştığında elini bir kere dizine vur, ben mesajı alırım. Tamam mı?"

Onun neden aniden değiştiğini anlamamıştı ama o kadar mutlu olmuştu ki vücudundaki tüm stres belirtileri hemen kayboldu.

Rüya, makyaj masasına döndü hızla. Saçını toplayıp, kenarda onu bekleyen makyöze , "Mümkün olduğunca hafif," dedi. "Ağır bir makyaj istemiyorum."

Ege, saçlarını toplayınca yüzü daha da ortaya çıkan Rüya'ya bakarak arkasındaki koltuğa ilişti. Kendi kendine sırıtırken, aynada Rüya ile göz göze gelince panikledi. Kafasını önüne eğip, stres topunu tekrar eline aldı. Öncekinin aksine, keyifle mıncıklamaya başladı topun gülen sarı suratını.

Kulisin kapalı kapısı, gürültüyle açılıp içerideki sessizliği bozmuştu. Keyifli olduğu her halinden belli olan program sunucusu, "Hoş geldiniz," diye bağırarak içeri girdi. Rüya'nın omzuna dokunup, "Nasılsın görüşmeyeli" diye sordu gülümseyerek.

"İyiyim Ergin, sen?"

"Şahaneyim!"

Koltukta oturan Ege'ye dönüp, "Sonunda meşhur Ege Bey'i programımda ağırlayacağım..." Heyecanla elini uzatarak, "Memnun oldum," dedi.

"Ben de," dedi Ege tokalaşırken, "Programınızın sıkı takipçisiyim."

"Bırak Allah aşkına, bu yalanları canlı yayına sakla."

Ege aldığı cevapla utandı. Rüya ise aynadan izlediği muhabbete gülüyordu.

Elindeki kâğıtlardan birini Rüya'ya, diğerini Ege'ye uzattı sunucu. "Soracağım soruları bırakıyorum buraya, bir bakarsınız... Rahatsız olacağınız bir soru varsa söyleyin şimdiden."

Ege hızlıca yazanları okumaya başladı. Kâğıda bakmadan kenara ittiren Rüya, "Sakın yapma," dedi alaycı bir ifade ile. "Bir şey dersen inadına o soruyu sorar."

"Beni yanlış tanıtma Rüya!" diyerek sırıttı Ergin. Sonra Ege'ye dönüp samimi bir şekilde, "Şaka yapıyor dostum korkma, dizinizden konuşacağız sadece," diyerek rahatlatmaya çalıştı konuğunu.

"Siz yine de kayıp ilanlarımı sokağa asan fanım hakkında soru sormasanız..."

"Niye? Menajerin reklam için yaptıklarını söyledi."

"Fanlarım yanlış anlasın istemem..." Aslında tek derdi, ilandaki fotoğrafın canlı yayında gösterilmesini engellemekti.

Sunucu, cebinden kalem çıkarıp o sorunun üstünü çizdi. "Bak, ne kadar usluyum bu gece," dedi gülerek. "Sormayız genç adam. Sen iste yeter ki!"


Yüzüne yapılan makyajı beğenmediğinden tekrar tekrar sildirip baştan başlatan Rüya, giderek sinirleniyordu. Kendisi de sektöre makyöz olarak girdiğinden ona makyaj beğendirmek hep zordu. Kaşlarını gösterip, "Kavis hoşuma gitmedi," dedi. Kadının elinden fırçayı alıp, sapını kaşlarına tutarak hayali bir çizgi çekti. "Böyle yukarı doğru görünmesi lazım!"

Ege ise bir köşeye sinmiş bir yandan Rüya'ya bakıyor, bir yandan da elindeki soruları okuyup vereceği cevapları düşünüyor ve menajerinin söylemesini istediği şeyleri içinden tekrar ediyordu.

Yayına az bir zaman kaldığı için kuliste küçük çaplı bir panik vardı. O esnada kapı bir kez tıklatıldı ve içeriye Rüya'nın asistanı girdi. "Rüya Hanım, bir kadın ısrarla sizi görmek istedi. Ama bir şekilde yolladım," dedi. "Bir de bunu bıraktı," diyerek elindeki siyah kutuyu gösterdi.

Rüya, aynadan göz ucuyla pakete bakıp ,"Fan hediyelerinin olduğu yere bırak," dedi umursamadan.

Asistan, "Peki efendim," deyip çiçeklerin ve hediye paketlerinin olduğu renkli köşeye siyah kutuyu dikkatlice bıraktı. Kapıdan çıkmadan önce aklına bir şey gelmiş gibi durdu. "Ha bir de, konunun Deniz Ertürk ile ilgili olduğunu söyle mutlaka, dedi."

Rüya birden telaşla arkasını döndü. "Deniz mi?" Makyözün elini ittirip, ayağa kalktı. Hediyelerin olduğu köşeye koştu. Siyah paketin kapağını açıp, içine baktığında yüzünün rengi attı. Kocaman açılan gözleriyle asistanına bakıp, "Paketi bırakan kişi hâlâ binada mı?" diye sordu panik halinde.

Ne olduğunu anlamayan ve biraz gerilen asistan, "Yok, yolladım zorla," dedi çekinerek.

"Kaç dakika oluyor çıkalı? Nasıl biriydi?"

Asistan, "Birkaç dakika..." derken Rüya panikle kulisten dışarı çıktı. "Küt saçlı, kırmızı şapkalı biriydi," diye bağırdı peşinden. "Arka kapıdan çıkacaktı!"

Ege, elindeki kâğıdı bırakıp kapının önüne çıktı merakla. Asistana, "Nereye gitti?" diye sordu.

"Bilmiyorum ki... Kutuyu bırakan kişiyi yakalamaya herhalde..."

"Anladım, sağ ol," deyip içeri geçti Ege. Arka kapıyı gören pencereye gidip dışarı baktı. Birkaç saniye sonra, topuklu ayakkabılarını eline almış yalınayak koşan Rüya'yı gördü.

Elif yanına gelip Ege'nin sırtına vurarak, "Sorulara iyice çalıştın mı?" deyince arkasını döndü panikle. "Vereceğin cevapları gözden geçirelim tekrar hadi."

"Hepsi ezberimde merak etme," deyip tekrar pencereye döndü. Rüya, yüzü görünmeyen bir kadınla konuşuyordu. Sokak lambasının ışığında yarım yamalak seçebildiği suratında üzgün, çok üzgün bir ifade vardı. Onun için endişelendi, hâlâ konuşan Menajerinin söylediği hiçbir şeyi anlamıyordu artık. İçeri giren görevlinin uyarısıyla kendine geldi.

"Yayına son on dakika! Herkes hazır mı?"

"Rüya Hanım'ın makyajı hazır değil," dedi Asistan, çekinerek.

"Kendisi nerede peki?"

"Ziyaretçisi geldi, onunla konuşmaya indi."

Panikten eli ayağı birbirine dolaşmış görevli, asistana, "Hemen gidip çağır," diye bağırdığında Ege, "Ben hallederim," diye girdi araya. Pencereden aşağı baktı tekrar. Rüya'nın konuştuğu kadın karanlığa doğru yürüyor, kendisi de olduğu yere çökmüş, başını ellerinin arasına almış ve ağlıyor gibi duruyordu. "Ben getiririm Rüya Hanım'ı," dedi tekrar ve Elif'e bakmamayı özellikle tercih ederek hızla çıktı kulisten.

Rüya'nın kocaman, kalın duvarları vardı. Kimseye karşı indirmiyor, duygu belirtisi göstermiyordu. Bunu, bilerek yaptığını içten içe hep hisseden Ege, kimsenin onu ağlarken görmesini istememişti. O yüzden koşarak aşağı indi herkesten önce.

Duvarın dibine çökmüş olan Rüya'nın yanına vardığında çekinerek, "Birazdan yayına giriyoruz," dedi. Cevap alamayınca takım elbisesinin kırışmasını umursamadan yanına çöktü. Yüzüne yakından bakabildiğinde, derin bir hüzün sezdi dolu gözlerinde. "Sordukları sorulara ben cevap veririm. Sen sadece gülümsemeye çalışırsın yayında," dedi. Elinden başka bir şey gelmeyeceğini düşünmeye başlamıştı ki, elini takım elbisesinin iç cebine sokup bir Bonibon kutusu çıkardı.

"Stresli olduğumda bana iyi geliyor. Menajerimden gizli gizli yiyorum..."

Rüya dolu gözleri ile ağlamamak için kendini zor tutarken Ege'ye baktı. Titreyen parmakları ile Ege'nin avucuna boşalttığı Bonibon'lardan birini alıp ağzına attı. "Hâlâ iyi hissetmiyorum," dedi ağlayarak.

"Anlatmak istersen dinlerim... Gerçi beş dakikamız kaldı," dedi saatine bakıp, çekinerek.

Rüya ayağa kalkıp kendini hızlıca toparladı. Derin bir nefes aldı. "Gidelim," dedi kendinden emin bir tavırla. "Rol yapmaya alışkınız zaten."

Son beş dakika içinde kendine çeki düzen vermeye çalışmış, Ege'nin kontrollü yardımıyla stüdyodaki yerine oturmuştu.

Program ekibi, kameramanlar ve yönetmen canlı yayın için geri sayım yaparken Rüya oldukça dalgındı. Ege, bir yandan geri sayımı takip ediyor, bir yandan da Rüya'yı gözlemliyor ve herhangi bir sıkıntı olursa ne yapması gerektiğini düşünüyordu.

Önündeki kartları son bir kez kontrol eden sunucu, geri sayımın bitmesi ile son bir nefes aldı ve yüzüne büyük bir gülümseme kondurdu. Yönetmen, "Yayındayız," dediği an, elindeki kartları masasına vurup kameraya çevirdi yüzünü.

"Ekranları başında bizi izleyen sevgili izleyicilerimiz... Bu gece bizimle burada olan güzel ve enerjisi yüksek misafirlerimiz... Ve tabii bu gece konuğumuz olan iki büyük starımız Ege Karadağ ve Rüya Ergün! Hepiniz hoş geldiniz!" Stüdyodaki konukların uzun süren güçlü alkışı kesilirken elindeki kartları masaya vurup enerjik bir şekilde konuklarına döndü sunucu. "Ben epey heyecanlıyım. Sizde durumlar nasıl?"

Ege, "Biz hep heyecanlıyız," diye politik bir yanıt verdi. "Heyecanımızı kaybettiğimiz an biteriz."

"Harika harika..." Sunucu dalgın olduğu her halinden belli olan diğer konuğunu canlandırmak ister gibi, "Rüya, sen nasılsın? Biraz durgun gibisin bu akşam," diye bir laf attı. Seyirciye dönüp alaycı bir tavırla, "Çünkü hep enerjiktir kendisi," dedi. Seyirci güldü. "Şaka yapıyorum, harikadır Rüya. Sadece benim gibi gevşek biri değil." Reaksiyon almak için seyirciye döndü. Seyirci yine güldü. Rüya kendini gülümsemeye zorlayıp, "Ben de iyiyim Ergin," diyebildi sadece.

"Tabii yeni dizi için öyle yoğun çalışıyoruz ki Rüya Hanım'ın yorgun görünmesi normaldir," diyerek söze atladı Ege. Tek derdi sunucunun Rüya'yı yormasına engel olmaktı.

Sunucu seyircileri gaza getirmek ister gibi onlara dönüp, "Ooooo! Partnerini de hemen koruyor," dedi coşkuyla. Ege'ye dönerek, "Konuyu sen açtın madem diziden başlayalım bu akşamki sohbetimize. Dizide iki aşığı canlandırıyorsunuz. Halk da sizi epey bir yakıştırıyor. Aranızda bir kıvılcım çakmış olma ihtimali nedir?" Seyirciye dönüp konuklarını işaret ederek, "Ama bakın şimdi yani..." dedi. "İnanılmaz yakışmıyorlar mı?" Seyirci tekrar alkışladı. Stüdyoda, "Evet, evet," sesleri yükseldi.

Rüya'nın konuşamayacak halde olduğunu bilen Ege tekrar söze girip, "Enerjimiz çok uyumlu. Ama özel hayatlarımız hakkında konuşmak istemiyoruz pek. Anlayışınızı bekliyoruz bu konuda," diye geçiştirdi soruyu.

"Tabii tabii... Ben zaten alışkınım bu klişeye," dedikten sonra Rüya'ya döndü Ergin. "Kaçıncı şovumuz bu birlikte?"

Rüya, kendini toparlayıp güçlükle, "On falan herhâlde..." diye cevap verdi.

"On iki," diye düzeltip yine seyirciye döndü. "Ne zaman özel hayatıyla ilgili bir şey sorsam, ağzını açmaz! Beni bilirsiniz, cevap alamadığım kimse yoktur. Rüya hariç." Rüya hâlâ oldukça üzgün duruyordu. Her kendini toparlama çabasında yüzü daha da düşüyordu. Bunu fark eden sunucu gergin ortamı hızlıca dağıtmak için elindeki kartları karıştırdı. "Şimdi fan sorularına geçeceğim." Kameraya baktı. "Sevgili fanlar, Rüya'nın ağzından laf almayı bakalım siz becerebilecek misiniz?" Gülerek, "Benim pek umudum yok ama..." dedi. Kartlara bakıp, bir soru seçmiş gibi yaptı. "Soru... Unutulmaz bir aşk yaşadınız mı?"

O ana kadar gözlerini yere dikmiş, öylece duran Rüya, hiç beklemediği bir şekilde hızla başını kaldırıp cevap verdi.

"Yaşadım."

Şaşıran sunucu kendini toparlayıp, yüzünü kameraya çevirdi. "Televizyonlarınızın sesini iyice açın. Tarihi bir an bu..."

Rüya, sunucunun aksine heyecanlı değil hüzünlüydü. Yüzünü kameraya çevirdi. Dolu gözlerle, "Belki de kimsenin âşık olamayacağı kadar âşık olup... Kimsenin pişman olamayacağı kadar pişman oldum..." dedi.

"Kimdi bu adam? Tanıdığımız, bildiğimiz biri mi?"

"Hayır. Tam tersi... Dünyada kimsenin ondan haberi yok." Rüya soruya cevap vermek için başını sunucuya çevirdiğinde, adam onun ağladığını fark etti. Endişelenmişti. Usulca, "İstersen başka soruya geçebiliriz. Seni üzecekse..." dedi.

Ege de aynı anda Rüya'nın kulağına, "İyi misin?" diye fısıldadı.

"Hayır, anlatmak istiyorum," dedi Rüya ikisini de umursamadan. Doğrudan kameraya baktı. "Yedi yıldır ekranlardayım. Bana hep bu sorular soruluyor, hep kaçıyorum. Ama bugün kaçmayacağım. Onu herkesin tanımasını istiyorum. Çünkü o bunu hak ediyor."

Yanaklarından yaşlar akarken, kameraya gülümsedi.

"Üniversitenin ilk yılıydı. O yirmi yaşındaydı, ben on dokuz... Dünyada gördüğüm en iyi, en tatlı insandı. Her sabah okula gitmeden babaannesi ve dedesi için yemek hazırlar, evden öyle çıkardı. Kalabalığa giremediği için otobüse binemezdi. O yüzden her gün evden okula tam beş kilometre yürürdü. Sınıfta hep en arkada otururdu. Bir gün ortak bir dersimizin sınavı vardı. Ben yine her zamanki gibi geç kalmıştım. En arka sıraya oturmak zorunda kaldım. Onun... Deniz'in, yanına... Ve aslında her şey, o gün başladı."


8 YIL ÖNCE

Sınav başlayalı yirmi dakika olmasına rağmen yalnızca iki soru cevaplayabilmişti Rüya. Başını, yasladığı sıradan kaldırdı. Bir önceki sınavda aldığı not o kadar düşüktü ki, dersi geçmesi için neredeyse bütün soruları doğru yapması gerekiyordu.

Kopya çekebilmek umuduyla yanına oturan öğrenciye döndü yüzünü. Yaşlı birinin kıyafetlerini giymiş gibi duran genç adamın; gözündeki gözlüğü, kâğıdına gömülmesi ve soruları çözüş hızını değerlendirince kopya istemek için uygun biri olduğuna kanaat getirdi.

Öğretmeni kontrol etikten sonra fısıltıyla, "Üçüncü soru ne?" diye sordu. Yanındaki öğrenci, onu duysa da kafasını kaldırıp bakmadı. Kaşlarını çatıp, "Aman, ölürsün sanki..." dedi kendi kendine. Çaresizce başka birinin kâğıdını görebilmek için olduğu yerde kıpırdanırken, sıranın tam ortasında A yazdığını gördü. Kâğıdına iyice kapanmış olan öğrenciye, "Teşekkür ederim," diye fısıldayıp sorunun cevabını hemen işaretledi.

Bir soru bir sorudur, diye düşünüp geri kalan soruları sallamaya karar verdi. Çalışmadığı her sınavda yaptığı gibi şıkları uğurlu rakamlarını sayarak elemeye ve rasgele bir tanesini işaretlemeye başladı.

Birkaç dakika sonra yanındaki öğrenci hızla çantasını kapıp sıradan kalktı ve sınav kâğıdını öğretmen masasına bıraktı. Rüya, yüzünü bir kere bile göremediği çocuğu görebilmek için gözünü ondan ayırmadan sınıftan çıkışını seyretti. Tam yanından geçerken, güzel de bir şeymişsin, diye geçirdi içinden.

Bir süre daha boş boş baktı kâğıdına. İçinden, ben de pes ediyorum, diye geçirirken gözü sıranın tam ortasındaki yazılara kaydı. Alt alta sıralı bir şekilde bütün cevaplar yazılıydı. Rüya, Gizemli Öğrenci'nin yaptığı jeste gülümseyip, yana kayarak sıraya yazılmış cevapları kâğıdı ile kapattı. "Teşekkür ederim garip ama güzel çocuk," diye fısıldadı.


Hava kararmak üzereydi. Kütüphanede oturmuş, tiyatro provasının başlamasını bekleyen Rüya, arkadaşıyla yüksek sesle konuşup gülüşüyordu. "Tekst bok gibi ya... Zombiler ile mitolojik tanrılar mı?" Elindeki cetveli bir kılıç gibi arkadaşına savurdu. "Zeus'u zombi ile savaşırken mi izleyeceğiz yani... Çok saçma!"

"Dalga geçme," dedi arkadaşı. "Sen şimdiden zombi makyajları için bir çare düşün."

"O kolay," dedi. "Ölüyü diriltir, diriyi öldürürüm sanatımla!" Kahkaha attığı an, kütüphanede ders çalışan bir öğrenci, "Biraz sessiz olabilir misiniz?" diye uyardı çekinerek. "Ders çalışıyorum."

Rüya, öğrenciye dönüp, "Hâlâ kütüphaneye ders çalışmaya gelen var mıymış?" dedi gülerek. "Kusura bakma, sustum..." deyip parmağı ile ağzına hayali bir fermuar çekti. Kafasını çevirirken, kütüphanenin en köşesinde tek başına ders çalışan Gizemli Öğrenci'yi fark etti. Birden kalbi hızlandı. Elindeki cetveli masaya bıraktı. Sandalyesinde bir ileri bir geri sallanarak onun dikkatini çekmeye çalıştı önce, ama beceremedi. Arkadaşı, bu ayarsız hareketlerine alışık olduğundan ne yaptığını sorgulamadı bile. Birkaç dakikalık uğraşın ardından pes edip, sandalyesinden kalktı. "Ben geliyorum şimdi..." deyip, Gizemli Öğrenci'nin yanına koştu ve masasının tam karşısındaki boş sandalyeye oturdu.

"Geçen gün için teşekkür ederim," dedi sıcacık bir gülümseme ile. "Sayende dersi geçtim!" Gizemli Öğrenci, ona göz ucuyla hafifçe bakıp kafasını kitabına gömdü yeniden. Sayfalara bakarak sessizce, "Rica ederim," dedi.

Rüya bozulsa da belli etmedi. Kendini toparlayıp, "Bu arada, adın ne?" diye sordu.

"Deniz..." Yine başını kaldırmamıştı.

"Deniz! Güzel isim."

Rüya, beklediği tepkileri alamadıkça ne yapacağını bilemez halde karşısında öylece oturmaya devam etti. Deniz hâlâ ona bakmıyordu. Konu açmak için önündeki ders kitaplarını göstererek, "Hangi ders o?" diye sordu.

Deniz alçak bir sesle, göz teması kurmadan, "Tarih," diye yanıtladı.

Şirin tavırları birden tersine dönen Rüya, "Sadece ilgi duymadığın kızlarla mı böyle suratına bakmadan konuşursun?" diye sordu sertçe. Deniz, sandalyesine iyice gömüldü. "Ne bu, yeni bir kız tavlama taktiği mi yoksa?" Arkadaşı, sesini duyup bir şeylerin ters gittiğini anlayınca oturduğu masadan, "Rüya hadi gidelim, geç kaldık!" dedi.

Çocuğun önündeki tarih kitabını birden çekip, ilk sayfasına günün tarihini yazdı Rüya. Kitabı tekrar yerine iterken, "Al," dedi. "Bu tarihe de çalış." Arkadaşı sabırsızlanmış, yerinden kalkmadığı için yanına gelip çekiştirmeye başlamıştı bile. "Çünkü o tarih sana musallat olduğum gün," diye bitirdi sözünü. Korkutucu bir tavırla gözlerine baktığı Deniz afallamış bir halde olanları takip etmeye çalışıyor, gerginliği suratından kolayca anlaşılıyordu.

"Rüya, uğraşma insanlarla! Hadi, provaya geç kalacağız!"

"Konuşmaya çalışıyorum, yüzüme bile bakmıyor!"

"Tamam, bırak... Gidelim hadi!"

Kütüphaneden çıktıkları halde Rüya'nın gözü hâlâ arkadaydı. Arkadaşı, bunalmış bir tavırla, "Ne diye uğraşıyorsun milletle?" diye kızdı ona.

"Sınavda yardımcı oldu bana. Teşekkür edeyim dedim, suratıma bile bakmadı."

"Herkes senin gibi sosyal olmak zorunda mı?"

"Kibar olmak zorunda!"

"Kendini kibar olarak mı görüyorsun?"

Rüya bir adım öne zıplayıp, kollarını iki yana açtı. "Enerjisi içine sığmayan, dünyadaki herkesi tanımak ve her anın tadını çıkarmak isteyen biri olarak görüyorum!" Kolundan tutulup çekiştirildiği halde söylenmeye devam ediyordu. "Okuldaki öğrencilerin neredeyse hepsi arkadaşım. İlk kez böyle bir şey yaşıyorum..."

Arkadaşı iyice bunaldığını belli etmek için ofladı. "Ay taktın zavallıcığa! Belli ki utangaç bir tip!

Rüya, sanki bu kelimeyi ilk kez duymuş gibiydi. "Utangaç mı?"

"Herkes senin gibi değil. İnan, bazı insanlar çekingen, içe kapanık veya sosyal becerileri zayıf olabiliyor Rüyacığım."

"Benimle tanışana kadar sen de öyle değil miydin?"

Tiyatro salonunun kapısına geldiklerinde sırıtarak, "Neyse... Deniz Bey'i de açarız nasılsa," deyince arkadaşı onu salondan içeri itti. "Yürü hadi Şımarık şey..." dedi gülerek. "Prova için seni bekliyorlar!"

Son sınıf öğrencisi ve oyunun yönetmeni olan genç, Rüya'nın kapıdan girdiğini görür görmez "Nerede kaldın yahu?" diye bağırdı. Elindeki zombi fotoğraflarını yukarı kaldırıp, "Gel, bak! Oyun için böyle bir görünüme ihtiyaç var. Becerebilir misin?" diye sordu.

"Karşında kim var senin?" diye sordu Rüya yanına gidip gülerek. "İste sana plastik makyajdan yeni bir insan yaratayım." Kenarda oturan oyuncu arkadaşlarını gösterip, "Hem bunlarla da uğraşmana gerek kalmaz," dedi.

"Özgüvenin biraz sakat bir yere doğru gidiyor," dedi içlerinden biri. Ona sokulup, "Sana doğru gitsin biraz," dedi şakayla karışık, yanağını sıktı sonra. "Böylece sahnede heyecandan kusmazsın artık."

"Tamam, hadi siz koşun," dedi yönetmen heyecanla. "Bir deneyin şu makyajı. Bakalım çalışacak mı?"

"Çalıştırırız," dedi Rüya her zamanki özgüveniyle. "Sen o işi bana bırak." Arkadaşlarını tutup, usulca ittirdi. "Hadi, yürüyün insanlar... Daha öldürüp dirilteceğim sizi!"

Çocukluğundan beri ilgi duyduğu alanda, kendini o kadar çok geliştirmişti ki, genç yaşına rağmen oldukça iyi iş çıkarıyordu. Yalnızca birkaç saat içinde üç zombi yaratmıştı.

Arkadaşlarını, tiyatro salonuna geri yollayıp kuliste tek kaldığında, dört bir yana dağılan malzemelerini toplamaya başladı. Aklı hâlâ kütüphanede, yüzüne bile bakmayan Deniz'de idi. Tekrar yanına gitmek, yüzüne bakana kadar saatlerce karşısında oturmak istiyordu. Ama içten içe bunun işe yaramayacağını biliyordu.

Makyaj malzemelerini toplarken aklına bir fikir geldi. "Karşısında oturursam bakmaz ama..." Çantasını hızla masaya boşalttı. "Yerde kanlar içinde yatarsam, bakar!"


Yüksek kitap raflarının arasında, yerde, boylu boyunca yatan Rüya telefonunun kamerasından yüzünü inceledi. Alnına yaptığı yara o kadar gerçekçi görünüyordu ki eliyle kontrol etme gereği hissetti. Sırıtarak, "Bu işi biliyorsun kızım," dedi kendi kendine. Telefonunu cebine koyup, yattığı yerde ayakları kapıdan görünecek şekilde yavaşça kaydı. Ellerini dramatik bir şekilde iki yana açıp, tek gözü açık beklemeye başladı.

Deniz'den önce, kütüphaneyi terk eden bir öğrenci onu görüp şok geçirirken parmağıyla, "Şştt" yapıp, gitmesini işaret etti. Ne olduğunu anlamayan öğrenci, birkaç saniye olduğu yerde durdu. Rüya sinirle, "Gitsene be," diye tısladı. Öğrenci kafası karışmış bir şekilde koşar adım kütüphaneden çıkıp gitti.

Kütüphanede tek başına kalana kadar oturmaya devam eden Deniz, son öğrencinin de ayrılması ile eşyalarını toparladı. Çantasını alıp kapıya doğru yürümeye başladı. Daha birkaç adım atmıştı ki rafların arasında yerde yatan Rüya'yı fark etti. Panikle yanına koşup, "İyi misiniz?" diye sordu. Yerde yatan kızı tutup kendine doğru çevirdiğinde elleri kan oldu. Ne yapacağını bilemez halde, cebindeki kumaş mendili çıkarıp sahte yaraya bastırdı. Bir yandan tedirgin bir halde etrafına bakınırken, diğer yandan Rüya'yı kucaklamaya çalıştı. Elleri, kolları hatta tüm bedeni korkuyla ve endişeyle titrerken bunu yapabilmesi biraz zaman aldı. "Geçecek..." diyebildi sadece. "Dayan, ne olur..." En sonunda kızın hareketsiz bedenini kucağına almayı başarıp kütüphaneden dışarıya doğru hızla koşmaya başladı.

Hem kucağındaki Rüya'ya, hem kendine telkinlerde bulunuyordu koşarken. "Sakin ol... Sakin ol Deniz..." Kucağında öylece kanlar içinde yatan kıza bakıp, "Hastaneye yetiştireceğim seni. Korkma," dedi. Akşam olduğu için bomboş olan okul koridorunda, "Biri yardım edebilir mi?" diye bağırdı. Ancak sesi sadece kendisinin duyacağı kadar çıkabilmişti. Tekrar, becerebildiği kadar yüksek sesle, "Biri yardım edebilir mi lütfen?" diye bağırdı ama sesi yine çok çıkmamıştı.

Kucağında gözleri kapalı yatan Rüya, sanki kendine gelmeye başlamış gibi sayıklayınca ona bakıp, "Dayan... İyi olacaksın," dedi şefkatli bir sesle.

Tiyatro salonunun kapısı açıldı, provadan çıkan kalabalık grup Deniz ve Rüya'yı fark etti. Arkadaşları telaşla, "Rüya," diye bağırarak ikilinin etrafını sardı. "Ne oldu?"

Kalabalıkla birlikte korku ve paniği ikiye katlanan Deniz kekeleyerek, "Bilmiyorum, kütüphanede... Böyle yerde..." derken nefesi kesildi.

Öğrencilerden biri, "Hastaneye yetiştirmemiz lazım," diyerek Rüya'yı Deniz'in kucağından almaya çalıştı. "Sen ver, ben taşırım!"

Kendisini bir anda yere atıp, "Bırak o taşısın," diye bağırdı Rüya. Herkes, birden ayakta sağlam bir şekilde dikilmesine şaşırarak bakakaldı.

"Rüya? İyi misin sen?"

"İyiyim, niye olmayayım..." dedi sinirle. Onu taşımaya yeltenen arkadaşının göğsüne işaret parmağını bastırıp, dişlerini sıktı. "Kim dedi size beni kurtarın diye ya!"

"Hasta mısın kızım sen? Ödümüzü kopardın!"

Rüya, olduğu yerde zıplayıp, "Sayenizde hasta olamadık işte," dedi çocuk gibi.

"Manyak bu kız. Ben diyorum size!"

Rüya ve arkadaşları kendi aralarında kavgaya tutuştuklarında aralarında kalan Deniz giderek fenalaştı. Hızlı hızlı ve kesik kesik nefes alıyordu. Eliyle göğsünü tutup aralarından çıkmaya çalıştı ancak sekiz dokuz kişilik grubu bir türlü dağıtamadı.

Rüya ağlamaklı bir tonda, "Sonunda yüzüme bakmıştı! Sizin yüzünüzden..." diyordu ki sustu. Çünkü o an, Deniz gerçekten bayılmıştı.


"Ben sana dedim uğraşma zavallı çocukla diye! Başımıza açtığın işe bak!"

Hastane koridorunda, başını ellerinin arasına almış oturan Rüya, "Ben ne bileyim atak geçireceğini..." dedi pişmanlıkla. "Bilsem yapar mıydım bu eşekliği!"

"Sosyofobisi varmış çocuğun. Biz de manyak gibi etrafını sardık. Zaten senin yüzünden ödü kopmuş..."

"O yüzden yüzüme bakamıyormuş..." dedi ağlamaklı bir şekilde ellerini dizine vurarak. "Ben de ne sandım..."

Arkadaşı ayaklanıp, "Benim gitmem lazım. Geliyor musun?" diye sordu.

"Onu yalnız bırakmak istemiyorum..."

"İnan, şu an yalnız bırakman en iyisi."

"Yanına yaklaşmayacağım, söz. Sadece iyi olduğundan emin olmak istiyorum."

"Tamam, bir şey olursa bana haber ver," diyerek Rüya'nın saçlarına usulca dokundu. "Sen de çok bekleme. Saat çok geç oldu."

Arkadaşını, sadece gülümseyerek uğurladıktan sonra yalnız kaldı. Başını, acil servisin içine doğru uzatıp Deniz'i görmeye çalıştı. Sadece ayakları görünüyordu. İçeri girmemesi için uyarılmasına rağmen, onu görme isteğini daha fazla bastıramayıp gizlice girdi yanına. Deniz'in gözlerinin kapalı olduğunu görünce, derin bir oh çekti. Onu bir kez daha bencilce istekleri yüzünden korkutmak istemiyordu.

Sedyenin önüne çöküp, perdeyi üzerine çekti hemşirelere yakalanmamak için. Dizlerini çenesine kadar çekip, kollarını bacaklarına doladı. Gözlerini Deniz'in yüzünden ayıramıyordu.

Uzun kirpikleri, kapalı gözlerinden taşar gibi diziliydi. Düzgün burnu, kalın dudakları ve dalgalı kumral saçları onu uykuya dalmış bir mitolojik figür gibi gösteriyordu. Rüya, daha önce o denli güzel herhangi bir şey görmediğini düşündü. İnsan formunda bile görünmüyordu gözüne, bedeninin ışık saçtığına emindi üstelik. Onu daha önce nasıl fark etmediğine şaşırıyordu. Yüzünü inceledikçe, başka bir güzel detay daha fark ediyor sanki keşfedilmemişi keşfediyordu.

Gözlerini güçlükle ondan ayırıp, dizlerine değen çantaya çevirdi. Deniz'in eski sayılabilecek, ama oldukça iyi bakılmış çantasıydı. Üstüne S.E harfleri işlenmişti. Yavaşça açıp içini karıştırmaya başladı. Sanki hem dışı, hem içi bu kadar güzel olan birinin kirli bir şeylerini bulması gerekiyormuş gibi hissediyordu. Bulamazsa, âşık olurdu; olmaması imkânsızdı.

Çantadan, el örgüsü bir kalemlik çıkardı ilk önce. "El örgüsü kalemlik kullanan bir ajan olmaz herhâlde," diye geçirdi içinden. Güldü. Buram buram lavanta kokan kalemliği kenara bırakıp elini daha derine daldırdı. Ders notlarının olduğu defteri aldı. İçini açıp, yazısını kontrol etmek istedi. Tahmin ettiği gibi, kusursuzdu. Bir sayfaya sığacak yazıyı, neredeyse çeyrek sayfaya küçücük yazmıştı. Garip buldu.

Çantayı tamamen yere boşalttı. Eski bir telefon vardı içinde. Onu karıştırmadan doğrudan kenara ittirdi. Eski, sarı renkli bir dosyayı çekip çıkardı. "Ne olur içinde garip cinayetlerle ilgili gazete kupürleri olsun," dedi kendi kendine. "Yoksa cidden insanüstü bir varlık olduğunu düşüneceğim."

Dosyanın içini açtığında, daktilo ile yazılmış kâğıtlar buldu. Ödev olarak hazırlandığı belli olan yazılara hızlıca göz attığında birkaç cümle dikkatini çekti. "Doğa bu kadar cömertken, onu sömürmek istemiyorum. Dünya biraz daha az kirlensin diye, elimden geleni yapıyorum. Ama yetmiyor..." yazıyordu. Devamında doğayı nelerin kirlettiği, hangi küçük değişikliklerin büyük etki yapacağı ile ilgili detaylı bilgiler vardı. "Cidden insanüstü bir varlıkmış," diye geçirdi içinden. Aklı asla almadı.

Bir yandan Deniz'i kontrol ediyor, diğer yandan çantayı karıştırmaya devam ediyordu.

Okuduğu kitap, Notre Dame'ın Kamburu idi. Kitabın kapağındaki insana benzemeyen, deforme olmuş suratı görünce gülümsedi. "İnsanlardan bu kadar mı korkuyorsun?" diye geçirdi içinden. "Sen de insan değilsin ki..." Gözü tekrar Deniz'e kaydı. Yüzüne baktıkça gülümsediğini o an fark etti. Beyaz hastane çarşafları ile iyice melek gibi göründü gözüne. O kadar dalmıştı ki, Deniz'in telefonu titrediğinde korkudan ölecek gibi oldu.

Onu uyandırmamak için telefonu eline alıp hızlıca dışarı çıktı. Ekranda 'Dedem' yazıyordu. Telefon kapanmadan hızlıca açtı.

"Alo?"

Telefondaki yaşlı ses, "Kiminle görüşüyorum?" diye sordu.

"Ben Deniz'in arkadaşıyım," diye cevapladı sesini alçaltarak.

"Öyle mi?" dedi yaşlı adam. Şaşırdığı belliydi. "Deniz yanınızda mı?"

Adamı endişelendirmekten çekinerek, "Hastanedeyiz," dedi usulca. "Ama merak etmeyin, Deniz iyi. Sadece biraz..."

Panikle sözünü kesip, "Hangi hastane?" diye sordu adam.

"Okula yakın olan Devlet Hastanesi'ne geldik."

"Hemen geliyorum!"


Hastanenin kapısına çıkalı on beş dakika kadar olmuştu. Az ötesinde duran taksiden oldukça yaşlı bir adam indi. Üzerindeki kıyafetler, Deniz'in giydiklerine benziyordu. Hemen anladı kim olduğunu. Adam, endişeyle kapıya doğru yürürken, Rüya koşup yanına gitti. "Deniz'in dedesi misiniz?" diye sordu. "Telefonda konuşmuştuk. Ben Rüya!"

Yaşlı adam, "Öyle mi?" dedi. "Deniz nerede, içeride mi?"

Rüya, yürümekte güçlük çeken adamın koluna girdi. "Götüreyim ben sizi... Serum taktılar, uyuyor."

Yavaşça yürüyen adam, "Atak mı geçirmiş yine?" diye sordu endişeyle.

"Evet."

Olabildiğince hızlı gidip Deniz'i kontrol ettiler, hâlâ uyuyordu. Koridora çıkıp demir sandalyelere oturdular. "Sağ ol kızım. Bu saate kadar beklemişsin," dedi yaşlı adam minnetle. "Sana da zahmet verdik."

"Yok... Olur mu hiç... Ne zahmeti..." dedi Rüya gülümseyerek. "Biz de yeni tanıştık sayılır. Ben..." Başını, utancını ve suçunu gizlemek ister gibi önüne eğdi. "Durumunu bilmiyordum. Kalabalık ortama girdiğinde kötüleşiyor galiba."

Yaşlı adam, torununun yattığı yere doğru baktı. "Çocukluğundan beri böyle," dedi. "Oğlumla gelinim öldüğünden beri..." Yüzünü Rüya'ya çevirdi. "İlkin cenazede başladı. Taziye zamanı, her misafir geldiğinde acillik oluyordu yavrum." Kafasını, üzüntüyle iki yana salladı. "Zor tabii... Daha küçücüktü."

"Başınız sağ olsun."

"Sağ ol kızım," Rüya'yı rahatlatmak ister gibi gülümsedi. "On altı sene oldu."

Kucağında tuttuğu çantayı adama uzattı. "Deniz'in..." dedi.

Adam, çantayı kucağına çekti. Üzerindeki işlemelere, titreyen elleri ile dokunup, "Benim çantamdı," dedi. Sanki torunu eski eşyalar kullanmak zorunda kalmış gibi hissetmesin diye açıklama yapıyordu. "Yeni şeyler almaktan hoşlanmıyor. Değişik bizim oğlan," dedi gülerek. "Babasıyla, benim kıyafetlerimi bir şeyler yapıp düzeltiyor, giyiyor. Para versem de harcamıyor hiç." İçini çekti. "Keşke diğer gençler gibi olabilseydi."

"Çok iyi biri o..." dedi Rüya. İçinden, hatta fazla iyi, diye geçirdi. "Böyle bir torununuz olduğu için gurur duymalısınız bence."

"Duyuyorum elbet... Duymaz mıyım hiç?" Gözü, içeriye kaydı yine. "Sadece daha bu yaşında bunca zorluk yaşamasındansa; keşke biraz hayta olsaydı diyorum bazen. İyi biri olması kendisi dışında herkesin işine yarıyor."

Rüya, hiçbir şey söyleyemedi. Hem haline üzülüyor, hem de etkileniyordu Deniz'den. Hem öyle birini tesadüfen tanıdığı için şanslı, hem de suçlu hissediyordu kendini. Yaşlı adam, kızın daldığını fark edince, "Hadi sen git artık yavrum, ben beklerim," dedi babacan bir tavırla.

"Peki..." dedi Rüya. Deniz uyanınca kendisini görsün istemiyordu. Ayaklanıp, hırkasını üstüne geçirirken, "Size numaramı versem, bir şey olursa haber verir misiniz bana?" diye sordu. "Meraktan uyuyamam yoksa."

Titreyen elleriyle, cebinden telefonunu çıkardı yaşlı adam. Deniz'inkinden daha yeni bir modeldi. Belli belirsiz gülümsedi bu duruma. Hızlıca numarasını yazıp telefonu geri uzattı. "Çok teşekkür ederim," dedi. "İyi akşamlar."


"O kadar çok acıktım ki sana anlatamam." Karnını tutarak yürüyen arkadaşı, Rüya'ya omzuyla usulca çarpıp, "Kendine gel," dedi. "Daldın yine!"

"Bir şey mi dedin?"

"Oo, sen iyice gittin." Koluna girip, adımlarının hızlanmasını sağladı. "Yemekhaneye gidelim, karnın doyarsa aklın çalışır belki!"

Koridorda arkadaşının sürüklemesi ile yürüyen Rüya, elinde sefertası ile onlara doğru gelen Deniz'i görünce heyecanlandı. Olduğu yerde durdu panikle. Ancak Deniz, onları fark eder etmez yolunu değiştirip merdivenlere yöneldi. Onun arkasından çaresizce baktığını gören arkadaşı, "Uslanmadın mı sen hâlâ," diye kızdı. "Rahat bırak artık şu çocuğu, bak iyiymiş zaten!"

"Sadece özür dilemek istiyorum ama onu tekrar korkutmak istemiyorum." Üzgün olduğu ve özür konusunda samimi olduğu her halinden belliydi.

"Senden korkmaması için insan olmaman lazım."

Bir an gözleri parladı Rüya'nın. "Doğru söylüyorsun," dedi. "İnsan olmamam lazım!"

Arkadaşını öylece bırakıp arkasına bile bakmadan, hızla yürümeye başladı.

"Nereye gidiyorsun? Yemek yiyecektik hani..."

"Sen git," deyip koşmaya başladı. "Ben bi' insanlıktan çıkıp geliyorum!"


Deniz, okulun terasında tek başına yemek yerken ayak sesleri duyunca panikledi. Arkasına dönemediği için yüzünü göremediği kişi, "Duyduğuma göre insanlarla konuşurken geriliyormuşsun..." dedi. Birkaç adım daha atıp Deniz'in tam önünde durdu. "Peki, böyle olsam da endişelendirir miyim seni?"

Rüya plastik makyaj ile kendisini Notre Dame'ın Kamburu, Quasimodo'ya çevirmişti. İnsandan çok bir canavar gibi görünüyordu. Deniz şaşırsa da, belli belirsiz gülümsedi. Rüya ters bir tepki almamanın verdiği rahatlıkla yere Deniz'in tam yanına çöktü. Çantasından çıkardığı sandviç ve sütü gösterdi. "Sana katılabilir miyim?"

Gözünü kendi yemeğinden ayırmadan kafasını yavaşça salladı Deniz. Rüya, aldığı bu ikinci olumlu tepkiye güvenerek yavaşça onun yanına doğru kaydı. Özür dilemek için bir başlangıç aradı ancak konuya nereden gireceğine karar verememiş gibi lafa orta yerinden daldı. "İnsanların benimle konuşmamasına, yüzüme bakmamalarına pek alışkın olmadığımdan taktım sana işte..." Elindeki sandviçi sıktı. "Ya da öyle olduğunu sandım..." Yüzünü Deniz'e doğru çevirip, "Özür dilerim," dedi içten bir şekilde. "Gerçekten özür dilerim. Aptallık ettim."

Deniz, silik tebessümü ile Rüya'nın yüzüne ilk kez tam olarak baktı. "Sorun değil." Ardından hemen başını önüne eğdi.

"Ama ben de senin yerinde olsam insanlarla konuşmazdım," dedi Rüya. Deniz'e hayran hayran bakarak "Kendi yüzüne hiç baktın mı?" diye sordu. "Melek gibi... Dünyanın dışından gelmiş gibisin." Deniz'in yanakları kızarınca Rüya kahkahayı patlattı. "Açık sözlü canavarlar da korkutuyor mu seni?"

Deniz utangaç bir gülümseme ile "Biraz," dedi.

"Eğer sürekli böyle gelirsem yanına... Benimle konuşur musun?"

Deniz, çekinerek de olsa kısacık bir an tekrar Rüya'ya baktı. "Seninle zaten konuşurum. Sadece birine iletişim kurabilecek kadar alışmam zaman alıyor." Bir anda, son yaşadıkları şeyi düşünüp, "Tabii yanında arkadaşların varken..." dedi çekinerek. "O biraz zor. Kalabalık beni biraz geriyor."

Rüya yerinden kalkıp, Deniz'e doğru dönerek oturdu. "Arkadaşlarım mı?" Güldü. "Ben yalnız bir canavarım. Arkadaşım yok ki... Bu yalnız canavarın ilk arkadaşı olmak ister misin?" diyerek elini uzattığında yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.

Çekingen bir tavırla sıktı kendisine uzanan eli. "Olur."

Rüya neşeyle ayağa kalkıp havaya zıpladı. Terasın ucuna kadar ilerleyip kollarını iki yana açıp, "Özrümü kabul ettirdim. Seninle diyalog kurmayı başardım. Hatta arkadaş bile oldum," diye bağırdı. "Bir de bana âşık olursan her şey tamamlanır." Sonra dönüp, Deniz'e baktı. Yüzü kıpkırmızı olmuştu. Tam önüne gidip olduğu yerde zıpladıktan sonra, tekrar yanına oturdu. "Yani ne kadar sinir bozucu ve takıntılı bir manyak olduğumu anladığına göre sana âşık olduğum için peşini kolay kolay bırakmayacağımı da anlamış olman lazım."

Ne cevap verdi, ne de başını kaldırdı Deniz.

"Yine korkuttum seni değil mi?" dedi Rüya. Derin bir nefes alıp, o da öne eğdi yüzünü. "Niye böyleyim ki..."

"Bir dahaki sefere Esmeralda olur musun?" diye bir soru geldi hiç beklemediği bir anda.

"Olurum... Sen ne istersen o olurum!"


"O gün ilk defa gerçekten yüzüme baktı. O gün ilk defa bana güldü." Kızarmış gözlerinde çizgiler belirdi gülümserken. "Ama benim yüzüm, benim yüzüm değildi tabii," dedi. Rüya, hem gülümsüyordu anlatırken, hem de yanaklarından durmaksızın yaşlar akıyordu. "Bir süre, yanına her gidişimde okuduğu hikâyelerdeki karakterlerin kılığına girdim." Elleriyle yanaklarını kuruladı. "Ben ona ilk görüşte âşık olmuştum zaten. O da yavaş yavaş benimle bağ kurmaya başladı. Sonra dünyanın en alakasız iki insanı olarak sevgili olduk." Güldü. "Ben yürümeyi sevmedim, o otobüse binmeyi. Ben sürekli insanlarla konuşmak isterdim, o insanların olmadığı yerde durmayı..." Yutkundu. "O kadar uzaktı ki her şeye... Tuşlu telefon kullanırdı. Evinde dedesinin daktilosu ile yazı yazardı. Babaannesinden kalma dikiş makinesi ile dedesinin kıyafetlerini kendi bedenine göre düzenler giyerdi. Bir keresinde neden yeni kıyafet almadığını sordum..." diye devam etti anlatmaya. "Dünyada yeterince çöp var ben biraz eksilteyim istiyorum, dedi." Üzerindeki şık kıyafeti göstererek, "Bana bakın... Bu şey o kadar pahalı ki..." dedi sitemle. "Bunları anlatırken ikiyüzlü gibi hissediyorum..."

Sanki canlı yayında değil de, bir arkadaşına bir şeyler anlatıyormuş gibiydi. Gülerek kafasını iki yana salladı. "O kadar harika bir insandı ve ona o kadar âşıktım ki..."

Gözleri dolmuş olan sunucu, şefkatli bir tavırla, "Ne oldu Deniz'e?" diye sordu.

"Altı yıl önce ayrıldık," dedi Rüya. "Ben ayrılmak istedim. Oyunculuk kariyerim başlayınca birbirine zıt olan hayatlarımız artık ortak kısımlarını da kaybetmişti. Ben nereye gitsem fotoğraflarım çekiliyordu. Deniz ise bu durumdan deli gibi çekiniyordu. Korkuları, panik atakları benim ünümün artmasıyla iyice büyüdü. Oturduk, konuştuk, ayrıldık..."

"Görüşüyor musunuz hâlâ? Yani arkadaş olarak..."

Birden ağlaması şiddetlendi. "Altı yıldır hiç görüşmedik," dedi hıçkırarak ağlarken. "Şu an bunları burada anlatma sebebim de... Az önce aldığım bir haber... Çok hasta olduğunu ve fazla ömrünün kalmadığını öğrendim." Titreyen ellerini yüzüne bastırdı. Birkaç saniye nefesini kontrol etmeye uğraşıp, ellerini çekti yüzünden. "Fotoğraf çektirmezdi," dedi titreyen sesiyle. "Arkadaşlık ilişkisi kuramazdı. Dedesi iki yıl önce ölmüş... Hayatta kimsesi kalmamış. Ve şimdi o... Ölürken... Onu kimse bilmezken... Burada herkese onu anlatmak istedim. Hayatını bir gölge gibi yaşadı. Ama o kadar güzel bir gölgeydi ki... Herkesin onu tanıması lazım..." Gözlerini kameranın objektifine dikip sanki onu izleyen insanların gözlerine doğrudan bakıyormuş gibi konuştu. "Deniz Ertürk... Hep kahverengi, eski kıyafetler giyer. Gözleri kehribar... Kafası hep önde yürür. Muhtemelen hâlâ yuvarlak gözlüklerini takıyordur. Eğer o sizin için de 'Yüzüme bakamayan tuhaf adam' ise, siz de bilin... O, tanıyabileceğiniz en harika insan..."

Daha fazla konuşamadı... Ağlayarak yerinden kalktı ve stüdyoyu terk etti. Seyirciler, Ege, sunucu, kameramanlar, yönetmen... Herkes dumura uğramış gibiydi. Sunucu kendini güçlükle toparlayıp, "Rüya hepimizi dağıttı ha..." dedi. Derin bir nefes alıp, "Küçük bir ara verelim, tekrar döneceğiz. Bizden ayrılmayın," diyebildi sadece.

Kendisini kulise atıp yere çöktü Rüya. Peşinden koşan asistanı da hemen arkasından koşup geldi ve ona sarıldı. "Yaşadığının bir kanıtı kalmayacağını düşünüyormuş..."diyordu hıçkırıkları arasında. "Yaşadığının kanıtı bendeydi. Anlatmam gerekiyordu."

O sırada stüdyodan gelen güçlü alkış sesinin arasında sunucunun sesi duyuldu. "...O kadar çok kişi onun hakkında bir şeyler yazmış ki... İsmini bilmeseler bile, hemen tanımışlar." Rüya, kafasını asistanının göğsünden kaldırıp içeride söylenenleri anlamaya çalıştı. Sunucu konuşmaya devam ediyordu. "Rüya'nın hikâyesi o kadar etkileyiciydi ki telefonlarımız susmak bilmedi, mesajlar yağıyor... Kendisi şu an içeride toparlanmaya çalışıyor. Lütfen bu gece onu affedin. Aslında onun düşündüğünün aksine anlattığı kişi, yani Deniz Bey epeyce kişinin hayatına dokunmuş anladığım kadarıyla... Gelen birkaç mesajı okumak istiyorum izninizle."

Güçlükle kendini yerden kaldırıp, ses daha net gelsin diye kulisin kapısına yaslandı.

"Anlattıklarından hemen anladım kim olduğunu! Hep benim restoranda yemek yer. Yemek artıklarını cebindeki poşete koyup sokaktaki hayvanlara verir! Çok tatlıdır, çok üzüldüm."

"Bizim şirkette çalışıyor Deniz. Birkaç ay önce işten ayrıldı. Demek sebebi buymuş... Bir kere dahi merhabalaşmadık ama yüzünden bile belliydi ne kadar iyi biri olduğu! Bazen mesaiye kaldığımızda uyuyakalırdım, uyandığımda önümdeki dosyalar hallolmuş, üstüm örtülmüş olurdu. Nedense hep Deniz ile mesaiye kaldığımda yaşanırdı bu! Umarım bir mucize olur, iyileşir!"

"Babaannem aradı az önce. Televizyonda anlattıkları çocuğu tanıyorum, dedi. Babaannem demans hastası ve penceresinin önündeki çi

Yorumlar

Yorum yapmak için giriş yapın.